‘Kürt sorununu çözmek istiyorsanız, Öcalan ile görüşmeyi savunmalısınız’ 2022-05-26 10:40:41 ANKARA - Türkiye’nin AİHM kararlarını uygulamamasının PKK Lideri Abdullah Öcalan ile başladığını belirten İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, “Türkiye’nin siyasi ve toplumsal muhalefetinin artık üç maymunları oynamaktan vazgeçmesi gerekiyor. Kürt sorununu çözmek istiyorsanız, Öcalan’ın ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmesini savunacaksınız” dedi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 15 Ağustos 1999 tarihinden bu yana İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan hakkında verilen ağırlaştırılmış müebbet kararının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) işkence ve kötü muameleyi yasaklayan 3’üncü maddesine aykırı olduğuna karar verdi. 18 Mart 2014’te verilen bu karardan sonra tutuklular Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan için de aynı konuda ihlal kararı verildi. Öcalan ve diğer tutuklular için verilen ihlal kararının üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen herhangi bir adımın atılmaması üzerine Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD), Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV), İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne (AK BK) 26 Temmuz 2021’de başvurdu.   Konuyu ilk kez 30 Kasım-2 Aralık’ta gündemine alan Komite, müebbet hapis cezasına çarptırılmış olup tutuklu bulunan kişilerin sayısı ile genel tedbirlerin uygulanmasında kaydedilen ilerleme hakkında Türkiye’nin en geç 2022 Eylül ayı sonuna kadar bilgi sunmaya davet etmişti. Türkiye, henüz Komite’ye, Öcalan, Boltan, Gurban ve Kaytan özgünlüğünde başvurulan “ağırlaştırılmış müebbet” cezaya ilişkin yol haritası sunmadı. Komite aynı zamanda AİHM’in Osman Kavala hakkında verdiği kararı uygulamayan Türkiye için ihlal süreci başlattı.   İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, verilen AİHM kararlarının uygulanmaması ardından yaptıkları başvurunun durumu, hükümetin yol haritası sunup sunmadığına dair soruları cevapladı.   İmralı Cezaevi'nde tutuklu bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan, Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan’a verilen “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” ile ilgili AİHM tarafından verilen ilgili ihlal kararlarının yerine getirilmesi için ÖHD, TOHAV, İHD ve TİHV olarak 29 Temmuz 2021'de Avrupa Konseyi (AK) Bakanlar Komitesi’ne başvuru yaptınız? Başvurunun temelini ne oluşturuyordu?   Türkiye’de yargılamalarda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası diye bir cezalandırma düzenlemesi var. “Ağırlaştırılmış müebbet” cezası, ölünceye kadar infazı düzenliyor. İnfaz Kanunu’nun 25’inci maddesinde yer alan bu düzenleme çok katıdır. Yine Terörle Mücadele Kanun’un (TMK) 17’inci maddesinde böyle bir düzenleme var. Abdullah Öcalan’ın yargılandığı dönemde Türkiye “ölüm cezasını” kaldırdı ve mevzuatını değiştirdi. Fakat, bizim o dönem “uzatılmış ölüm cezası” dediğimiz “ağırlaştırılmış müebbet” hapis cezası diye bir şey icat ettiler. Ölünceye kadar infaz, hukuken zaten hiçbir şekilde kabul edilemez. Bunun üzerine, benzer durumda olan çok sayıda