ANKARA – İtalyan bestekar Giacomo Puccini’nin “Tosca” operasını Kürtçeye çeviren Kawa Nemır, Kürtçenin sadece opera için değil, henüz keşfedilmemiş birçok form için fırsatlara sahip olduğunu belirterek, "Tosca" ile Kürtlerin ünlü "Saliho û Nurê" şarkısı arasındaki benzerliklere dikkati çekti.
William Shakespare’in “Hamlet” eserini Kürtçeye çevirip, tiyatroya uyarlayan Kawa Nemir, şimdi de Giacomo Puccini’nin “Tosca” isimli operasını Kürtçeye çevirdi. Çeviriyi Kürtçe tiyatroya uyarlayan Celil Toksöz de oyunun yönetmenliğini yapıyor. Theater Rast tarafından sahnelenen oyun, 25 Ekim’de Amsterdam Şehir Tiyatrosu’nda dünya prömiyerini yaptı.
Çevirmen Kawa Nemir, yaptığı çeviri ve oyuna dair sorularımızı yanıtladı.
Kürtçeye çevirdiğiniz Shakespeare’nin ‘Hamlet’ eseri çok beğenilmişti. Bir kaç yıl aradan sonra bu sefer de karşımıza Giacomo Puccini’n Tosca operasının çevirisiyle çıktınız. Buna nasıl karar verdiniz?
Kuşkusuz yıllardır birlikte çalıştığımız oyunun yönetmeni ve geniş kadrosunun bazı güzel ve büyük hayalleri var. Kürtçe sahneye, dünya opera klasiklerini tercüme etmek ve tiyatro metni haline getirmek gibi. Bu harika büyük ürünler bizleri bir araya getirdi ve zorlu bir süreci beraber atlattık. Tiyatroya dair hayallerimden bazıları William Shakespeare’nin ‘Hamlet’ (Kürt dili tiyatrosu için milat olan) ve ‘Xewna Şeveke Havînê’yi (Yaz Gecesi Rüyası), Ehmedê Xanî’nin ‘Mem û Zîn’i ve son olarak da Giacomo Puccini’nin ‘Tosca’sını çevirmekti. Bunlar aynı zamanda tiyatrocu arkadaşlarımın da hayaliydi. Örneğin Hamlet, neredeyse 30 yıllık yönetmen olan Celil Toksöz’ün ve aynı zamanda benim de hayalimdi. Tosca’nın, Kürtçe tiyatroya uyarlanması ve çeviri kararı da öyle oluştu. Bahsettiğim hayalleri, zaman içerisinde bir çalışma, tartışma, etkinlik ya da bir köşede bir araya geldiğimiz arkadaşlarla ‘Ne yapacağız? Ne yapalım? Nasıl bir şey oluşturalım?’ diye tartıştığımız oluyor.
Metni ne kadar sürede çevirdiniz?
Modern çeviriler klasiklerden belki biraz daha kolaydır ama çeviri alanındaki 30 yıllık tecrübemden sonra gerçekten söyleyebilirim ki çeviri artık benim için zor bir iş değil. Asıl zahmetli iş metnin çevirisinden sonra başlıyor. Çeviri metnini, yönetmenin sahneye uygun uyarlamasını, belirtilen bağlamına yerleştirmenin ve düzenlemenin zorluklarının yanı sıra onları oyuncular için -ki çoğu ne yazık ki hala çok iyi Kürtçe bilmiyor- uygun hale getirmesi asıl zor olan. Ki ben hala Kürtçe bilmiyor olmalarına hayret ediyorum. Kısacası ben Tosca metnini orijinal İtalyanca metniyle kıyaslayarak İngilizce metninden iki hafta içerisinde Kürtçe’ye çevirdim. Ama yaklaşık bir ay metnin adaptasyonu üzerine çalıştım. Prömiyerine kadar da bazı küçük revize işlemleri devam etti.
Tosca’yı çevirmek sizin için nasıl bir anlam taşıyor? Nasıl bir duyguydu? Çeviri sırasında nasıl zorluklar yaşadınız?
Tosca gibi bir ürünün librettotları şimdi Kürtçe altın mülkünüzün bir parçası haline geldi ve gelecekte daha geniş, daha kaliteli ve daha çok opera ürünü üretmeye istekli olanlar için diyorum; buyurun, Kürtçe orijinal metni artık bohçamızda.
