Avukat Şakar: Kürt meselesinin çözümü için PKK yasağı kalkmalı 2022-05-25 09:06:02   DİYARBAKIR - Kürt sorununun demokratik çözümü için PKK üzerindeki yasağın kaldırılması gerektiğini vurgulayan avukat Mahmut Şakar, “Avrupa da çözümde samimiyse terör söylemine dayalı siyasetten vazgeçmeli" dedi.    Almanya’da 26 Kasım 1993 tarihinden bu yana devam eden PKK yasağına karşı harekete geçen avukatlar Dr. Peer Stolle ve Dr. Lucas Theune, 11 Mayıs'ta İçişleri Bakanlığı'na başvuruda bulundu. Başvuruda, Almayan'da yaşayan Kürtlerin kriminalize edilmesi, Kürt siyasetçi ve aktivistlerin yargılanması, PKK'nin sembol ve bayraklarının yasaklanmasına yol açan yasağın iptali istendi. PKK’nin yasaklı listeden çıkması için uzun yıllardır mücadele veren Uluslararası Hukuk ve Demokrasi Derneği'nin (MAF-DAD) Yönetim Kurulu üyesi Mahmut Şakar, PKK yasağı ve buna dair yapılan başvurulara dair sorularımızı yanıtladı.     PKK’nin yasaklı listeden çıkartılmasına dair yaptığınız çalışmalara geçmeden önce, Almanya'nın 29 yıldır ısrarla sürdürdüğü yasak nasıl başladı ve nasıl devam ediyor?     PKK’yle başlayan modern bir Kürt mücadelesi söz konusu. 1984’ten sonra Kürt halkı ve PKK’nin mücadelesi, silahlı mücadele şeklinde devam etti. Bu süreçten sonra NATO adına Kürt özgürlük mücadelesine tavır koyan ilk ülke Almanya oldu. Almanya’nın Kürt topluluğuna ve Kürt siyasi hareketine yaklaşımı 80’li yılların ortalarına kadar götürülebilir. 1988’den itibaren Kürt siyasetçilerine yönelik gözaltı, tutuklama, siyasal ve toplumsal çalışmalarına engel çıkarma gibi uygulamalar günümüze kadar devam etti. Bu açıdan Almanya’nın kriminalizasyon siyasetinin, PKK’nin tarihi kadar eski olduğunu söyleyebiliriz. Pek çok yorumcu Almanya’nın bu erken yaklaşımını biraz NATO’nun yaklaşım olarak değerlendiriyor.      Almanya’nın kriminalizasyon siyasetinin, PKK’nin tarihi kadar eski olduğunu söyleyebiliriz. Almanya’nın bu yaklaşımı NATO’nun yaklaşım olarak değerlendiriliyor.    Almanya’nın 88’den 93’e kadar ki yaklaşımı baskı, gözaltı ve tutuklamalarla devam etti. Bu sürecin en önemli adımlardan bir tanesi 1989'da başlayan ve onlarca Kürt siyasetçinin yargılandığı ve 94’e kadar süren Düsseldorf yargılanmalarıdır. Bugüne kadar PKK’yle ilgili gerçekleştirilen en kitlesel yargılamadır. Bu yargılamalardan sonra Almanya İçişleri Bakanlığı, 26 Kasım 1993’te PKK‘nin ve faaliyetlerinin yasaklandığına dair bir genelge yayınladı. Bu genelge kapsamında, o dönem aktif olarak faaliyet yürüten Kürt dernekleri, haber ajansları kapatıldı. Kürt toplumunun yaptığı pek çok eylem Almanya tarafından bu 93 yasağının ihlali olarak değerlendiriliyor. Daha sonraki süreçte, yani 1993 ile başlayan süreç daha belirleyici bir döneme denk geldi ve ondan sonra da bu yasak çeşitli gerekçelerle değiştirildi.    Örneğin 2002’de Alman Ceza Kanuna 129’uncu maddesine bir madde eklendi: 129-B maddesi. Bu madde, uluslararası bir terör örgütünün üyesi olmak suçunu düzenliyordu. 2010’dan sonra bu madde PKK’ye karşı da uygulanmaya başlandı. PKK yöneticisi veya üyesi olduğu düşünülen insanlara karşı bu yönlü onlarca dava açıldı, yargılamalar ve tutuklamalar geliştirildi. Günümüze kadar giderek güncellenen ve artan bir yasak söz konusu. Bu Almanya’nın da Almanya’daki muhalefetin ve Kürt toplumunun da en önemli gündemi haline geldi.   