Önder 4 Kasım'ı anlattı: Bir hükümet organizasyonuydu 2017-11-03 10:25:03 ANKARA - 4 Kasım operasyonunda gözaltına alınıp mahkemece serbest bırakılan HDP’li vekil Sırrı Süreyya Önder, o günü, öncesini ve sonrasını anlattı. 4 Kasım’ın bir hükümet organizasyonu olduğunun altını çizen Önder, tutuklu vekillere dair bir yıldır henüz karar vermeyen AYM için “Kendini imha etmiştir” dedi.  Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş genel başkanları ve milletvekillerinin 4 Kasım 2016'da gece yarısı eş zamanlı bir operasyonla tutuklanmalarının üzerinden bir yıl geçti. Bu operasyonda gözaltına alınıp adli kontrol şartıyla serbest bırakılan HDP Meclis İdare Amiri ve Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, 4 Kasım günü, öncesi ve sonrasına dair Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı.     4 Kasım gecesine geçmeden önce o güne nasıl geldik?   Şimdi birkaç cephesiyle ele almak lazım. Çünkü bunun tek bir boyutu yok. Anın öncesi dediğimiz yani gerçekleşme anının öncesine bakmamız gerekiyor. Andan öncesine gittiğimizde Türkiye’de başka bir ilkler zinciri başlamıştı. Başarı, umut gibi birçok ilk geçekleştirilince, zülüm anlamında da birçok ilk denendi. Önce bunu kaydetmek lazım. Bir yönüyle Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Meclis'e 15 vekil göndermeyi başardığı dönemin siyasal atmosferini düşünün. Türkiye devrimci mücadele tarihinde, demokrasi mücadelesinde ve parlamenter mücadele tarihinde çok önemli bir kırılma noktasıydı. TİP deneyimi halklar lehine mağdurlar, mazlumlar lehine emekçiler nasıl siyaset yapılmalı anlamında önemli ve aşılamayan bir pratik koymuştu. Ondan sonra HDP başarısı bir ilktir; gerek seçilmişlerin kadın erkek oranı, gerek seçilmişlerin sınıfsal kökenleri açısından. Hiçbir sermaye gücüne yaslanmayan, bir sermayesi olmayan birçok insan, halkının temsilcisi olarak 7 Haziran'da Meclis'e girdi. Önemli bir pratik de seçim kampanyası döneminde sergilenmeye başlanmıştı. Seçim beyannameleri, seçim sloganları ve seçimi örgütleme biçimleriyle bunu görüyorduk. Birde Türkiye tarihinde bugünden bakılınca çok hissedilmiyor ama tarihe not düşmek bakımında söyleyeyim bu kadar radikallikle suçlanan HDP çizgisi, ilk defa toplumda 'makul' diye adlandırılan çoğunlukta muazzam bir umut patlaması yaşamıştı.    Ancak 7 Haziran sonrasında bu rüzgâr tersine esti. Neden?   Bu kadar ilk bir araya gelince sistem büyük bir telaşa kapıldı. Bu telaş hâkim yapılar, müesses nizam kurulu dediğimiz şey kolayında değişecek bir şey değildir. Dünya demokrasi tarihinde de öyle olmuştur. Ya çatışmalı devrim süreçleriyle ya da büyük halk hareketleriyle olmuş oluyor. Bugün gerçekleşen şeyin bir karamsarlık dalgası yaratması aslında tahlil eksikliğinden kaynaklanan bir durumdur. Çünkü HDP bir dönüşüm hareketidir. Özünde birçok yönüyle birlikte ve dönüşümü kendisinde başlatan bir harekettir. Çok dinamik araştırma süreçleri ve paylaşım süreçlerinin sonunda hep