İstanbul Sözleşmesi için uluslararası örgütlenme çağrısı

  • kadın
  • 17:03 16 Eylül 2022
  • |
img
İZMİR - Karaburun Bilim Kongresi'nde İstanbul Sözleşmesi'nden çıkış ve mücadele alanlarının tartışıldığı oturumda, sağ ve popülist iktidarların tüm dünyada oluşturduğu sözleşme karşıtı havaya karşı uluslararası örgütlenme çağrısında bulunuldu. 
 
"Yarınların şafağında ezilenlerin seçimi" temasıyla 16'ncısı düzenlenen Karaburun Bilim Kongresi, Tarihi Havagazı Fabrikası’nda 2’nci gününde devam ediyor. Kongre kapsamında sabah “İlerici, politik müzikte eğilimler, deneyimler” ve “Günümüzde medya ve dijitalleşen kapitalizm” başlıklı iki oturum gerçekleşti. Verilen aranın ardından gerçekleşen “İstanbul Sözleşmesinin iptali sonrası mücadele alanları ve politik öneriler” başlıklı oturumda, sözleşmeye dair deneyim ve çalışmalar aktarıldı. 
 
KAVRAMLARIN İÇİ BOŞALDI
 
Oturumda ilk olarak konuşan barış akademisyeni Nur Betül Çelik, kadın alanında çalışma yürüten akademisyen, sivil toplum örgütü ve bireylerle yaptıkları görüşmelerin sonuçlarını paylaştı. Araştırma sonucunda Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) sonrası kadın çalışması yapan akademisyenlerin bir anda akademi dışında kaldığını söyleyen Çelik, “Özellikle Yüksek Öğretim Kurumu’nun 2019’da Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesini yürürlükten kaldırmasıyla birlikte bu alan tamamen boşaltıldı. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı kriminal bir kavrama dönüştü. Üniversitelerin çoğunda kadın merkezleri kapatılmamış ama başına aile eklenmiş. Bu merkezlerin yaptığı çalışmalar müsamerelere dönüşmüş. Aile ve gelenek kavramına sıkıştıran kadını, annelik rolü dışında düşünmeden ‘kutsal’ kadın durumuna geldiğini tespit ettik” dedi. 
 
BİLGİ AKADEMİ DIŞINA ÇIKTI
 
Toplumsal cinsiyet derslerinin bulunduğu üniversitelerde de ders içeriği belirlenirken derslere kimlerin katılacağının özellikle seçildiğini belirten Çelik, “Yapılan tüm bu çalışmalar karşı hegemonya mücadelesi içeriyor. Kurulan dil tamamen nefret dili. Akademide liyakatsizlik artıyor. Cinsiyetçilik yaygınlaşıyor ve olağanlaşıyor. Akademik özerklik ve özgürlük ortadan kalkıyor. Akademi artık bilgi üretim merkezi değil. Akademide dayanışma ve örgütlenme sorunu yaşanıyor. Akademi dışına taşınmış bir bilgi üretimi var” diye belirtti. 
 
5 TEMEL SEBEPTEN KARŞI 
 
Barış akademisyeni Ülkü Doğanay, muhafazakar, İslamcı ve otoriter eylemleri olan bir rejimin İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olmaktan başka yolunun olmadığını kaydetti. İktidarın 5 temel sebepten sözleşmeye karşı olduğunu vurgulayan Doğanay, “İlki sağ popülist iktidarların ortak besleyeni ataerkidir. Fakat sözleşme kadına karşı şiddeti toplumsal cinsiyete dayandırıyor. İkincisi sözleşmede bütünlüklü politika geliştirme talebi olması. Farkındalığı arttırma, kadınları toplumsal alanda güçlendirme yükümlülüğü veriyor. Üçüncü şiddetin tanımını geniş yapması. İster kamu, ister özel yaşamda yaşanan şiddeti ve şiddet tehdidini de şiddet tanımına alıyor. Sadece fiziksel değil, psikolojik ve ekonomik şiddeti de içeriyor” ifadelerini kullandı. 
 