PKK neden listeye alındı? Bu sürecin emperyalist güçlerin “terörizm” manipülasyonuyla nasıl bir ilişkisi var?    Özellikle 2001 yılında ABD’deki ikiz kuleler saldırısından sonra 'terörizm' söylemi tüm dünyada ana küresel bir konsepte dönüştü. Bu söylem karşısında Avrupa Birliği (AB) 'terör listesi' düzenledi ve bu listeye PKK de 2002’den sonra dahil edildi. Ama Almanya, tüm bu süreçlerden önce PKK’ye karşı, tüm Kürt toplumunun yürüttüğü demokrasi ve özgürlük mücadelesine karşı bir kriminalizasyon ve yasak merkezli siyaset başlatmıştı.    "Terör" kavramı politik alanda nasıl bir araç olarak kullanılıyor, bunun hukuki bir temeli var mı?      Bu kavram politik bir kavram. ABD ve emperyal güçler, 11 Eylül saldırısından sonra 'terör' söylemini, tüm muhalif kesimlere karşı yaptıkları saldırıları meşru tanımlayabilecekleri bir örtüye dönüştürdü.    Terör, terörizm ve terörist kavramları, hukuksal anlamda hukuksal kıymeti olan kavramlar değil. Öncelikle politik kavramlardır ve zamana, yere, ülkeye göre de değişik şekillerde yorumlanır. Hiçbir ülkede hiçbir toplumsal zeminde üzerinde ortak bir konsensüse varılmış terör ve terörizm kavramının olmadığını söyleyebilirim. Son derece de muğlak bir kavram. Bu muğlak oluşu da bilinçli bir tercihtir. Devletlerin kendisine muhalefet eden güçleri terör ve terörizm kavramlarıyla mahkum ederek, tanımlayarak, etiketlendirerek aslında onları gayrimeşru pozisyona taşımayı ve onlara karşı her türlü yönelimi haklı göstermeyi sağlayacak bir kavram. Özellikle milata vurgu yapmam lazım; 11 Eylül 2011’deki ABD’deki saldırıdan sonra 'terör' üzerine söylem adeta farklı bir evrim geçirdi. ABD ve emperyal güçlerin kendilerine karşı tüm muhalif olan kesimleri tanımlayabilecekleri, gayri meşru gösterebilecekleri ve onlara karşı saldırıyı meşru tanımlayabilecekleri bir örtüye dönüştü. Bu küresel siyaset, kendisini hemen pratik olarak ortaya koydu. BM’ye dayatıldı, BM kendi terör listesini oluşturdu ve ardından AB'ye dayatıldı. O da kendi listesini oluşturdu. Pek çok ülke de kendi listesini oluşturdu. Artık her ülke kendisini rahatsız eden bu kesimlere karşı 'terör' söylemini kullandı.    PKK’nin emperyal ülkeler tarafından “terör” listesine alınması sonrası Türkiye’nin Kürtlere yöneliminde nasıl bir değişim oldu?    Günümüzde bu küresel siyaset ve terör söyleminin etkisinin azaldığını, oldukça teşhir olduğunu söyleyebilirim. Ama Türkiye gelişen bu terör söylemini PKK ve Kürt halkına karşı çok yaygın ve derin bir şekilde kullanmaya çalıştı. Terör ve terörizm kavramları daha bilinmeden önce Kürt isyanlarına katılanlar, ‘eşkıya’, yani günümüzün terörist kavramlarına benzer anlamlarına gelebilecek anlamlarla etiketlendi. Türkiye, PKK’yi ve verdiği mücadeleyi de terör ve terörizm olarak nitelendirerek, tarihsel bağlamından koparmak istedi. Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleşen 28 Kürt isyanına karşı nasıl bir dil kullandıysa, nasıl gayri meşrulaştırıcı ve politik olmayan bir yaklaşım sergilediyse, PKK’ye de benzer bir dille yaklaştı.     Neden?   