‘Kadınlar birleşik demokrasi cephesi kurmalı’ 2017-12-31 10:34:32 DİYARBAKIR - OHAL’de kadına yönelik artan şiddete dikkat çeken TJA aktivisti sosyolog Halide Türkoğlu, kadınların gasp edileni geri alabilmesi için birleşik demokrasi cephesi ve artan şiddete karşı toplumsal bir özsavunma alanı oluşturması gerektiğini söyledi.  15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL), bir buçuk yılını geride bırakırken, bu süreçte en çok etkilenenler ise kadınlar oldu. Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Demokratik Bölgeler Partisi’ne (DBP) ait belediyeler bünyesinde faaliyet gösteren ve aralarında kadın sığınmaevlerinin de bulunduğu 52 kadın kurumu ile 17 kadın yardımlaşama ve dayanışma derneğinin faaliyetlerine son verilerek kapılarına kilit vuruldu. Kapatılan kadın kurumları ise başkan yardımcılığını Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın yaptığı Kadın ve Demokrasi Derneği’ne (KADEM) devredildi. Kamudan ihraç edilen 25 bin 523 kadının çoğunluğunun muhalif sendikalardan olması dikkat çekerken, 35 kadın belediye eşbaşkanı, 5 milletvekili ve 16 kadın gazeteci de hala cezaevinde tutuklu bulunuyor.    Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve bianet’in tuttuğu çeteleye göre, 2016 Temmuz ayından 2017 Kasım ayına kadar 542 kadın erkekler tarafından öldürüldü, binlerce kadın cinsel saldırı ve çocuk istismara maruz kaldı. Nefret suçlarıyla yaşam tarzına saldırı da son yılların en yüksek rakamlarına çıktı.    OHAL’de kadına yönelik artan şiddeti ve sonuçlarını DBP PM üyesi, Dış İlişkiler Sorumlusu ve aynı zamanda Özgür Kadın Hareketi (TJA) aktivisti sosyolog Halide Türkoğlu ile konuştuk.   Bir buçuk yıllık OHAL sürecinde kadına yönelik şiddetin bu denli artmasının nedeni nedir?   OHAL sürecinde bir bütünen devletin faşizm ve erkeklik ideolojisinin kadın ve demokrasi mücadelesine saldırısı en önemli neden olarak belirtebiliriz. Faşizm ve kadın düşmanlığı, OHAL’de toplumun “teklik” inşasında kadınların yaşamlarına ve yaşam hakkına saldırarak kendini göstermektedir.   Toplumsal düzen içerisinde kadının statüsünü geriye götüren, kadın erkek eşitsizliğini pekiştiren mevcut haliyle din, medya, aile, ekonomi, eğitim ve siyaset alanı bugün devletin doğrudan müdahalesiyle kadına yönelik şiddeti üreten ve kadın düşmanlığını gün be gün gündelik hayata yerleştirilmektedir. Cinsiyetçilik ve milliyetçilik OHAL sürecinde kadınların kazanımlarını gasp ederek kadına yönelik şiddetle mücadele mekanizmalarını ortadan kaldırmanın tüm hukuksuz yollarını denemiştir. Türkiye ve Kürdistan’da örgütlü kadınların mücadelesiyle elde edilen kazanımlara KHK ve kayyum araçlarıyla saldırılmıştır. Erkek egemen ideolojinin kadın düşmanı politikalarının toplumu oluşturan kurumlara yansımasını ve gündelik hayat içeresinde kadın erkek eşitsizliği pekiştiren davranışları dönüştüren bir misyona sahip olan demokratik ve kadın özgürlükçü yapılar, OHAL ile yoğun bir saldırı ve baskı altındadır. Bu yüzden kadına yönelik şiddetin nedenleri OHAL sürecinde bir bütünen devletin faşizm ve erkeklik ideolojisinin kadın ve demokrasi mücadelesine saldırısı en önemli neden olarak belirtebiliriz. Faşizm ve kadın düşmanlığı, OHAL’de toplumun ‘teklik’ inşasında kadınların yaşamlarına ve yaşam hakkına saldırarak kendini göstermektedir.   OHAL sürecinde kadına yönelik şiddetin artmasında iktidar partisinin hangi politikaları etkili oldu?   