kendini yenileyen ve daha yüksel bir ivmeyle mücadeleye devam eden bir partidir. Her dönüşüm de bir gerilim üretecektir. Yani eğer bunu görmediysek bu bizim eksikliğimizdir. Dolayısıyla bugünden bakıp ah vah etmeyi, sızlanmaya ne anlam veriyorum ne de doğru buluyorum. Sızlanmak bizim işimiz olamaz. Biz bir dönüşüm hareketiyiz. Biz bu ülkedeki hâkim sınıfların mağduru değiliz. Biz bu ülkedeki hâkim eden anlayışın, bu zulmeden sınıfın hasmıyız. Aramızdaki fark biz demokratik bir dönüşümü, demokrasiyi hedefliyoruz onlar hegemonik bir yapıyı ve zulmü hedefliyor. 4 Kasım sürecine böyle gelindi. Sistem büyük bir telaşa kapıldı. Biz hayatın birçok alanında örgütlü bir siyasi çizgiyiz ama halkla bağı doğal olarak en gelişkin olan partiyi imha etmek ve halkta korku yaratmak istediler. Birincil amaçları buydu, halen de budur. Yani korkmak imtina etmek sadece zulmü çoğaltır. Ama yaratmak istedikleri etki buydu. Onun için bizim ruh halimiz, şaşkınlığa düşmek ya da dehşete düşmek olmamalı, mücadeleyi ve mücadelenin genişliğini sağlamalıyız.   4 Kasım'dan önce böylesi kapsamlı bir operasyonu bekliyor muydunuz?   Aslıdan birkaç gün öncesinden bekliyorduk. İşte o günlerde de 8-10 kişilik liste zaten havuz medyasında çarşaf çarşaf yayınlanıyordu. Bir iki değişiklikle ya da bir iki isabetsizlikle, belki de bir iki son dakika karar değişikliğiyle bu oldu. Ondan bir gece önce bir anlamda hem sohbet hem de veda toplantısı gibi bir şey yaptık. Sayın Ahmet Türk, Selahattin (Demirtaş) Bey de oradaydı. Türküler söyledik. Geçmiş dönemin cezaevi dönemleri oralarda gelişen mücadele anılarını dinledik paylaştık. Bir gün sonra Selahattin Bey Diyarbakır’a gitti ben ise Ankara’daydım.     O anda Selahattin Başkan aradı. Dedi ki 'Bizim eve geldiler.' Ben de dedim bizim eve de gelmişler şu anda kapıdalar. Demek ki dedim merkezi bir operasyondur. 'Hadi o zaman hepimize kolay gelsin' diyerek, telefonları kapattık.   4 Kasım gecesi neler yaşandı? Siz de Ankara'da gözaltına alınıp Diyarbakır'a götürüldünüz. O gece Ankara-Diyarbakır hattında neler oldu?    O gün biraz rahatsızdım erken yatmıştım. Telefon çalınmış duymamışım. Sonra üzerine bir de kırılırcasına bir kapı sesi gelince, kalktım bir yandan kapı çalınıyor bir yandan telefon susmuyor. Şöyle bir arayanlara baktım ailemden arayanlar var, fakat Selahattin Başkanın bir iki cevapsız çağrısını gördüm. O anda Selahattin Başkan aradı. Dedi ki 'Bizim eve geldiler.' Ben de dedim bizim eve de gelmişler şu anda kapıdalar. Demek ki dedim merkezi bir operasyondur. 'Hadi o zaman hepimize kolay gelsin' diyerek, telefonları kapattık. Uzun bir süre polis kapıda tuttum. Meclis Başkanının gelmesini istedim. Yapılan işin usulsüz olduğunu söyledim. Kapıyı kıracaklarını söylediler. Daha sonra ilgili mahkeme kararını görmek istedim. Bir de kameraya alıyorlardı. Bir polis koridorda yüksel sesle hakkımdaki suçlamayı tüm apartmana duyuracak şekilde okuyordu. Komşulara daha fazla rahatsızlık vermeyelim dedik. O ara bu hukuksuzlara tanıklık etmesi için Mithat Hocayı (Sancar) aradım. Mithat Hoca kapıya gelince daha doğrusu bir tanığın gelmesiyle kapıyı açtım.    