AİLE KAVRAMINI ZEDELEME
 
Dördüncü nedenin geniş bir şiddet tanımı yaparak şiddette evlilik tanımını kaldırması olduğuna dikkat çeken Doğanay, şöyle devam etti: “Beşinci olarak temel haklar ve ayrım gözetmeme yükümlülüğü kılıyor. Mağdurların haklarını korumaya yönelik çalışmalara cinsiyet, ırk, dil, din, cinsiyet yönelim ayrımı yapılmaması ifadelerini ekliyor. Burada en çok cinsel yönelik tanımı tepki çekti. Dolayısıyla sözleşmeye karşı olanlar için tüm bunlar aile kavramını zedeliyor. Sağ ve popülist iktidarlar temel normlara ve haklara karşı oldukları için sözleşmeye karşı.”
 
MEDYANIN ROLÜ
 
Yazar Hatice Çoban Keneş, sözleşmenin kaldırılma sürecinde basının kullandığı dil ve rol üzerine sunum yaptı. Bu süreçte ikili karşıtlıklar yaratıldığını söyleyen Keneş, “Sözleşmeyi isteyenler batılı, aile kavramını kabul etmeyen, sözleşmeyi istemeyenler ise Türk hayat tarzını savunanlar olarak tanımlandı. Sözleşmeyi dini ve milli değerlerin karşısında gösterdiler. Haberlerde doz giderek arttı ve teröristlik, siyonistler, sorosçuluk suçlamalarına gitti. Toplumsal cinsiyet eşitliğini savunmayı sapkınlık olarak tanımlayıp, sözleşmenin şiddeti arttırdığını söylüyorlar. Bu karşılıkları güçlendiren metaforlar ise dehşet verici. Basında sık sık yozlaşma, komplo, isyan, zorlama ve bomba metaforlari kullanılıyor” şeklinde konuştu.
 
MUHALİF MEDYA 
 
İktidar medyasında durumun buyken liberal ya da muhalif basında nasıl olduğuna dair araştırma yapamadıklarını söyleyen Keneş, “Fakat görebildiğimiz kadarıyla iktidar karşıtı olmak hegemonik ifadelere de karşı olmak anlamına gelmiyor. Bu konu bizim için turnusol kağıdı oldu. Bir kısım muhalif medyada bu konuya karşı bir suskunluğun olduğunu gördük” dedi. 
 
MEDENİ KANUN HEDEFTE
 
Feminist aktivist Burcu Narin, Medeni Kanuna yönelik bütüncül bir saldırı olduğunu söyleyerek, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme sürecinde muhalefet partilerinin sorumluluk alma çağrılarının karşılık görmediğini söyledi. Yerel yönetimlerin görev ve sorumluluklarını hatırlatmanın çok önemli olduğunu söyleyen Narin, “Yerel yönetimler ev içi şiddete uğrayanlara karşı en hızlı reaksiyonu alabilecek kurum. Kadın cinayetleri ile ilgili bir çetele tutuluyor. Ancak bu çetele de sadece haberlere bakılarak tutuluyor. Ev içi şiddetle ilgili güvenilir bir veri bulunmuyor. Aynı zamanda TÜİK dışında veri paylaşmasını suç sayılması da var. Veri meselesi çok önemli. İktidar artık ona bile saldırır noktaya geldi” diye konuştu. 
 
DİNİ SÖZLEŞME KAYGISI
 
Akademisyen Elif Bozkurt, kadın hareketinin küresel anlamda güçlenmesi sonucu saldırıların arttığına dikkat çekerek, “Milliyetçi ve muhafazakâr bir korku ve güvenliksiz iklimi yaratıyor. Toplumu korkuyla kuşatan politikalara cesaretle dur demek gerekiyor. Macaristan, Polonya ve Türkiye’de dini ve ulusal bir alternatif sözleşme hazırlığı yapıldığı korkusu var. Muhafazakar girişimlerin karşında güçlü bir örgütlenme yapılmalıdır” diye noktaladı. 
 
Panel soru-cevap şeklinde son buldu.