AKP’nin “güvenlik” adı altında yayımladığı tüm KHK’ler toplumda şiddetin artmasına neden olmakla birlikte şiddeti meşru kılan bir algıyı da ortaya çıkarmıştır. Askıya alınan insan hakları, şiddetin cezasızlıkla sonuçlanacağı mesajını vermiştir. Bu mesaj, erkek şiddetini de arttırmış, kadın katliamları, taciz ve tecavüz cezasızlıkla sonuçlanmıştır. AKP kendisi dışındaki herkesi düşman görmesiyle yapılan siyasi operasyonlar ve gözaltılar ile adliyeler ve kolluk kuvvetleri bütün mesailerini bu yapıları baskı altında tutmak için harcamaktadır. Kadına yönelik şiddet, çocuk istismarları, fuhuş, toplumsal değerleri altüst eden birçok suç ve hak ihlalleri, yargının gündemine girmemektedir. AKP hükümetine bağlı bakanlıklar, çıkarılan kararnamelerle, şiddeti meşru kılan ve kadın erkek eşitsizliğini kurumlarda meşrulaştırmanın peşindedir. Adalet, Eğitim, Diyanet ve Aile ve Sosyal Politikalar bakanlıklarının kadınların ve çocukların yaşamlarını doğrudan etkileyen kararlarla nasıl gündeme geldiklerini gördük. Türkiye’de OHAL sürecinde kadın örgütleri defalarca bu yasa tasarılarına karşı kitlesel eylemler düzenledi. AKP’nin ses çıkaranı baskı altına alma ve tehdit politikası, kolluk kuvvetlerin işkence ve şiddet uygulamaları, toplumda erkek şiddetini daha da meşru bir hale getirmiştir. Böylesi bir politikanın hedefinde en çok kadınlar yer almakta ve bundan etkilenmektedir.   İktidar partili yönetici ve liderler, kadınlara yönelik neden cinsiyetçi bir dil kullanıyor?    Cinsiyetçi söylemlerini zaman zaman milliyetçilikle zaman zamansa dincilikle birleştirmektedirler. Ortaya çıkan tabloda “makul kadın” olarak görülmeyen tüm kadınlar AKP’nin hedefi haline gelmektedir. “Kadın-erkek eşit değil, fıtrata terstir”, “3 çocuk 5 çocuk”, “Her kürtaj bir Uludere’dir”, “Kadınlar çalıştığı için işsizlik var” gibi birçok söylem hem kadınların yaşamlarına müdahale eden hem de statülerini geriye iten söylemlerdir. Hükümet ve Cumhurbaşkanının ağzından çıkan her nefret söylemi, toplumda erkek egemen ideolojinin kadınlara karşı şiddetin artmasında da etkili olmuştur. AKP döneminde biz kadınlar hiç olmadık bir biçimde nefret söylemine hükümetin kurumlarında yer alan bir sürü yönetici tarafından maruz kaldık. Kadına ‘haddini bildirmeye çalışan’ AKP’liler her gün medyada yer almaktadır. Çünkü kadınlar erkek-devlet şiddetine karşı mücadele etmekte ve bu hükümeti zorlayan bir durum.    Kadına yönelik şiddete karşı mücadele kapsamında erkek şiddetini türcülük üzerinden anlatan KADEM’in çalışmaları erkek şiddetini ele alış biçimi, şiddeti engelleyen değil; kadın-erkek eşitsizliğini ve Erdoğan’ın söylemini meşrulaştıran bir pratik söz konusu olmuştur.   OHAL sürecinde birçok kadın kurumu kapatıldı. Hükümet, neden bir kadın kurumunu kapatır? Kapatılan kadın kurumlarının yerine birçok kentte KADEM şubeleri açıldı. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?    KHK’lerle kadın dernekleri, kayyumlarla DBP’li belediyelerin kadın merkezleri ve sığınakları kapatıldı ya da içeriği değiştirildi. Kadın dernekleri, şiddetle mücadelede bağımsız derneklerdi. DBP’li belediyelerde kadın merkezleri ve sığınaklar yerel yönetimlerin kadın örgütleriyle buluşmasını sağlayan yapılardı. Cinsiyetçiliğe, milliyetçiliğe ve militarizme karşı ilkeleri olan yapılardan bahsetmekteyiz. Devletin tekçi ve ayrımcı politikalarını reddeden ve buna alternatif kadın özgürlükçü politika üreten bir yapıya sahipti. Kürdistan’da nerdeyse bütün kadın kurumları kapatıldı. “Özgür kadın özgür toplum” ilkesiyle çalışma yürüten kadın kurumları kadına yönelik şiddete karşı mücadele eden çalışmalar yürütmekteydi. Şiddetin neden ve sonuçlarına dönük çalışmalardı. AKP’nin kadını ikincil ve yok sayan bakışına