Zeytun: İmralı tecridi insan hakları krizidir 2021-11-29 09:03:54 DİYARBAKIR - İmralı tecridinin insan hakları krizi olduğunu belirten İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Abdullah Zeytun, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere uyarak, tecridi sonlandırılması gerektiğini söyledi.  İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi’nde ağır tecrit koşullarında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan için avukatların yaptığı görüş başvuruları ya reddediliyor ya da yanıtsız bırakılıyor. 8 aydır hiçbir şekilde haber alamadıkları müvekkilleri için Bursa İnfaz Hakimliği ve Adalet Bakanlığı, bakanlığa bağlı kurumlar, Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na başvuran avukatlar, yine İnsan Hakları Derneği’nin de (İHD) aralarında bulunduğu çok sayıda ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütüne “yerinde inceleme” talebinde bulundu.    İmralı tecridi ve yanıtsız bırakan başvurulara dair değerlendirmelerde bulunan İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Abdullah Zeytun, Öcalan ile İmralı’da bulunan diğer tutukluların hukuki dayanağı bulunmayan bir uygulamayla karşı karşıya olduğunu söyledi. Hem temel hukuki haklarının kullanılmasının hem de yaşam haklarına ilişkin bilgilenmenin önünde engel olduğunu belirten Zeytun, “Fakat orada kalan insanların temel haklarının yanı sıra evrensel hukukça korunması gereken avukat görüş hakkının, aileleriyle yakınlarıyla iletişim hakkının ve bununla birlikte dışarıdaki çevreyle bir iletişim hakkı da olmalı. Bu konudaki bütün engellemeler hukuka aykırı, bunu ifade ediyoruz, etmeye de devam edeceğiz. Hak temelli çalışan bir kurum olarak, bu konudaki bütün mahpusların ayrımsız bir şekilde İnfaz Kanunu’nda ve Anayasa’da alınan tüm haklarının korunması gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle Sayın Öcalan ve diğer tüm mahpusların da tüm haklarının kullandırılması gerekiyor” diye belirtti.    ADALET BAKANLIĞI CEVAP OLMALI   Öcalan’dan 8 aydır hiçbir şekilde haber alınamamasını “hukuki aykırılık” olarak tanımlayan Zeytun, “Öcalan’ın avukatlarının bizim gibi kurumlara yaptığı başvurularında ifade ettiği üzere sağlık ve diğer haklarına ilişkin temel kaygılarını anlamak gerekiyor. Adalet Bakanlığı bu konuda hem avukatların hem de ailelerin başvurularına ve beklentilerine cevap olmak zorunda. Keza TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nda yer alan vekillerden ve hak örgütlerinden oluşan bir heyetle İmralı Cezaevi’ne gidilerek, mahpuslarla görüşülmesi, bütün mevcut durumun yerinde görülmesi gerekiyor. Bu konudaki taleplerin hem Adalet Bakanlığı hem de Meclis düzeyinde karşılanabilir olması gerekiyor” diye konuştu.   POLİTİK UYGULAMALAR    Ulusal ve uluslararası kurumların tecride karşı etkin bir tutum içerisinde olmadığı eleştirisinde bulunan Zeytun, “Ne yazık ki süregelen bir işlevsizlik örneği olarak hem tecride ilişkin hem de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 30 Kasım’daki gündemine ilişkin ‘umut hakkı’ bağlamındaki konularla ilgili ulusal ve uluslararası mekanizmaların çok da etkin olamadığı durumu söz konusu. Bu bağlamdaki kararların uygulanmaması, hukuki ve insan hakları krizinin bir yansıması olarak değerlendirmek gerekiyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önündeki dört dosyanın da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce (AİHM) Türkiye’yi ihlal eden dosyalardır. Bu ihlal kararlarının yerine getirilmemesi, şüphesiz hukuki dayanaktan yoksun bir politik uygulamadır” dedi.   