Av. Beştaş: İmralı tecridinin hukuki karşılığı işkencedir 2021-11-06 09:01:20 DİYARBAKIR - İmralı tecridine hukuki açıdan bakıldığında işkence olarak değerlendirilebileceğini belirten avukat Mesut Beştaş, “İşkence ve fena muamele zaman aşımı olmayan bir suçtur. İnsan onurunu koruyan yaklaşım hükümete hatırlatılabilir” dedi.  PKK Lideri Abdullah Öcalan, uluslararası komployla 15 Şubat 1999’da getirildiği İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde, 23 yıldır ağırlaştırılmış tecrit koşullarında tutuluyor. Ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmeyen Öcalan’dan, en son 25 Mart'ta yapılan kesintili telefon görüşmesinden bu yana haber alınamıyor. Daha önce “koster bozuk” veya “hava muhalefeti” gibi gerekçelerle engellenen görüşmeler, Olağanüstü Hal’in (OHAL) ilan edildiği 20 Temmuz 2016’den sonra Bursa 1’inci İnfaz Hakimliği’nin kararıyla 6 aylık süreyle alınan yasak kararlarıyla devam etti. Daha sonra Öcalan’ın 2009 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) sunduğu 156 sayfalık “Yol Haritası” gerekçesiyle görüşmeler engellendi. Bu yasak, Öcalan’a Ocak ayında verilen ve avukatlara tebliğ edilmeyen bir disiplin cezasıyla sürdürüldü. Son olarak Öcalan’ın 10 Eylül 2018’de “volta attığı” gerekçesiyle açılan soruşturmada 14 Eylül 2018’de verilen disiplin cezasıyla görüşmelerin engellendiği ortaya çıktı.     Tecridin ulusal ve uluslararası alanda fena muamele olarak kabul edildiğini ve işkenceye dönüşen uygulamalar olması nedeniyle yasalarla reddedildiğini belirten avukat Mesut Beştaş, “Ne yazık ki Türkiye’de cezaevleri tarihine baktığımız zaman tecrit, çok kullanılmış, böyle bir geleneği yaygın olan bir Türkiye Cumhuriyeti’nden söz etmek mümkün” dedi.    DEMOKLES’İN KILICI   Tecritle Öcalan’ın toplumdan koparılmak istendiğini dile getiren Beştaş, bir diğer boyutuna dair şunları söyledi: “İmralı tecridi, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin Kürt sorununun çözümünün bir skalası haline getirilmiş durumdadır. Ne zaman Kürt sorununun çözümüne bir yaklaşım, bir ılımlaşma olduysa, tecrit hafifler; ne zamanki Kürtlerin üzerinde yürütülmek istenen politika, inkar ve imhaya yöneldiyse, o zamanda tecrit sıkılaştırılıyor. Dolayısıyla İmralı’daki tecridi biz çok boyutlu ele almak durumundayız. Hukuki açıdan baktığımızda fena muamele ya da işkence olarak değerlendirilebilir. Diğer boyutuyla hükümlülerin eza çekmesi amacını taşır. Diğer bir boyutuyla da Kürt halkı üzerinde Demokles’in kılıcı gibi uygulanan bir uygulama haline getirildi.”   İNSANLIĞA KARŞI SUÇ    Tecrit uygulamasının Türk Ceza Kanu’nun (TCK) 77’nci maddesinde insanlığa karşı işlenen suç olarak kabul edildiğine dikkat çeken Beştaş, “İşkence ve fena muamelenin bu niteliğinden kaynaklı zaman aşımı da olmayan bir suçtur. Ancak hükümetin işleyişi ve İmralı uygulamaları, bunun kamuoyuna yansıtılmaması veya yargının önüne gelmeyişinden kaynaklı ne yazık ki tecrit uygulaması sırasında ortaya çıkan suçlarda faillerin yargılanması söz konusu olamamaktadır. Ancak bu durum uluslararası mahkemelerde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ciddi bir şekilde götürülürse, ki götürülen dosyalar var, fena muamele ya da işkence olarak kabul görüp, buna mukabil en azından hükümetin yapması gereken bir çok görevi, insan onurunu koruyan, insan onurunu esas alan bir çok yaklaşım hükümete hatırlatılabilir” şeklinde konuştu.   DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ    Tecrit ile düşünce ve ifade özgürlüğü arasındaki ilişkiye değinen Beştaş, şöyle konuştu: “Düşünce ve ifade özgürlüğü geniş kapsamlı değerlendirilmesi gereken bir özgürlüktür. Aynı zamanda düşünce ve ifade özgürlüğünün gerektiği gibi yaşama geçirilebilmesinin bir de koşulları söz konusudur. Bir kere tecrit, tecride uğrayan insanlar açısından, bireyler açısından düşüncelerinin ifade edilmesinin önüne geçilen bir fiili durumdur. Keza Türkiye siyaseti üzerinde rol oynayan kişiler üzerinden tecrit uygulandığı zaman hem haber alma hakkı, hem de ifade edilmek istenen, dört duvar arasında sıkıştırılan düşüncenin dışarıya yansımasının engellenmesi dolayısıyla topluma sirayet eden bir sınırlama olarak değerlendirmek mümkün. Ama bu uygulamaya maruz kalan insanlar, kendilerini ifade etmeyi bir yana bırakın, yaşayıp yaşayamadıklarını dahi ortaya koyamayacakları bir pozisyona girdikleri dikkate alınırsa, düşünce ve ifade özgürlüğü, tecride uğrayanlar açısından yaşama geçirilemez bir noktaya geliyor.”    UYGULAMALARIN YASAL SINIRLARI    İmralı’daki uygulamaların yasal sınırlarına dair Beştaş, “İmralı’daki uygulamalar, tamamen yasalarla ortaya konulmuş uygulamalar değil, önemli bir kısmı yasadışıdır. Türk ceza infaz hukuku açısından kabul edilemez ve infaz hukukuna aykırı uygulamalardır. Önce bu tespiti yapalım” dedi.    BEKLENTİYİ AŞAN ZORUNLULUK   Tahliye olma imkanı olmaksızın bir kişinin cezaevinde tutulmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) işkence ve kötü muamele yasağına aykırı bulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına işaret eden Beştaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu konuda Sayın Öcalan’la ilgili fena muameleye ilgili verilmiş bir karar da var. An itibariyle Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin önündedir bu karar. Bunun yaşama geçirilmesinde Türkiye Cumhuriyet hükümeti veya hükümetleri istekli olmayabilirler. Ama bu kararın infaz edilmesinin sorumluluğu şu anda birinci dereceden Türkiye Cumhuriyeti hükümetinde ise ikinci dereceden bu güç de erk de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’dir. Ben eminim kısa süre içerisinde Bakanlar Komitesi önüne sorun olarak gelecek. Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin gereklerini yerine getirmesi için yasal düzenleme veya somut olayla ilgili olarak yeni bir adım atması istenecektir. Beklentiyi aşan böyle bir zorunluluk kendini dayatıyor.”