Öyle hissediyorum ki artık söyleme vakti geldi. Benim görüşüme göre, şu ana kadar kendi model, bağlam ve Kürt oyuncuların performansları çerçevesinde yapılan tiyatro uyarlamaları, bir bütün olarak gönlüme göre değil. Buna rağmen onları daima daha üretken, daha yaratıcı ve daha olgun bir tiyatroya doğru ilerleyen büyük adımlar olarak görüyorum. Öyle ki bu tür metinler Kürtçe tiyatroda bugüne kadar yeterince denenmiş değil. Ama hepsi bize var olan imkanlarıyla bu alandaki seviyemizi, genişliğimizi gösteriyor. Fakat Kürt ulusal tiyatrosuna ilerleyebilmek için daha çok çalışmak gerek. Tosca’nın çevirisi benim için böyle bir anlam taşıyor.
Öte yandan Kürtlerin tarihinde bu aşamada olduğu gibi, bu soylu eserlerin bir kısmının ortaya çıkacak olan yardım ve günahlarına rağmen benim için tehlikede olduğu güçlü bir gerçektir. Onların iyiliğinden ve ihmallerinden sorumluyum. Tüm bunlara ek olarak, Tosca gibi bir ürünün librettotları şimdi Kürtçe altın mülkünüzün bir parçası haline geldi ve gelecekte daha geniş, daha kaliteli ve daha çok opera ürünü üretmeye istekli olanlar için diyorum; buyurun, Kürtçe orijinal metni artık bohçamızda.
Ama ne tür sıkıntılar çektiğimi soruyorsanız, yaşamım boyunca bu tür ürünlerle uğraştığımı söylesem doğru olur. Ama hala da bu dünyada ne dört duvarım, ne bir evim ne de bana mezar olabilecek bir karış toprağım var. Ne Kürdistan’da ne de Amsterdam’da yok. Buna rağmen kalbimdeki sarayı adım adım inşa ettiğim ve Kürdistan’ın esmer müteahhitlerinden kurtulduğum için mutluyum ve her türlü onlardan uzağım. Vurgulayarak söylediğim o ki, herkes onda kendini tanıyor: Paysız bir toplum ile hak ve değer verme hissinden uzan bir toplum, kirlenmiş bir toplum, emek sömürüsünün çamuru ile hiç bir zaman ulus olamaz. Yine yüce Ehmedê Xanî’nin temiz rüyalarındaki devletin sahibi olamaz.
Tosca’nın Kürtçede opera tarzı ilk oyun olduğunu söyleyebilir miyiz? Kürtlerin tarihinde başka örnekleri var mı?
Her ne kadar birincilik ve ilklik meselelerini çok sevmesem de, keyifle söyleyebilirim ki göründüğü kadarıyla başlattığımız bu deneyim Kürtçe sahne için yol açıcı ilk örnek. Yani evet Tosca ilktir. Ancak bir opera ya da bir müzikal olarak 2015 yılında Mizgîn Tahîr’in rolünün belirgin olduğu Heskîfê Keybanû Emedîsa û Şahmîran Orkestrası sahnelendi. (https://www.youtube.com/watch?v=izwTUdslzY0) Elbette sahneye uyarladığımız Tosca, 16. yüzyılın sonralarında İtalya’da meydan gelen ve Batı dünyasının klasik mozaiğinin önemli bir bölümünü oluşturan klasik opera tarzında değil. Uzmanlar ve yabancı opera eleştirmenleri geçen ay 6 kez sunulan ve bu ay Hollanda’da sahnelenen Tosca’yı izledikten sonra, opera biçiminde Kürtlere özgü bir yorumun olduğunu hissettiler.
Bu yüzden her ne kadar çeviri ve libretto bakımından gönlüme göre olmasa da Tosca, uzmanlar ve eleştirmenler için dikkat çekici ve ilginç geldi. Bu aynı zamanda gözlerimizi daha yüksek hedeflere ve amaçlara odaklanmamıza teşvik edecek.
Tosca, konusu itibariyle bu topraklara uyuyor mu? Puccini’nin opera tiyatrosunun geçtiği dönemin politikalarıyla bu dönemin politikaları arasında nasıl benzerlikler var?