karşı bu kurumlar, AKP’nin bu alanlarda örgütlenmesini de engellemekteydi. Milliyetçi ve cinsiyetçi bir ideolojinin inşasında bu kurumların kapatılması ve içeriğinin böyle bir ideolojiye dönüşmesi gerekiyordu. Tam da bu noktada, AKP’nin tekçi ideolojisini inşa edecek, “makul kadın” biçimini aktaracak bir misyona sahip olan KADEM’ler devreye girdi. KADEM, bir kadın derneği olarak kendini tanıtsa da bağımsız ve kadın özgürlükçü bir dernek olmadığını yaptığı çalışmaların içeriğinde görmek mümkün. Bir kadın inşası söz konusu; ancak bu inşa AKP’nin makul kadınları. AKP’li bir kadının “en iyi fikirler, hep bulaşık yıkarken aklıma gelir” cümlesi kadınların yaşamlarını anlatmak için kullandığı sıradan bir cümle değildir. Bir toplumsal cinsiyetçi ideoloji söz konusudur. Kadına yönelik şiddete karşı mücadele kapsamında erkek şiddetini türcülük üzerinden anlatan KADEM’in çalışmaları erkek şiddetini ele alış biçimi, şiddeti engelleyen değil; kadın-erkek eşitsizliğini ve Erdoğan’ın söylemini meşrulaştıran bir pratik söz konusu olmuştur. Bu yüzden kadın özgürlükçü kurumların kapatılmasıyla Sümeyye Erdoğan öncülüğünde AKP’nin makul kadın inşasının bir parçası olan KADEM’lerin kurulması birbirleriyle bağlantılıdır.   Bir iktidar neden kadın örgütlenmesinden korkar, AKP’nin örgütlü kadınlardan korktuğunu düşünüyor musunuz?    Elbette ki, nefret ve korku iç içe kavramlardır. AKP’nin kadın düşmanlığı, aynı zamanda korkusunu da göstermektedir. İktidar teklikle eşdeğerse, çokluğun olduğu yerde iktidar söz konusu değilse var olan iktidarın kimliği erkek, suni, Türk, zengin ve benzeri egemen kimliklerse,  görmezden gelinen veya yok sayılanlar, iktidar için tarih boyunca korkunun kaynağı olmuştur. Erkek egemen ideolojiyi savunan AKP, kendisine karşı mücadele eden kadın örgütlerinden her zaman endişe duymuştur. Kadınların örgütlü mücadelesi, AKP’nin birçok cinsiyetçi politikalarını engellemiştir. Bu yüzden AKP bu süreçte kadın mücadelesine karşı birçok baskı politikasını da devreye koymuştur. Artık kadınlara karşı nefretini geçmiş dönemlerdeki gibi kurnazca değil, açık açık ifade etmektedir.  Kadınlardan korktuğunu bu şekilde anlamak da mümkündür.   Nasıl bir kadın tipolojisi yaratmak istiyor?   Kadını her anlamda kendi iktidarını pekiştirme amaçlı gören bir anlayış söz konusu. Bu anlayışın içinde kadın her şeydir; ama kadın değildir, birey değildir. Bir nesneleştirme süreci söz konusu. Kadının özne durumuna müdahale ederek yapmaktadır bunu. Kadın annedir, ama vatansever annedir. Kadın üretkendir; ama devleti ve eşi için üretkendir. Kadın konuşur; ama sadece ailesi ve devletinin bekası için konuşun. Yani bu kadın tipolojisi kadınları da kendi içinde ayrıştıran karşı karşıya getiren bir yapıya sahiptir. Makbul bir kadınlık rolü içinde sistemin makbul kadınları inşa edilmek istenmektedir. Dincilik ve milliyetçilik, makul kadın formunun vazgeçilmez ideolojisi olarak sunulmaktadır.   Kadın belediye eşbaşkanlarının ya da kadın milletvekili, gazeteci, aydın ve aktivistlerin tutuklanmasının özel bir sebebi var mıdır?   Devletin demokratik yaşama ve topluma müdahale edebilmesi için demokrasiyi savunan ve uygulayan yapıları ortadan kaldırması gerekir. Bu yüzden yerel yönetimlerde kadın eşbaşkanlar, mecliste aktif siyaset yapan kadın milletvekilleri tutuklandılar. Bu müdahaleyi teşhir eden ve toplumun aydınlanmasını sağlayan diğer mekanizmalarında baskı altına alınması için akademisyen, aydınlar, gazeteciler ve aktivistler cezaevlerine gönderildi. Kadın mücadelesi, demokratik yaşamı savunan ve faşizme karşı mücadele yürüten örgütlü bir mücadele geleneğine sahiptir. İktidarın kadınlara yönelik bu baskı politikası aynı zamanda özel bir politikadır. Toplumu, kadınları baskı altında tutarak sindirme politikası yürütmekte. Bunu da aktif direniş noktasını gösteren kadınları cezaevlerinde esir tutarak yapmaktadır.    