Size yaklaşımları nasıldı?    Herhangi bir hoyratça davranışları olmadı saygılı davranıyorlardı. Ama o apartmanda bağıran polis dışında. Oradan Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün bir birimine götürüldüm. Bir spor salonu gibi bir yerdi. Orada Abdullah Zeydan vekil vardı. Orada üzerimi aramak istediler, arayamayacaklarını söyledim. 'Üzerinizdekileri kayda geçirmemiz lazım' dediler ancak tutanağı kendim yazdım. Telefonumun şifresini istediler vermedim. Bunlar için savcı buraya gelsin ve bana yazılı bildirimde bulunsun deyince fazlaca ısrar etmiyorlardı. Sonra Figen (Yüksekdağ) Başkan geldi. Aynı şekilde aynı tutumu o da gösterdi. Sonra İdris (Baluken) Başkan geldi. Sonra biz 4 kişi olunca bir doktor muayenesi gibi bir şey oldu. O arada şahıs herhalde emniyet doktoru idi ya da mesleğine saygısı olmayan biriydi. Çok normal bir şekilde 'Herhangi bir darp izi falan var mı' deyince, ben 'Sen kimsin' dedim. Önce kendi mesleğine bir saygın olsun kendini tanı dedim. O muayeneden sonra da havaalanına götürdüler. Sonra uçağa bindirdiler malum.    Ama uçağa binme fobiniz vardı.    Sabaha karşı saat 4 civarında 400 kişilik bir uçağı biz 4 kişi için kaldırdılar. 5’e çeyrek kala sanırım Diyarbakır’a indik. Düşündüm o ara dedim ben o saate yola çıkmış olsam ancak Ankara Gölbaşı’na ulaşmıştım şimdi.   Evet, çok uzun bir aradan sonra ilk defa biniyordum. Sürekli görüntüye almaya çalışıyorlardı. Muhtemelen bir panik falan şeyi beklediler. Onu da göstermeyince kayıt almayı bıraktılar. Uçakta da dedim ya büyük bir kolaylıkmış. Çünkü sürekli Ankara-Diyarbakır arası gidip geliyorum. Sonra sabaha karşı saat 4 civarında 400 kişilik bir uçağı biz 4 kişi için kaldırdılar. 5’e çeyrek kala sanırım Diyarbakır’a indik. Düşündüm o ara dedim ben o saate yola çıkmış olsam ancak Ankara Gölbaşı’na ulaşmıştım şimdi. (Gülüyor)    O geceden sonra bindiniz mi?   Yok. Arkadaşlar şaka yapıyorlar; bir kere bindin artık bin. Siz de silah dayarsanız belki binerim diyorum.   4 kişiye 400 kişilik uçak, helikopterler, hatta zırhlı araçlar kullanılmıştı.    Tabi canım bu hükümetin bir organizasyonuydu. Hazırlıkları da ona göre yapmışlardı.    Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldünüz. Siz gözaltındayken orada da bir patlama oldu. O sırada neler yaşadınız?    İdris Baluken ve Abdullah Zeydan vekilimizi, havaalanından doğrudan Bingöl ve Hakkâri’ye götürdüler. Benle Figen Başkanı da Diyarbakır TEM’e götürdüler. Biz Diyarbakır TEM’e giriş yaptığımız zaman Selahattin Bey, İmam Taşçıer ve Ziya Pir'i de adliyeye götürülüyorlardı. Yani onlar çıkarken biz emniyete giriş yaptık. Önce bizi yan yana iki odaya yerleştirdiler. Daha sonra biz oradan çıkartıldık, koridorun sağ tarafındaki iki odaya alındık. O ölüm hadisesi bizim