kişi, önce iç hukuk yollarını tüketti daha sonra AİHM’e başvurdu. AİHM’in 2014’ten bu yana Türkiye aleyhine verdiği dört karar var. Bunlar, Öcalan, Boltan, Gurban ve Kaytan kararları. AİHM’in verdiği kararların Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından izlenmesi gerekiyor. AİHM’in ihlal kararları sadece kişiye yönelik değil, üye ülkelerin verilen karar doğrultusunda mevzuatlarında değişikliğe gitmesi gerekir. Yani hem özel hem de genel önlemlerin alınması lazım. Benzer durumda yeni vakaların oluşmaması için mutlaka mevzuat değişikliği gerekiyor ve bu Avrupa Konseyi’nin izleme mekanizmasına dahil ediliyor. Avrupa Konseyi, AİHM kararlarını hem bireysel hem de genel önlemler bakımından izliyor. Türkiye uzun süre bu konuda istenilen kararların gereğini yerine getirmedi. Daha da kötüye giden mevzuat değişiklikleri yaptı. Bunun üzerine biz sivil toplum örgütleri, bu konuda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne Kural 9 başvurusu yaptık ve Türkiye’nin AİHM kararları nezdindeki yükümlüklerini yerine getirmediğini, Bakanlar Komitesi’nin bu konuda kararlar almasını, Türkiye’nin mevzuatını düzeltmesi, genel önlemler alması ve söz konusu kişiler bakımından da bireysel önlemler alması gerektiğini ifade ettik.   Komite gündemine aldıktan sonra Türkiye kararlara dair nasıl yanıt verdi ve Türkiye’nin savunmasına karşı başvurucu kurumlar olarak AK Bakanlar Komitesi’ne sunduğunuz görüşlerinizde nelere dikkati çektiniz?     Bir insanı, umut hakkından mahrum bırakmak, işkence ve kötü muamele kapsamında değerlendirilen bir uygulama. Böyle baktığımızda Türkiye’nin mutlaka adım atması gerekiyor. Dolayısıyla bu konu hep güncelliğini koruyacaktır.   Türkiye yapmış olduğu savunmada hep dolaylı konulara değindi. O dönem ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarıyla ilgili açıklama yapmak yerine, CPT’nin İmralı Ada’sını ziyaret ettiğini, diğer hapishanelerdeki ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan mahpusların aile ziyaretini yaptığını, avukatların görüştüğünü belirterek, kaçamak cevaplar verdi. Kural 9 başvurusunu yaptıktan sonra hükümetin gönderdiği cevap bize gelmişti ve buna karşı cevaplarımızı ilettik. Verilen cevapların konuyla doğrudan doğruya ilgili olmadığını belirterek, asıl konuların cevaplanması gerektiğini söyleyerek, yanıt aranılanları da ilettik. En son Nisan 2020’de Kovid-19 bahanesiyle çıkarılan infaz kanunu değişikliği var. O infaz kanunu değişikliğinde TMK kapsamında yargılananların hiçbiri yararlandırılmadı. Adli mahpuslar bakımından da belli suç tipleri özelinde, Alaattin Çakıcı gibi kişilerin tahliyesinin yolunu açan düzenlemeler yapıldı. O düzenlemenin TMK kapsamındaki mahpusları ilgilendirmediğine dair bilgileri de başvurumuzda paylaşmıştık. Türkiye’de İnfaz Kanunuyla ilgili çok ciddi sorunlar birikti. İnfaz rejiminin getirdiği sorunlar giderek büyüyor. Bunların yapısal olarak çözülmesi gerekiyor. Ama ağırlaştırılmış müebbet hapis konusu özellikle ölüm cezasının uygulanmadığı ülkeler bakımından zaten kabul edilmemeli. Örneğin, Sivas katliamının sanıklarından bazıları yurt dışında yaşıyor. Alman hükümeti, zamanında Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olduğu için bu kişileri iade etmemişti. Bir insanı, umut hakkından mahrum bırakmak, işkence ve kötü muamele kapsamında değerlendirilen bir uygulama. Böyle baktığımızda Türkiye’nin mutlaka adım atması gerekiyor. Dolayısıyla bu konu hep güncelliğini koruyacaktır.   