Klasik metinlerin konu bakımından az çok dünyanın tamamına uyan özellikleri var. Benim düşünceme göre insanlık tarihindeki ilk yazılı edebi metinden bugüne ya da Gilgamêş’ten bugüne edebi ve sanatsal konuların sayısı fazla olmasa da her birinde insanlığın özellikleri olan aşk, karanlık ve aydınlık, sadık ve şansız, iyilik ve kötülük konuları yer alıyor. Bu bağlamda, İtalya diyarının ürünü olan Puccini’nin Tosca’sı ve Kürdistan’ın ünlü şarkısı Saliho û Nurê konuları bakımından birbirine çok benziyor. Tosca için hazırlıklarımızı yaptığımız zaman Salıho û Nurê hep kulağımda ve aklımdaydı. Ama tabi bunlar yüzde yüz aynıdır diyemeyiz. Zaten öyle olamaz da. Her iki masalın dayandığı esaslar yalnızca bir dereceye kadar aynı trajik kumaştan besleniyor. Bu bizim için anlayış ve verimlilik açısından doğal bir yaratıcılık ve ilam kaynağıdır. Bunun sayesinde biz iki topluma da iki vatana da benziyoruz, öykünün (masalın) gerçekleştiği iki döneme benziyoruz. Politikalarından tut, ruhlarına kadar daha iyi kavrayabiliriz...
Bu dengeye ek olarak, Kürdistan’daki 20. yüzyılın hikayesi ve İtalya’daki 19. yüzyılın hikayesi ülkelerinin tarihi koşullarına özgüdür. Belirttiğimiz her iki metnin oluşması yönünden de baktığımızda Puccini güçlü ve acı bir hikaye seçerek, kendine özgün bir formda geniş bir metin olan Tosca’yı oluşturdu. Ama biz Kürtlerin Saliho ve Nurê eseri, dengbêjlerin yüreği ve geleneksel kilam söyleme ağında asılı kalmış durumda. Bu Tosca’dan Kürtçe’ye örüp ayıracağımız önemli bir ölçüdür. Neden dengbêjlîk makamı ve kilam söyleme şekli gizli olasılıkları ve alaka düzeyi ile opera biçiminden daha güzel ve görkemli? Mesele şu ki, dünya klasikleri üreterek, özellikle değerli bilgiler öğreniyoruz ve dil sanatımıza yepyeni bir yol geliştirdiğimizi unutmamak gerekir.
Nemir’in konuya dair önerdiği linkler şunlar: Saliho û Nûrê: https://www.youtube.com/watch?v=e39MMy05kvY , Tosca: https://www.youtube.com/watch?v=7Snu-fFApzY
Opera ve dengbêjlîk arasındaki bağı biraz açar mısınız?
Opera ve dengbêji içsel mekanizmalarıyla, onları kıyaslamamıza izin veren iki form. Her iki form da hikayenin yardımıyla öyküye geri dönüyor ve hepsi de edebiyatın ayrılmaz bir parçası.
Daha önce söylediğim gibi opera ve dengbêji içsel mekanizmalarıyla, onları kıyaslamamıza izin veren iki formdur. Elbette bu hususu operacılara ve müzisyenlere bırakıyorum benim uzmanlık alanım değil ama her iki form da hikayenin yardımıyla öyküye geri dönüyor ve hepsi de edebiyatın ayrılmaz bir parçası. Hayali seviyesi o kadar yüksek ve sağlam ki zaman içerisinde bir pınarın suyu gibi süzülüp günümüze ulaşıyor. İki form arasındaki tek fark, opera esntrümantal, sahne ve tiyatro olanaklarını 400 yıl boyunca genişletti. Dengbêjî ise, düzenli bir enstrümantal ve tiyatronun müdahalesi ile karşılaşmadı. Örneğin bu özelliği düşük bir seviyede olsa da ölümsüz dengbêj Şakiro’da görüyoruz. Bazen kilamları arasında bazen de sesiyle toplulukla etkileşime geçtiğini görüyoruz. Ayrıca eşsiz dengbêj Miradê Kinê de de bunu görüyoruz. Gördüğün gibi yayı ile kemançesini çaldığında, şarkının (kilamın) bir yüzücüsü olarak “req req” diyerek öykünün kapısından içeri giriyor.
Peki çeviri sırasında dengbêjliğin yardımı oldu mu? Kürtçe dili ne kadar operaya uyuyor?