çıkarıldığımız odanın olduğu yerde yaşandı. Ölümlerden birisi. Tesisatçı olarak çalışan bir emekçiydi hatırladığım kadarıyla. Orada hayatını yitirdi. Ben tam sandalyeye oturmuştum, işte böyle patlama gibi bir şey oldu. Tavana yakın olan pencere komple sökülüp içeriye geldi. Camlar falan ne varsa. Boğazıma bir cam parçası gelmişti, hafif bir yaralanma olmuştu. Bir de asma tavan çöktü. Öyle bir şeyin altından çıktık. Benim başımda bir erkek polis, Figen Başkanın da başında bir kadın polis vardı. O ayakta olduğu için patlamadan daha fazla etkilendi. Sonra yaklaşık 10 dakika süren silah sesleri geldi. Ardından bizi koridora çıkardılar. Büyük bir panik, koşturmaca, yararlılar, hayatını kaybedenler... Ben Figen Başkana seslendim. 'Figen Başkan iyi misin? Ne durumdasın' diye. Çünkü bulunduğum yerde onu göremiyordum. Yüksek sesle ben ona seslenince epey küfürlü hakaret ve saldırıya maruz kaldım. Figen Başkan ve bana küfürler, 'Şehitlerimiz var sen Figen Başkanın derdindesin' benzeri laflar. Ondan sonra bize dönük sözlü saldırı, küfür ve hakaretler çoğalınca müdür ve amir olduğunu düşündüğüm birkaç kişi gelerek etrafımıza bir koruma duvarı ördüler. Onlara da talimat verdiler; 'Silahlı-silahsız hiçbir polis bunlara yaklaştırılmayacak' diye. Hemen onun ardından da bizi o enkazın arasında yürüterek, sataşma ve hakaret arasında adliye götürdüler.    Adliyede neler oldu?    Savcılık ve mahkeme aşamasında ortak savunmamız vardı. O ortak savunmamızda bir paragraf üzerinde ittifak ettik. O ortak savunmayı söyledikten sonra da savunma anlamına gelmeyen genel değerlendirmeler yapabiliriz diye konuştuk. Genel değerlendirme kısmında da tam da işin bu boyutuna işaret ettiğimiz için o gün gözaltına alınan yani Diyarbakır’da savcılık ve mahkeme önüne çıkartılan herkesin bu ortak savunma metnimizdeki bu operasyonun siyasi niteliğine yaptığımız vurgudan dolayı 'Cumhurbaşkanına hakaretten' ayrı bir fezleke düzenlendi.    Bir yıl geride kaldı. 27 milletvekilli 67 kez gözaltına alındı. ‘Siyasi iktidarın organizasyonu’ diyorsunuz, peki yargının tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?    Siyasi iktidar OHAL ve mahkemeler eliyle kendini ayakta tutuyor. Bu ikisinden birisi üzerindeki bu mevcut tahakkümleri bir santim gerilese ortada hükümette kalmaz, iktidar da kalmaz. Yönetebilme imkan ve kabiliyetlerinin tümünü yitirmiş durumdalar.   Bu konuda örnek çok, en güncel örneğinden başlayayım. Yargının kendi bağımsızlığını koruyamadığına dair birçok örnek var. En günceli Selahattin Başkanın SEGBİS ile ifade vermek yerine mahkeme salonuna gelme isteğinin Adalet Bakanlığı tarafından ileride büyük bir dava konusu olabilecek yani bu memlekete demokrasi geldiğinde o kararda imzası olan, kararı aldığı halde bir şey yapmayan herkes ağır hak ihlallerinin sanığı olacaklardır. Hüküm giymemiş ve bu ülkede 6 milyonun temsilcisi olan bir siyasi halk temsilcisine bir düşmanlık diliyle böyle bir değerlendirme yapıyor. Kayseri Mahkemesi de duruşma salonuna getirilmesine karar vermişti. Şimdi ne yapacaklar? Bu mahkemeler ne kadar bağımsız göreceğiz. Bir sanığın kendini mahkemede savunmaktan daha doğal bir hak olabilir mi?    