AK Bakanlar Komitesi, Türkiye’deki yetkilileri, genel tedbirlerin uygulanmasında kaydedilen ilerleme hakkında en geç 2022 Eylül ayı sonuna kadar bilgi sunmaya davet etti. Bu kararın ardından Türkiye ne yapması gerekiyor, süreç nasıl işleyecek?   AK Bakanlar Komitesi, Türkiye kamuoyunda “umut hakkı” diye bilinen, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infaz biçiminin değiştirilmesine dair önerilerini de içerecek şekilde bazı tavsiyelerde bulundu ve Türkiye’yi bu konuda izlemeye devam edeceğini bildirdi. Dolayısıyla önümüzdeki bir yıl içerisinde eğer somut bir adım atılmazsa bizler de bu süreçle ilgili olup bitenleri tekrar Bakanlar Komitesi’ne bir rapor halinde sunacağız. Süreci izliyoruz. Şu ana kadar herhangi bir şey yok. Hükümetin bu konuda bir yol haritası sunmasını bekliyoruz. Ama diyelim ki sunmadı; biz de olup biten hukuksal ve fiili gelişmeleri elbette ki; AK Bakanlar Komitesi’ne bildireceğiz. Sivil toplum örgütlerinin görevi bu tür dosyaları izlemektir. Belli dosyalar üzerinden izleme yapılıyor ama bu tür dosyalar Türkiye’de yaşayan herkesi ilgilendiren konular.    Türkiye’den ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış olup tutuklu bulunan kişilerin sayısı hakkında da bilgi istendi. Komitenin bu sayıyı istemedeki amacı nedir? Öcalan ve diğer üç tutuklu hakkında verilecek kararın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan tutuklular yönünden etkisi nasıl olacak?   Abdullah Öcalan’ın şahsında böyle bir şey başlamış olabilir ama şu an binlerce mahpusu ilgilendiren bir sorunla karşı karşıyayız. Sayıyı tam olarak bilmiyoruz ama bin 400 civarından bir sayıdan bahsediliyordu, fakat darbe davalarından sonra bu sayının birkaç bin daha arttığını tahmin ediyoruz. Türkiye ne bizlere ne AK Bakanlar Komitesi’ne herhangi bir sayı vermiyor. Bu konuda en son bir yıl önce Kamu Denetçiliği Kurumu’na da başvurduk ama henüz bize bir geri dönüş yapılmıyor. Aleni yargılamalarda insanlara ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları veriyorsunuz. (Hükümeti kas ediyor) Kaç kişiye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdiğinizi neden açıklamıyorsunuz? Çünkü sayı çok yüksek.    Uluslararası alanın mesele Öcalan olunca Türkiye’yi adım atma konusunda yeterince zorlamadığı görülüyor. Keza AİHM’in Öcalan hakkında verdiği karar, 2014 yılına ait ancak siz başvuru yaptıktan sonra AK Bakanlar Komitesi bunu gündeme aldı. Neden?     AİHM, Öcalan’ın yargılanmasıyla ilgili ihlal kararı verdi. Türkiye şeklen o ihlal kararına uydu yeniden yargılama yaptı ve aynı cezayı bir kez daha verdi. AİHM de bu kararın yerine getirildiğini kabul etti. Halbuki bir insanı yasadışı yollarla ülkenize getirip yargılıyorsunuz, bununla ilgili ihlal kararı ortaya çıkıyor ama sonradan bir şekilde bu ihlal giderilebiliyor.   