Erkekler, itaat etmediği ve boşanmak istediği için kadınları öldürürken, devletin kolluk kuvvetleri, kadınları devletin bütünlüğüne ve güvenliğine zarar verdiği için öldürdüklerini, işkence ettiklerini, cenazeleri çıplak teşhir ettiklerini anlatırlar.   Kadına yönelik “erkek-devlet şiddetini” açabilir misiniz?    Kadına yönelik şiddeti uygulayan aktörlerin kimliği önemli: Birinci devlet, ikinci erkek. Bu aktörlerin iktidara bağlı kimlikleri de söz konusu. Ama bir bütün olarak erkek-devlet şiddeti diye tanımlamaktayız. Erkek-devlet kadına şiddet uygularken, birçok isim kullanmaktadır. Aile ve devletin bütünlüğü burada devreye girer. Erkekler, itaat etmediği ve boşanmak istediği için kadınları öldürürken, devletin kolluk kuvvetleri, kadınları devletin bütünlüğüne ve güvenliğine zarar verdiği için öldürdüklerini, işkence ettiklerini, cenazeleri çıplak teşhir ettiklerini anlatırlar. Her ikisi de kadın düşmanlığının ve erkek egemen ideolojinin iktidar anlayışıdır. Kadını baskılayarak ve korkutarak kendi mülküne ve itaatine almaya çalışan bir zihniyetin öldürme hakkını kendinde görmesi söz konusudur.    İktidar medyasının kadına yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?     Kadınların medyada ele alınışları kadın mücadelesi yürüten kadınların her zaman gündemlerinde yer almıştır. Çünkü sistemin inşa etmeye çalıştığı bir kadın figürü söz konusuysa bunu topluma servis edecek ya da toplumda kodlanmasını sağlayacak kurumlardan birisi de medyadır. Son zamanlarda iktidar medyasında yüceltilen kadın ve aşağılanan kadın haberlerinden dizilerine kadar incelediğimizde kadın düşmanlığının nasıl topluma servis edildiğini de görmüş oluruz. Yine kadınların erkek şiddetine maruz kalmalarının gerekçelerini ön planda tutup failin kimliğini saklama şiddeti meşrulaştıran çabalardır. Yine dizlerde kadınların kötülüğün kaynağı, kıskanç, fitneci ve entrika gibi kavramlarla özdeşleştirilmeleri kadın kimliğini aşağılamaya dönük mesajlar içermektedir. Kadının fedakar ve annelik üzerinden yüceltilen anlatımı da kadını ev ve aile ile özdeştiren, kadının birey olarak görülmediği bir anlayışa tekabül etmektedir. Aslında medyada bu anlatımların her biri AKP’nin ideolojisinin birer inşasıdır. Ve medyada kadın kurgusu bunun üzerinden kendisini göstermektedir.    Kadınlar artan şiddet ve baskıya karşı nasıl örgütlenebilir?    Kadına yönelik şiddet çok yönlüdür ve bu yüzden mücadelesi de yıllardır çok yönlü yürütülmüştür. OHAL süreciyle bu çeşitli mücadele alanları fes edilmeye ve baskı altına alınmaya çalışılmıştır. Bu yüzden kadınların kazanımlarını koruyabilmesi ve gasp edileni geri alabilmesi için bütünsel bir mücadele yürütülmesi gerekmektedir. Özcesi faşizm ve diktatör bir rejim söz konusuysa bunun karşısında birleşik bir demokrasi cephesi kurulmalıdır. Kadınların birleşik demokrasi cephesi, artan şiddete karşı ideolojik ve toplumsal bir özsavunma alanı oluşturabilir. Biz kadınlar gerek Kürdistan’da gerekse Türkiye’de bunun benzer örneklerini oluşturduk ve böylece kazanımlarımız oldu. Yaşadığımız süreç çok ağır ve baskıların yoğun olduğu bir süreç. Kadınlar, her şekilde bu durumdan etkilenen kesimlerin başında gelmektedir. Var olan durum, kadınların birleşik örgütlenmesini zorunlu kılmaktadır.