Neden ben bu sade örnekleri gösteriyorum? Çünkü dengbêjliğin imkanlarını sonuna kadar kullanarak genişletip, onları farklı şeylere dönüştürebilelim diye. Bu yüzden şimdi halk operası olarak adlandırdığımız teşebbüsümüzün temeli adı geçen dengbêjlerlerle oluşturuldu ve bestelendi. Değerli öğretmenimiz, bestekarımız Ardaşes Agosyan, üzerine çok çalıştığı bestesinde yüz yıllar öncesinin Kürtlerin, Kürdistan’ın, Mezopotamya’nın ve Orta Doğu’nun ölçülerinden ilham almış. Başka bir deyişle sahnede hem ruhsal hem Kürt geleneklerine uygun hem de evrensel olarak Gülseyen Medar, Hediye Kalkan, Dodan, Ali Tekbaş, Mesûd Gever ve Serdar Canan’ın canlandırdığı Puccini’nin kıymetli bestelerinin parıltıları var. Ancak bunun yanında yönetmenimiz Celil Toksöz’ün tercihiyle değerli aktris Özcan Ateş’in rol aldığı dengbêj bir anlatıcımız var. Sorunun en önemli diğer kısmına gelecek olursam, uzun yıllardan çeviri ve yazı çalışmalarımda her alanda dengbêjliğin iyiliğine sarılıyorum. Ben birçok metin çevirdim ve bir çok tiyatro işi yaptım. Bunların hepsinde özgürleştiren bir dil var. Onun kökeni biz Kürtlerin dengbêjliğidir. Bir diğeri, gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki Kürtçe dili sadece opera için değil, henüz keşfedilmemiş bir çok form için fırsatlara sahip.
İlk oyunu Diyarbakır’da sahnelemek istiyordunuz. Bu isteğiniz neden gerçekleşmedi ve biz Türkiye’de hangi tarihte, nerede ilk olarak Tosca’yı izleyebileceğiz?
“Köy evleri yollar boyunca görülebilir” derler. Son üç dört yıl içinde Kürdistan ve Türkiye’deki koşullar birden kötüleşti. Daha başından beri Tosca’nın dünya prömiyerini Amsterdam’da yapacağımız belliydi ve öyle de oldu. Çok da güzel geçti. Kürdistan prömiyerini yapmak için de Amed’e gelmek istedik. Ama kayyum meselesinden, Rojava ve Kürdistan üzerinde devam eden operasyonlardan dolayı ne yazık ki Tosca’nın sahneleneceği bir alan ve sahne yok. Şimdilik koşulların düzelmesini bekleyeceğiz, şartlar oluştuğunda da Tosca geniş ekibiyle beraber Türkiye ve Kürdistan’a gidecek. Ancak o zamana kadar bazı Avrupa ülkelerinde örneğin Almanya ve İngiltere’de geziler ve turlar sürebilir. Program belli olduğunda kamuoyunu bilgilendireceğiz.
Tosca’dan sonra hangi ürünü çevirmeyi düşünüyorsunuz? Önümüzdeki süreçte Kawa Nemir’ın hangi çevirisiyle karşılaşacağız?
Ölmeden önce William Shakespeare’nin tüm tiyatro ürünlerini Kürtçe’nin Kırmancî lehçesine çevirmek istiyorum. Bunların birçoğunu çevirdim de. Bu uzun zamandır önüme koyduğum hayati ve ana hedefimdir.
Önüme koyduğum birçok şey var. Ölmeden önce William Shakespeare’nin tüm tiyatro ürünlerini Kürtçe’nin Kırmancî lehçesine çevirmek istiyorum. Bunların birçoğunu çevirdim de. Bu uzun zamandır önüme koyduğum hayati ve ana hedefimdir. Bu düşünceyle, gelecek sene Shakespeare’nin Şah Leara oyunun büyük bir prodüksiyonla sahnelenmesini istiyorum. O olmasa Romeo ve Julyet olabilir. Bununla birlikte Amed Şehir Tiyatrosu için Kela Dimdimê’nin tiyatrosunu yazmaya başladım. Gelecek sene Kela Dimdimê sahnelenecek. Bu da benim için yeni bir hedef. Şunu da belirtmek isterim ki şu sıralar Shakespeare’nin Xewna Şeveke Havînê oyunu Kürdistan’da sahneleniyor. Ben hala izlememiş olsam da Kürtler, Shakespeare’nin oyununu ve Amed Şehir Tiyatrosu’nu yalnız bırakmasınlar diyorum.
MA / Zemo Ağgöz