Tabi burada çok ciddi eleştirilerimiz var. Hukuk kurallarının evrenselliği ve genelliği ilkesi vardır, buna her koşulda uyulmalıdır. Kürtler, Kürt halkının ihlal edilen hakları, Kürt siyasetçilerin pozisyonu, özellikle Abdullah Öcalan’ın şahsında örgütüyle ilgili çeşitli uygulamalar sürekli tartışılmaktadır. Çelişkiler çok fazla. Örneğin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği “yasaklı örgüt” listesine bakarsanız orada Kürt örgütleri yok. Ama NATO tam tersi böyle bir karar alabiliyor ya da Avrupa Birliği (AB), PKK’yle ilgili karar alabiliyor. Ama bir yandan da Avrupa Birliği ve Konseyi’nin Adalet Divanı ise “yasaklı örgütler” listesini iptal edebiliyor. Yine Abdullah Öcalan şahsında AİHM’in çeşitli uygulamaları var. AİHM, Öcalan’ın yargılanmasıyla ilgili ihlal kararı verdi. Türkiye şeklen o ihlal kararına uydu yeniden yargılama yaptı ve aynı cezayı bir kez daha verdi. AİHM de bu kararın yerine getirildiğini kabul etti. Halbuki bir insanı yasadışı yollarla ülkenize getirip yargılıyorsunuz, bununla ilgili ihlal kararı ortaya çıkıyor ama sonradan bir şekilde bu ihlal giderilebiliyor. En son Rusya örneği var. Rusya, 2014’te Kırım’ı ilhak ettiğinde ve Ukrayna topraklarının bir kısmına girdiğinde o dönem AİHM’in “yaşam hakkı” ihlalleriyle ilgili tedbir kararları vardı. Bunlar etkili olarak uygulanmadı. Hemen bir buçuk yıl sonra Türkiye’yle ilgili bazı vakalarda “yaşam hakkı”  ihlaline dair tedbir kararı alınmasına rağmen uygulanmadı. Yani hep tavizler verildi. Bakanlar Komitesi burada üzerine düşen görevi yerine getirmedi, şimdi geldiğimiz aşamada Rusya, Ukrayna’yı işgal etti. Komite, Rusya’yı konseyden çıkarmadan kendisi çıktı. Peki sizin göreviniz sözleşmeyi korumak değil miydi? Siz bunu 2014’te yapsaydınız belki bugün yaşanan gelişmeler olmayabilirdi.     Avrupa’daki savaş, insan hakları değerlerinin ne kadar araçsallaştırıldığını mı gösteriyor?   Kürt meselesine dönecek olursak, eğer gerçekten hukuk kurallarının gereği yerine getirilseydi, zamanında etkili müdahalelerde bulunulsaydı; 2013-2015 barış dönemi başarıya ulaşabilirdi. Bunlar birbiriyle bağlantılı süreçler. Belli siyasi süreçlere destek vermezseniz, hukuksal olarak hep taviz vermek durumunda kalırsınız. Verdiğiniz bu tavizlerin ileride size faturası çok ağır olabilir. Bunları yaşayarak görüyoruz. Siyasi konular daha öne çıkıyor, çeşitli hukuksal organlar görevlerini kısmen yerine getiriyor ama siyasi mekanizmanın da gereğini yerine getirmesi gerekiyor. Avrupa’daki savaş Avrupa Konseyi’nin siyasi karar mekanizmalarının ne kadar sözleşmeye yabancılaştığını gösteriyor. İnsan hakları değerlerinin ne kadar araçsallaştırıldığını gösteriyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bunun tipik bir örneği. Türkiye eğer bir Avrupa Konseyi üyesi ise o halde AİHS’in temel değerlerine uygun olmayan davranışları konusunda çok net tutum alınmalıdır.    Öcalan kararı uygulanmadı. Bugün Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkında verilen AİHM kararları da uygulanmıyor. Bugün gelinen aşamaya verilen tavizler mi neden oldu?     Abdullah Öcalan’la ilgili hukuksal gelişmeler bunun çok tipik örnektir. Tavizler onunla başlamıştır, devamla Kavala, Demirtaş kararı uygulanmadı.   