Türkiye, Kürt meselesini inkar etmek açısından böyle bir tanımlamayı uygun buldu. Dikkat ederseniz 40 yıldır ısrarla süreç ne olursa olsun, hangi iktidar hükümette olursa olsun; Hükümetler, devlet mekanizmaları, devlet zihniyetine sahip basın yayın organları ve akademisyenler bir bütün olarak PKK’yi terörist bir hareket olarak tanımlamaya özen gösterdi. Kurdukları dış ilişkilerin temeline de bunu aldılar. Hangi ülkeyle ekonomik ya da siyasal ilişki geliştirdilerse de, ön koşul olarak PKK’nin o ülke tarafından terörist olarak tanımlanmasını gösterdiler. Örnek olsun diye söyleyeyim; Yeni Zelanda’da toplasanız 10 Kürt yoktur. Ama Erdoğan’ın oraya yaptığı ziyaretten sonra Yeni Zelanda’nın kendisi de bu pazarlığın sonucu olarak PKK’yi kendi terör listesine aldı. Dolayısıyla Türkiye sadece kendisi bu kavramı kullanmadı. Tüm dünyada bunu pazarlayan, dayatan ve bunu ilişkilerin merkezine alan bir tutum izledi. Bunu öyle bir merkeze aldı ki doğal tanım olarak adeta Kürt tanımı ve Kürt meselesinin yerine terör kavramını ikame etmek istedi. Ama Kürtler ve PKK açısından bu söylemlerin bir değeri yok. Politik mesele ve inkarcı yaklaşımın bir parçası olarak ele almak lazım.     Emperyal devletlerin "terörist" olarak nitelendirdiği PKK'yi, Türkiye ve Ortadoğu’daki halklar "özgürlük savaşçıları" olarak görüyor. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?   Terör yaklaşımı, kolonyalist bir güç olarak Türkiye'nin temel yaklaşımıdır ve tüm Batı cenahıyla bu şekilde bir ilişki kuruyor. PKK’ye karşı kullanılan bu söylemi başta ABD ve İngiltere olmak üzere küresel hegemonik güçlerin Türkiye ile birlikte yaptıkları bir tanımlama. Bu söylem aslında yüz yıllık Kürt inkarcılığını ve Kürdistan’ın parçalanmasını da meşrulaştıran bir yaklaşımı ortaya koyuyor. Dolayısıyla küresel güçlerin, ABD’nin ve batının bu söylemini, onların Kürt meselesini tanımlaması olarak ele alıyorum. Aslında bu PKK’den ziyade Kürt meselesine yaklaşımlarının bir parçası olarak görülmeli. Kürtlerin parçalanmasını ve bugüne kadar statüsüz bir şekilde yaşamasına neden olan küresel hegemonyanın güncel dili ve söylemidir. Bunu böyle görmek lazım. Bu söyleme karşı mücadeleyi de Kürt halkına dayatılan statüsüzlüğe, inkara ve parçalanmışlığa karşı bir mücadele olarak görmek gerekir.      Batı cenahının aksine Ortadoğu'daki pek çok halk ve Avrupa toplumu PKK'ye yönelik terör söylemini kabul etmiyor. Almanya'nın 30 yıllık 'yatırımı', Rojava Devrimi sonrası paramparça oldu.   Kürt halkı başta olmak üzere Ortadoğu'daki pek çok halk, Avrupa’daki sivil toplum örgütleri, siyasetçiler ve toplum PKK’ye yönelik bu söylemi kabul etmiyor, reddediyor ve buna karşı mücadele ediyor. PKK'nin Şengal’de Êzidî halkına yönelik soykırıma karşı Rojava’ya açtığı koridorla binlerce insanın yaşamını kurtaran tutumu, DAİŞ’e karşı mücadelesi, kadın özgürlük çizgisi, tüm halkları kuşatan ve milliyetçi olmayan kapsayıcılığı, halklar arası barışı ve ortak yaşamı ifade eden çizgisi özellikle Suriye’deki iç savaştan sonra daha da görünür hale geldi. Bu, hegomonik güçler ve Türkiye’nin PKK’ye karşı oluşturmak istediği bu söylemi ve buna dayalı siyasetin biraz daha parçalanmasına neden oldu.    