Yine İdris Baluken'in tahliye edildikten sonra yeniden tutuklanması meselesi de yargının içerisine düştüğü durumun açık ifadesidir. Hakkındaki bütün suçlamalar uzun araştırmalar sonucu değil çok basit bir düzlemde tuzla buz olmuş durumda. 'Sen falanca cenazeye katılmış' diyor ama o gün tüm gün Meclis'te olduğu kayıtlarda var. Emniyet ‘Böyle bir twittine rastlamamışız’ diyor. Bu şartlar altında oy birliğiyle tahliye edildi. 15 gün o itiraz süreci, ki bu da ilk defa oluyor. Mahkemenin tutuklama talebine itiraz edilebilir ama ağır ceza mahkemesinin oy birliğiyle verdiği bir tahliye kararına bir savcı başka bir mahkemeye ilk defa bozdurma kararı çıkardı. UYAP'a da son dakika konularak İdris Bey ameliyattayken hakkında yeniden tutuklama kararı çıkarıldı.    Sadece bu resimden birisi diyorsa ki 'Bu mahkemede hukuka güvenin.' Buyurun siz güvenin size hayırlı uğurlu olsun, siz güvenin. Siyasi iktidar OHAL ve mahkemeler eliyle kendini ayakta tutuyor. Bu ikisinden birisi üzerindeki bu mevcut tahakkümleri bir santim gerilese ortada hükümette kalmaz, iktidar da kalmaz. Yönetebilme imkan ve kabiliyetlerinin tümünü yitirmiş durumdalar.    Anayasa Mahkemesi'ne de başvuru yapıldı. Ancak neredeyse bir yıldır başvuruya ilişkin içtihatları olmasına rağmen karar çıkmıyor.    Ayıptır. Hukukun gereğini yapsanız size ne yapabilirler. Bu dirayette çıkıp 'Bizim önceden verilmiş bir kararımız var' diyemiyorlar. Onun için AYM bu ülkede kendisini imha etmiştir. Yarın tutuklansam AYM'ye hiçbir müracaatta bulunmam.   Çok üzülüyorum. Samimi hissiyatımı söylüyorum. Orada tanıdığım üyeler var. Duyduğum öfkenin yanında duyduğum diğer bir duygu tek kelimeyle üzüntü. İnsan kendini bu duruma düşürür mü? Siz bir ömür akademide ya da hukuk süreçlerinde bir yere gelmişsiniz ve bu yer Türkiye'nin primitif yerlerinden birisi ve siz daha önce verdiğiniz kararı ağzınıza almaya cesaret edemiyorsunuz. Sizin çocuklarınız var, gelecekte anılacaksınız onların namı hesabına üzüntü duyuyorum. Ayıptır. Hukukun gereğini yapsanız size ne yapabilirler. Bu dirayette çıkıp 'Bizim önceden verilmiş bir kararımız var' diyemiyorlar. Onun için AYM bu ülkede kendisini imha etmiştir. Kendi adıma konuşayım; yarın tutuklansam AYM'ye hiçbir müracaatta bulunmam.    Dokunulmazlıkların kaldırılmasında CHP'nin tutumu da eleştiri konusu olmuştu. Hatta 'Dokunulmazlıklar kalkarsa CHP'liler de tutuklanır' değerlendirmesi yapmıştınız. Nitekim aynı durumla karşı karşıya kaldılar...   CHP bundan ders çıkardı. Eğer Adalet Yürüyüşünü gerçekleştirmeseydi Kılıçdaroğlu da içerideydi. Bu gibi durumlarda en önemli karşı çıkış zemininiz bu itiraz ve direniş cephesini geniş tutmaktır. Nitekim parti ismi zikretmeden salt adalet kavramı içinde bütün ülkeye çağrı yaptı. Bu çağrı da önemli oranda karşılık buldu. Operasyon orada durdu. Fakat bu orada duracak anlamında değil.    