Şu an Osman Kavala kararı uygulanmıyor. Kavala kararı AİHM Büyük Daire kararıdır mutlaka uyulması gerekiyor. Komite tarafından ihlal prosedürü başlatıldı. AİHM, kendisine yapılan başvuruyu büyük ihtimalle kabul edecektir. Kabul ettiğinde dosya yeniden AK Bakanlar Komitesi’nin önüne gidecek. Türkiye’nin üyeliği askıya alındığında, bozulan ekonomik dengeler daha çok bozulacak. Hukuk güvenliğinin olmadığı bir ülkede ekonomi güvenliği söz konusu olamaz. Böyle ülkelerde ekonomi bozulur.   Öcalan’la ilgili verilen kararların uygulanmasında hep taviz verildi. Sonuç 7 yıldır kesintisiz süren çatışma ve savaş hali. Bir akademisyen yaptığı çalışmada son 40 yılın çalışmasının ekonomik maliyetinin Türkiye’de 4 buçuk trilyon dolar olduğudur. Türkiye vatandaşlarının bunu bilmeye hakkı var. Eğer bu ülkenin 4 buçuk trilyon doları savaşa değil de sağlığa, eğitime, sosyal güvenliğe, alt yapıya harcansaydı bambaşka bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık. Son 7 yılın insan maliyeti ise 20 binden daha yüksek bir sayıdır. Bu 20 bin insanın çok büyük bir kısmı Türkiye vatandaşı değil mi? Bir iktidar kendi vatandaşlarını etkisiz hale getirmekle nasıl övünebilir? Dolayısıyla bir kişi için verdiğiniz taviz aslında toplumun tamamına zarar veriyor. Abdullah Öcalan’la ilgili hukuksal gelişmeler bunun çok tipik örnektir. Tavizler onunla başlamıştır, devamla Kavala, Demirtaş kararı uygulanmadı.   Diyorsunuz ki; Türkiye kamuoyu AİHM’in Öcalan-Türkiye kararında tepkisizliği bugün gelinen süreci ördü. Bugün AİHM kararlarının uygulanmamasında Türkiye muhalefeti de mi sorumlu?     İmralı Adası gibi ne olduğu belli olmayan bir hapishane modelini kabul ederseniz, sonradan başınıza geleceklere razı olursunuz. Öyle de oldu. Abdullah Öcalan, 1999’dan 2009’a kadar statüsü bile belli olmayan bir hapishanede tek başına tutuldu. Böyle bir şey Türkiye Anayasa’sı ve kanunlarında yoktu. Peki niye demokratik kamuoyu sessiz kaldı?   Elbette. İmralı Adası gibi ne olduğu belli olmayan bir hapishane modelini kabul ederseniz, sonradan başınıza geleceklere razı olursunuz. Öyle de oldu. Abdullah Öcalan, 1999’dan 2009’a kadar statüsü bile belli olmayan bir hapishanede tek başına tutuldu. Böyle bir şey Türkiye Anayasası ve kanunlarında yoktu. Peki niye demokratik kamuoyu sessiz kaldı? İmralı’ya 2009’da F Tipi statüsü verildi. Ben şimdi bir hukukçu olarak Sincan F Tipi hapishanesine gittiğimde müvekkilimle görüşebiliyorum, bir engel yok. Eğer bir tehlike hissedilirse de müvekkilim ile görüşmelerim kayıt altına alınır. İmralı Adası’nda 2004 yılından beri yapılan tüm görüşmeler zaten kayıt altına alınıyor. Her şey kayıt altında, peki bir insanı neden avukatıyla görüştürmezsiniz ve kamuoyu neden buna sessiz kalır? Anlamak güç. Siyasi parti liderlerine seslenmek gerekiyor; farz edin siz bir suç işlediniz ve hapse atıldınız. Yıllarca ailenizle görüştürülmemeyi kim kabul edebilir? İtirazlar zamanında yapılmadı ve Türkiye’ye maliyeti çok yüksek oldu. Bir yerden hukuk kurallarından taviz verilirse, bunun sonu gelmez. Bugün İmralı’da tüm evrensel hukuk kurallarına aykırı uygulamalar Türkiye’de yaygınlaştı. CPT bile artık, “hükümetten sürekli soruyoruz bize cevap veriyor ama artık gücümüz yetmiyor” diyor. Ama böyle diyemezsiniz, gücünüz yetecek. Sıkı denetleyeceksiniz. Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, Kamu Denetçiliği Kurumu neden İmralı’ya gitmiyorsunuz? Kanunen yetkiniz var.   Muhalefetin ne yapması gerekiyor?   Türkiye’nin siyasi ve toplumsal muhalefeti artık üç maymunları oynamaktan vazgeçmesi gerekiyor. Kürt sorunun varlığını kabul edeceksiniz, Kürt sorunun çözümsüzlüğü nedeniyle Abdullah Öcalan’la görüşmelerin yaptırılmadığını kabul edeceksiniz. Kürt sorununu çözmek istiyorsanız, Abdullah Öcalan’ın ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmesini savunacaksınız. “Kanunlar böyle olduğu için görüşmesi gerekiyor” diyeceksiniz. Dönüp dolaşıp maliyeti tüm Türkiye’ye çıkıyor. Türkiye’nin haritasına bakın orada İmralı Adası var. İnsanlar sokağa çıkıp gösteri yapıyor. “İmralı Ada’sında tutulan dört kişi var” diyor. “Biz bu dört kişiden haber alamıyoruz” diyorlar. Onları duyun.   Öcalan'ın avukatları, en son disiplin cezalarına karşı itirazda bulunarak, konuyu ilk önce Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) daha sonra Birleşmiş Milletler (BM) İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezanın Önlenmesi Alt Komitesi’ne taşıdı. Ancak gerekli adımlar atılmıyor. Uluslararası kurumların tecridin bu kadar derinleşmesindeki rolü nedir?   Uluslararası alanın bunda dahli vardır. Elbette ki bu konuda Kürt sorununun uluslararası sorun olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, uluslararası alanın Kürt sorunun bu kadar çözümsüz kalmasındaki sorumluluğu çok büyük. Bu sorunu Türkiye’de yaşayanlar birbirimizle çözeceğiz. Burada sorunu devletle çözeceğiz. Uluslararası alan, sorunlar çok büyüdüğü zaman bunları çözmeyebilir, destek vermeyebilir. Ama biz, onlar destek vermiyor diye yakınacak değiliz. Türkiye’de yaşayan insanlar, siyasi ve toplumsal muhalefeti gerekirse iktidarı bir şekilde ikna edeceğiz ve bu sorunu böyle çözeceğiz. Bahsettiğiniz komite bu sene Türkiye’ye bir ziyareti olacaktır. O komitenin uluslararası mekanizmaları denetleme görevi vardır. Türkiye’de ulusal önleme mekanizması görevi Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’na ait. BM’nin alt komitesi geldiğinde TİHEK’e de “bize böyle bir başvuru geldi İmralı adasına dair ciddi yakınmalar var siz ne yaptınız. Gittiniz mi?” diye soracaktır. Ya da kendisi gitmek isteyecektir. Bakalım devlet nasıl cevap verecek. Parlamenter asamblesinin denetim komitesi Türkiye raportörlerinin Osman Kavala’yı görmelerine izin verilmedi.   Eğer gerçekten Türkiye devleti Avrupa Konseyi ile olan ilişkilerini askıya almayı düşünüyorsa; şimdiden siyasi ve toplumsal muhalefetin uyanık olması gerekiyor. Bunun Türkiye’ye çok ciddi siyasi, ekonomik ve hukuki maliyeti olacaktır. Bu ancak bir totaliter ülke mantığıdır. Putin en son çıktı, gitti. Fakat Rusya halkı bunun bedelini çok ağır ödeyecektir. Orada da siyasi mücadele vardır. Ancak Türkiye’deki siyasi ve toplumsal muhalefet Türkiye’nin çoğunluğunu oluşturmaktadır. Bunların, buna itiraz etmesi gerekiyor. Bu konuların bu kadar basit olmaması gerekiyor. Uluslararası mekanizmalar en nihayetinde aldığı kararlara uymadığınız takdirde sizi çıkarırlar, kurtulurlar. Biz o mekanizmalardan çıkılmasını