Özellikle Almanya üzerinde konuşursak; 80’lerin ortasından itibaren Almanya’nın Kürt toplumuna karşı uyguladığı baskıcı politika toplumda da etki kazandı. Giderek neredeyse ‘Kürt eşittir teröristtir’ gibi bir imajı da inşa etmeye çalışmışlardı. Rojava Devrimi sonrası PKK’nin ve Kürt vizyonunun tüm dünya halkları tarafından görünür olmasıyla Almanya’nın bu 30 yıllık 'yatırımı' da boşa gitti. Yani ‘Kürt eşittir terörist’ söylemi 2010’lardan sonra toplum nezdinde paramparça oldu.    Devletlerin bu tutumu halklara rağmen devam edebilir mi? Sizce bu durum nereye evrilir?   Türkiye’nin de parçası olduğu NATO gibi küresel hegemonik güçler, Kürt meselesini ve PKK’yi terör ve terörizm içine sıkıştırmak istiyor. Böyle bir damar var. Bu damar yer yer zayıflasa ve etkisini yitirse de devam eden bir çizgidir. Ama diğer taraftan 2012-13’ten sonra PKK’nin ve Kürtlerin mücadelesinin küresel bir hal almasıyla, ilerici bir insanlık mücadelesi olarak görülen bir Kürt görünümü söz konusu. Böylesi iki damardan bahsedebiliriz. Halklar ve ilerici tüm kesimler, PKK’yi bugün bir özgürlük savaşçısı olarak görüyor. Onun ilerici damarına değer veriyor, bununla dayanışmada bulunuyor. Ama diğer taraftan geleneksel çizgi de bir şekilde kendisini yaşatmaya çalışıyor. Bu iki damar arasındaki makasın da gün geçtikçe büyüdüğünü söyleyebilirim.   Almanya'da PKK yasağına karşı hukuki bir başvuru yapıldı. Sizin de uzun süredir bir çalışmanız söz konusu. Almanya’daki kitle örgütleri ve toplum bu soruna nasıl yaklaşıyor?    Almanya’da bizim bahsettiğimiz hukuksal durum dışında bu yasağa ve kriminalizasyona karşı bir mücadele var. Birçok Alman örgütü, sivil kurumu bu yasağa karşı çalışma yürütüyor. Kamuoyunda belli bir etki yaratmaya çalışıyor.  Yürüttüğümüz bu çalışma da kamuoyunda ciddi bir etki yaratan bir çalışma oldu. Kürt toplumu sadece Almanya’da değil, bütün Avrupa’da parlayan halk gerçekliğidir. Ciddi bir ilgi var. Dikkatle, ciddiyetle Kürt halkıyla ilgili gelişmeler takip ediliyor. Dolayısıyla bu kamuoyunda da önemli bir ölçüde yer kaplıyor. DAİŞ’e karşı tüm insanlık değerlerini koruyan PKK’nin Almanya’da yasak alıyor olmasına ilişkin sorular, çelişkiler ve tartışmalar kamuoyunda oldukça yer buldu. Bu çalışmalar biraz daha gelişir ve yaygınlaşırsa, hem sivil toplum örgütlerinin hem de halkın desteğini çok daha fazla alınabileceğini düşünüyorum. Zaten bu hükümet siyasetine belli bir tepki var. Bu çalışmalar kamuoyuna yansıdıkça, etkisi yayıldıkça bu yaklaşımlar çok daha gelişecektir.   PKK’nin yasaklı listeden çıkartılması ile Kürt sorununun çözümü arasındaki nasıl bir ilişki var? PKK listeden çıkartılırsa Kürt sorununun çözümüne katkısı ne olur?   Aslında PKK yasağını ya da PKK’nin “terör” listesine alınmasının Kürtler açısından önemi de buradan geliyor. 'Bu siyasetle Kürt meselesinin gidişatı bir biriyle ne kadar bağlantılıdır? Ya da Kürt meselesinin çözümüyle ilgisi ve bağı nedir?' gibi soruları can yakıcı ve ana sorulardır. Bizim bu meseleye bu kadar önem vermemizin temel nedeni de esasında burada yatıyor. Uzun zamandır bu çalışmaların içerisinde yer alan biri olarak; Bu durumu PKK yasağı ya da PKK’nin listeye alınması olarak değerlendirmiyorum. Bir bütünen Kürt halkının temel demokratik hak ve özürlüğünün yasaklanması olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Almanya’nın 80’lerin ortasından itibaren uygulanan politikalarına baktığımızda binlerce Kürdün çok mağdur edildiğini, Kürt halkının mücadelesinin görünür hale gelmesinin engellendiğini, ciddi ölçüde maddi ve manevi sıkıntılar yaşatıldığını ifade etmek istiyorum. Bu açıdan bu meselenin siyasal ve toplumsal sonuçları hukuki sonuçlarından çok çok ağırdır.      