CHP'de önemli bir aydınlanma yaşandı. Keşke bu kadar maliyeti bize ve ülkeye ağır bedeller olmasaydı. Bunun daha olumlu anlamda seyredeceğini düşünüyorum. CHP'ye en eleştirel bakan insanlardan biri olarak söylüyorum. Orada gerçekten sol-sosyalist özlü insanların öngörüleri doğru çıktıkça parti içerisindeki etki alanları ve ağırlıkları da artmıştır.     İtiraz çıkışıyla bu operasyon durdu dediniz. Siz böylesi bir itiraz hareketini oluşturamadınız mı?    Biz belediyeler gasp edilirken bu duyarlılığı ve bu dinamizmi sağlayabilseydik operasyonlar böyle seyretmeyebilirdi. Gerekçelerimiz var fakat biz gerekçelerin, mazeretlerin arkasına sığınarak siyaset yapamayız.   Evet, biz oluşturamadık. Bunun özeleştirisini kendi adıma veriyorum. Çünkü süreç bizimle birlikte başlamadı. Biz belediyeler gasp edilirken bu duyarlılığı ve bu dinamizmi sağlayabilseydik operasyonlar böyle seyretmeyebilirdi. Gerekçelerimiz var fakat biz gerekçelerin, mazeretlerin arkasına sığınarak siyaset yapamayız. Bu ülke bütün HDP ve onun dostları üzerinden 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki süreçte ve sonrasında bir silindir gibi geçti. Düşünün 5 bin yöneticisi tutuklanmış bir siyasal partiden bahsediyoruz. Bütün bunlar kayyum rejimine geçilirken toplumsal bir muhalefetin örgütlenmesinin önüne geçmek için atılmış adımlardı. Vekillerin tutuklanması, vekillerin tutuklanmasına itirazla önlenebilecek bir şey değildi. Vekillerin tutuklanması halkın diğer seçimleri hatta bizden daha önemli seçilmişlerinin -yerel iktidar olan- tutuklanması sürecine nitelikli ve toplumsal bir itirazı oluşturabilseydik, dönüştürebilirdik. Büyük bir baskı vardı. Halkı direk HDP etkinliğine gidersen canınla ödersin noktasına getirdiler. Bunlar bir mazerettir fakat bizler bu mazeretin arkasına sığınmaya hakkı olmayan insanlarız. Daha yaratıcı yol ve yöntemler bulmakla mükelleftik. Başta kendimi katarak söylüyorum; bulamadık, geliştiremedik.    Halen HDP'li 9 milletvekili tutuklu, ceza alanlar da var. Yakın zamanda durumlarında bir gelişme olabilir mi?    Bu hükümetten ve bu yargıdan hiçbir beklentim söz konusu değildir. Bu hükümet yargıyı tamamen denetim altına almıştır. Hükümette bu meseleyi hem ulusal hem de bölgesel ölçekte Kürde düşmanlık temelinde bir yaklaşım olarak benimsemiş durumda. Dolayısıyla kendi adıma hükümetle, diplomasi ya da AYM ile gelişecek hiçbir şey olduğunu düşünmüyorum. AİHM bu yıl bir karar verebilir. Buna dönük bir umudum var. Hükümetin tüm bu uzatma çabalarına rağmen bir karar çıkacak diye düşünüyorum. Fakat bu çözüm değildir. Çözüm bizim örgütlülüğümüzü, yaralanan ve hırpalanan bütün örgütlenme alanlarımızı süratle yeniden tahkim etmek, o güç ve dinamizmi birlikte oluşturmaktan geçiyor. İçerideki arkadaşımızı çıkartacak olan da budur.   MA / Hayri Demir - Selman Güzelyüz