SÖZLEŞMELERE UYULMALI   Komitenin emsal nitelikte değerlendirecek bir uygulamaya karar verebileceğini vurgulayan Zeytun, “Bu hususta genel merkez olarak sunduğumuz cevap metninde de bunu ifade etmeye çalıştık. Talebimiz; komitenin AİHM’nin içtihatları ve komitenin de kendisine işleyiş açısından yüklediği misyon gereğince Türkiye’den bu kararların uygulanmasını istemesi. Biz böyle bir kararın çıkacağını düşünüyoruz” dedi. Zeytun, Türkiye’nin uluslararası sözleşmelere taraf olması nedeniyle hem konseyin hem de komitenin kararlarına uymakla yükümlü olduğunu hatırlattı.   TÜRKİYE’NİN TAKDİR YETKİSİ YOK   Anayasa 90’ncı maddesine atıfta bulunarak, Türkiye’nin takdir yetkisi bulunmadığını belirten Zeytun, şunları söyledi: “Uluslararası hukuki mekanizmaların ve işleyişin öngördüğü şekliyle davranmakla yükümlü. Aynı zaman da hukuki devlet olma iddiasının da temel ölçütlerinden biri. Türkiye halen bu iddiasını uluslararası alanda sürdürmek ve ifade etmek istiyorsa, bağlayıcı olduğu sözleşmelerin de gereğini yerine getirmeli. Dolayısıyla bu konsey ve diğer kararların da en kısa sürede uygulanmalı.”   KEYFİ İNFAZ REJİMİ   İmralı’da tecridinin hukuki standardın ötesine geçen bir uygulama olduğunu belirten Zeytun, “Kanuni bağlayıcılık ve herkes için ayrımsız hakların kullanımı konusunda tümüyle bunları bertaraf etmiş bir uygulama. Her mahpus gibi İmralı’da kalanların da avukatlarıyla, aileleriyle ve hapishane dışındakilerle iletişim kurma hakkı bulunmaktadır. Ama bildiğimiz gibi bu temel haklar İmralı için şuan sınırlandırılmış durumda. Ceza İnfaz Kanunu’na aykırılık ile uygulanan ve o kanunun dışına da taşan keyfi infaz rejimi, arka planında ise daha çok siyasal tartışmaların güdümünde giden bir infaz rejimi söz konusu. Bir hukuksuzluğun olduğu ortada, bunun yanında siyasal sosyal alana da etkisi olan çok boyutlu bir mesele var” şeklinde konuştu.    KAPSAMLI HUKUKİ ENGELLEMELER   Hukuki çözümün sağlanmadığını ifade eden Zeytun, şöyle devam etti: “Son dönemde tanık olduğumuz otoriter ve güvenlikçi politikaların, en temel hakların askıya alındığı ve tanınmadığının bir örneğini İmralı’da görüyoruz. Bu açıdan özellikle hem Sayın Öcalan’ın çatışmasızlık sürecindeki etkisini ve bu süreç boyunca Kürt sorunu başta olmak üzere temel meselelere olan yaklaşımını da göz önünde bulundurduğumuzda, çok boyutlu kapsamlı bir hukuki engellemeler var. Mahpusların bu itirazlarına karşı hücre cezası alabildikleri, bütünüyle iletişim olanaklarının kesildiği, sosyalleşme haklarının alındığı bir uygulamayı görüyoruz. İletişim yasakları, sosyalleşememe ve hücreye konulma meselesinin birer tecrit türü olduğunu görmek gerekiyor.”    ‘TECRİT SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİL’   Tecridin sürdürülebilir olmadığını dile getiren Zeytun, “Bütün hak meselesinin özelinde değerlendirecek olursak, bunlar tümüyle mahpusların temel haklarının askıya alınması ve bu süreçte kendilerine yeni bir infaz rejiminin dayatılma süreci. Hasta mahpuslara yönelen hukuksuzluk başta olmak üzere; hasta mahpusların tahliyesi önündeki engellere, ATK’lerin (Adli Tıp Kurumu) durumuna, savcılıklara geniş takdir yetkisinin tanınmasına, toplum güvenliği bakımından tehlike kriteri gibi soyut ve sübjektif değerlendirmelerin tümünün ortadan kaldırılmasına yönelik çabamız devam edecek. En kısa sürede bütün bu hakların kullanımın önündeki engellerin kaldırılması gerekiyor. Yine Sayın Öcalan’ın haklarının ve hukuki süreçlerinin ayrımcı şekilde değerlendirmeden, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir birey gibi haklarının kullanılmasının engellenmesi, hukuk ve hak temelli her kesimin gündeminde olmalı” dedi.    MA / Eylem Akdağ