Türkiye, Kürtlere karşı yürüttüğü şiddet merkezli tüm uygulamalarını PKK’nin AB'nin 'terör' listesinde olmasına bağlıyor. Bu argüman elinden alındığında söyleyebileceği çok bir şey kalmaz.    Burada iki noktayı ifade etmek isterim; Birincisi terör söylemi ve yasaklamalar. Türkiye, Kürt halkına karşı yürüttüğü şiddet merkezli tüm uygulamalarını PKK’nin AB'nin 'terör' listesinde olmasına ve yasaklı olmasına bağlamaktadır. Örneğin Efrin’i işgal etmesi, demografisini değiştirmesi, Kürt halkını ana topraklarından uzaklaştırması, oralarda asimilasyonun yoğun bir şekilde uygulaması, yine 2015 ve 2016’da Kürdistan şehirlerinin ağır silahlarla bombalanması, yüzlerce insanın katledilmesi, gençlerin bodrumda yakılması… Bunların hepsini Avrupa’da ‘Biz teröre karşı mücadele ediyoruz, yasaklı bir örgüte karşı mücadele ediyoruz’ diye meşrulaştırmaya ve savunmaya çalışıyor. Yani bu argüman elinden alındığında aslında söyleyebileceği çok bir şey yok. Dolayısıyla bu açıdan baktığımızda Almanya’nın PKK yasağı ve AB'nin PKK’yi listede tutmasını biz Kürt halkına karşı uygulanan şiddet politikalarına bir destek olarak ele alabiliriz.    PKK'nin söz konusu listede yer almasıyla Kürler üzerindeki şiddetin de devam edeceğini mi söylüyorsunuz?   Evet, kesinlikle onu söylüyorum. PKK o listede durdukça, Kürdistan halkı üzerinde Kürdistan coğrafyası üzerindeki şiddet sürmeye de devam edecektir. Türkiye, meşrulaştırıcı bir güç olarak bu listeyi ve yasaklamayı kullanıyor. Bu açıdan baktığımızda Kürt halkının uğradığı tüm bu zulümlerin, baskıların, katliamın bir sorumlusu da Almanya’da bu yasağı düzeyenler ya da PKK’yi bu listede bugüne kadar tutan güçlerdir. Son derece stratejik bir mesele olarak görüyoruz. Aslında liste ve yasak pratiği Kürt meselesinin demokratik çözümün önünde de engel olarak duruyor.      Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl çözümü için PKK'nin listeden çıkarılması gerekiyor. Avrupa bu çözümde samimiyse terör söylemine dayalı siyasetten vazgeçmeli.    Dolayısıyla bunun aşılması ve PKK'nin listesinden çıkarılması, Kürt meselesinin demokratik, barışçıl çözümünün önündeki en temel engelinin bir tanesinin kalkması olarak değerlendirebiliriz. Barışçıl çözüm şansının daha da artacağını ifade edebiliriz. Eğer Avrupa ya da Almanya, Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl çözümünde bir parça samimiyse ilk yapacağı şeylerden bir tanesi bu terör baskısının, terör söyleminin ortadan kalkması, terör söylemine dayalı siyasetten vazgeçmesidir. Avrupa terör söyleminden ve yasaklama politikasından vazgeçerse, Kürt meselesiyle ilgili kendi siyasetini yaratmış olacak. Bu meselenin demokratik, barışçıl çözümüne çok daha fazla güç ve katkı sunmak durumunda kalacak. Türkiye’yi zorlamış olacak. Bildiğiniz gibi bugüne kadar barışçıl çözüme gelmeyen, PKK’nin müzakere ve ateşkes çağrılarına yanıt vermeyen, 'çöktürme planını' ortaya koyan Türkiye'dir. Dolayıyla Türkiye'nin bu siyaseti sürdürmesini engellemek, barışa ve demokratik gelişmeye şans vermek açısından bu listenin ortadan kaldırılması gerekiyor.   