istemiyoruz. İnsan hakları savunucuları hiçbir yerde Türkiye’yi şu mekanizmadan çıkarın, şunu yapın demeyiz. Deriz ki; Türkiye’yi sözleşmelere uymaya, yükümlülüklerini yerine getirmeye ikna edin. Biz bu ülkede yaşıyoruz, insan hakları ve demokrasiden yanayız. Türkiye’nin mekanizmalardan çıkarılması demek hepimizin aleyhine korkunç sonuçlar doğurur. Bıkmadan, usanmadan uluslararası mekanizmalara görevlerini hatırlatmaya devam edeceğiz. Yılmayacağız, usanmayacağız, ziyaretler yapın, ikna etmeye çalışın, mekanizmaları işletin. Buna hepimizin ihtiyacı var.    Rusya-Ukrayna savaşından insan hakları kapsamında kıyamet koparan Avrupa, Türkiye’nin Suriye ve Federe Kürdistan bölgesine yönelik gerçekleştirdiği saldırılarda ise sessiz. Bunun yanı sıra İsveç-Finlandiya’nın NATO meselesinde de Kürtler tartışılıyor. Bu ne anlama geliyor?     Cumhur İttifakı’nın kendince bir güvenlik doktrini oluşturmuş. Elbette bir fırsat yakaladığında bunu her yönüyle kullanmaya çalışacaktır. Ama bu aynı zamanda kendi kendini de teşhir ediyor. Aslında iktidar Türkiye’nin temel sorununun yine Kürt sorunu olduğunu dünyaya ilan etmiş oluyor.   Burada bir kapitalizm eleştirisi yapmak gerekiyor. Aslında uluslararası ilişkilerde kapitalist tekellerin ağırlığının ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Enerji, silah şirketleri dünya siyasetini yönlendiriyorlar. Dünya siyasetinin gelişinde petrol ile gazın ve gazı işleten, çıkaran, dağıtan şirketlerin ağırlığı çok fazladır. Özellikle silah tekellerinin dünya üzerindeki etkileri çok fazladır. Dünya insan hareketleri bir yandan da bunlara karşı insan haklarının savunmasını gerçekleştiriyor. Cumhur İttifakı’nın izlediği sert bir güvenlik anlayışı var. Kendince bir güvenlik doktrini oluşturmuş durumda. Elbette ki böyle bir fırsat yakaladığında bunu her yönüyle kullanmaya çalışacaktır. Ama bu aynı zamanda kendi kendini de teşhir ediyor. Aslında iktidar Türkiye’nin temel sorununun yine Kürt sorunu olduğunu dünyaya ilan etmiş oluyor. Bütün dünyada şunu anlıyor; NATO üyeliği konusunda bile eğer gerçekten PKK sorunu karşımıza çıkıyorsa; oturalım, meseleyi tekrar ele alalım anlayışı da gelişebilir. Sonuç itibariyle ülkeler arası ilişkilerin ilerlemesine veya NATO gibi dünyanın en büyük güvenlik örgütünün işleyişini tıkama noktasına geliyorsa, demek ki Kürt meselesi çok büyümüş durumdadır. Dünyadaki birçok gözlemci bunu bu şekilde algılamaktadır. O halde biz de Kürt sorunun çözüm vaktinin geldiğini söylüyoruz. Yeni enerji koridorlarının güvenlik içinde kurulması için bugün çatışmaların olduğu ülkelerde istikrar olması gerekir. Çatışmadan uzak durulması gerekir. Bunun yolunda barışçıl politikalardan geçer. Siz bir yandan çatışma, savaş politikalarını yürüteceksiniz, bir yandan da enerji koridorları üzerinden pazarlık yapacaksınız. Bunlar birbiriyle çelişen konulardır. Bütün bunların olabilmesi için ön koşul barıştır. Her fırsatta barışın ne kadar kıymetli olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Maalesef bu son savaş yani Rusya’nın Ukrayna işgali ve özellikle de Türkiye’de devam eden son 7 yıllık çatışma süreci barışın ne kadar kıymetli olduğunu bize gösteriyor.     MA / Berivan Altan - Zemo Ağgöz