PKK’nin bu listeden çıkartılması nasıl sağlanır, sizin bu noktada ne gibi girişimleriniz var?    PKK’nin listeden çıkarılması ve Almanya’daki yasağın kaldırılması meselesine dair tüm sorulara verdiğim yanıtlardan da anlaşılacağı gibi bu durum Kürt meselesine yaklaşımla bağlantılı bir olgudur. Politik bir meseledir. Dolayısıyla sadece hukuksal yollarla, hukuksal başvurularla, hukuksal bir mücadeleyle çözülemeyeceği ortadadır. Siyasal, demokratik mücadele araçlarının da devreye girmesi gerekiyor. Almanya ve Avrupa toplumunda ve sivil yapılarında Kürt halkının mücadelesi olumlu karşılanıyor. Çok değer veriliyor ve önemli ölçüde dayanışma pratikleri de sergileniyor. Bu çalışmaların sürmesi gerekiyor.    11 Mayıs’ta Almanya’da İçişleri Bakanına verilen dilekçe ve onun vereceği cevaba göre, hukuksal mücadele sürecini de açacaktır ve mücadele belli bir süre devam edecektir. Bununla birlikte bizler de çeşitli sivil toplum örgütleriyle birlikte şuan Almanya'nın 29 yıldır yasak pratiğini ele alan bir konferans hazırlığı içerisindeyiz. Yakın süreçte onu da gerçekleştirmeyi düşünüyoruz. Bu tür uzman toplantılarını, konferansları, seminerleri ve halka dönük çalışmalarımızı da sürdüreceğiz.      Sivil toplum örgütleriyle birlikte şuan Almanya'nın 29 yıldır yasak pratiğini ele alan bir konferans hazırlığı içerisindeyiz. Bu tür uzman toplantılarını, konferansları, seminerleri ve halka dönük çalışmalarımızı sürdüreceğiz.    Bugüne kadar yasağa karşı verilen mücadelenin açığa çıkardığı önemli sonuçlar var. Bunlardan birisi 2021 yılında tamamlanan Belçika mahkemelerinin verdiği karardır. 2010 yılında 41 Kürt siyasetçi ve kurumuna yönelik bir operasyon başlatılmıştı. Hukuk süreci 2021'de tamamlandı. Belçika Yargıtay’ında onaylanan kararla hukuk süreç bitti. Bu karar son derece tarihi ve önemliydi. Çünkü bu davada Türk devleti de bir avukat aracılığıyla müdahil olarak bulunuyordu. Türkiye PKK'yle ilgili elindeki tüm belgeleri davaya sundu. Dolayısıyla bu mahkemede verilen karar, Türkiye devletinin verdiği tüm belgeler ile Avrupa ülkelerindeki mahkemelerin verdiği kararları da tartışarak verildi. Bu açıdan karar, etkisi itibariyle aslında uluslararası bir mahkemenin verdiği bir karar gibi ele alınabilir. Bu da terör söyleminin çöktüğü, terör söyleminin reddedildiğini gösteren en önemli karardır.   Kararda, ‘PKK bir terör örgütü değildir, Kürdistan’da bir savaş var ve PKK de bu Kürdistan’daki savaşın bir parçasıdır. Dolayısıyla terörizm olarak değerlendirilemez' denildi. Kişilerin tümü hakkındaki dava düşürüldü. Bir Avrupa mahkemesi ilk kez PKK’yle ilgili çok ciddi bir tartışmanın, araştırmanın ve muhakemenin sonucunda böyle bir yaklaşıma ulaştı. Aslında PKK ile ilgili gelişen tüm bu siyasete karşı yargının verdiği çok önemli bir yanıt olarak görmek gerekiyor. Terör söylemiyle gidilemeyeceğinin, Kürt meselesinin ve PKK’nin terör söylemi içerisinde ele alınamayacağının da ispatı oldu. Bu olumlu kararları da zaman içerisinde çoğaltabileceğimizi, en azanından hukuksal mücadeleyle, siyaseten dayatılan bu yaklaşımı boşa çıkartabileceğimizi düşünüyorum. Bu konudaki çalışma da devam edecektir.   MA / Eylem Akdağ