Av. Çakmak: Öcalan’a uygulanan tecrit Türkiye’yi 'kaynayan kazana' dönüştürdü 2022-05-24 09:12:11 İSTANBUL- Yaşanan tüm krizlerin PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride bağlı olduğunu ve Türkiye'nin "kaynayan kazan"a dönüştüğünü belirten avukat Serhat Çakmak, tecrit bitmeden diğer hususlarda ilerlemenin olmayacağını söyledi.    Uluslararası komployla Türkiye teslim edilen PKK Lideri Abdullah Öcalan, 23 yıldır İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne ağır tecrit koşulları altında tutuluyor. 8 yıl aradan sonra en son 7 Ağustos 2019 tarihinde avukatlarıyla görüşen Öcalan, yeniden tecrit altına alındı. Kardeşi Mehmet Öcalan’la 25 Mart 2021’de gerçekleştirdiği kesintili telefon görüşmesinden sonra Öcalan’dan bir daha haber alınamadı.    Öcalan’ın avukatlığını üstenen Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının müvekkilleriyle görüşmek için yaptıkları tüm başvurular sonuçsuz kalıyor. Öcalan’ın aile ve avukat görüş yasağına son zamanlarda ise verilen “disiplin cezası” kararlarıyla engelleniyor. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi avukat Serhat Çakmak, süreklileşen tecrit halini ajansımıza değerlendirdi.  KEYFİ ENGELLEME VAR    Hukuki açıdan dayanağı olmayan ve siyasi bir uygulama biçimi olan tecrit Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesiyle kamuoyunu gündemine girdiğini hatırlatan Çakmak, bu durumun politik atmosfere göre değişiklik gösterdiğini ifade etti. Tecridin siyasetteki gidişatla bağlantılı olduğuna dikkati çeken Çakmak, “İktidarlar kafasında tahayyül ettiği şeyleri gerçekleştirme amacıyla paralel olarak adaya ziyaretleri düzenliyor” dedi. Çakmak, “Ceza İnfaz Kanunu’nda ‘ağırlaştırılmış müebbet’ verilen kişinin bile aile ve avukat görüş hakkının engellenmesine dair bir düzenleme yok” diyerek uygulamanın keyfiliğine vurgu yaptı.    ‘DİSİPLİN KARARLARI ABSÜRT’   Son dönemlerde verilen “disiplin” kararlarına dikkati çeken Çakmak, bu durumu “absürt” olduğunu ve mevzuatta yer almadığını vurguladı. Çakmak, “Meslektaşlarımız gerekli hukuki başvuruları yapıyor. Ancak burada önemli olan husus ise Anayasa Mahkemesi (AYM) ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) başvurulara cevap vermemesidir. 10 yıllı aşkındır yapılan başvurular AİHM’de karar aşamasında olmasına rağmen herhangi bir karar verilmiyor. Bununla AYM ile AİHM’in politik kurumlar olduğu, onların da zaman zaman süreçlere göre hareket ettiklerini, bazı kararları sürece yayarak verdiklerini görüyoruz. Bu da AİHM’in de diğer kurumlar gibi şeffaf olmadığını gösteriyor” diye konuştu.   YARGI ‘ARACI’ ROLÜNDE   Devletin tecrit konusunda bir programı ve politika içinde hareket ettiğini ifade eden Çakmak, “Bugün Sayın Öcalan’ın Ortadoğu’daki politik konumu ve politik hakimiyetinin ne derecede olduğunu bütün dünya biliyor. Vermek istediği mesajların yansımasını istemiyorlar. Hukuku da buna araç ediliyor. Yargı kolları, devletin çantasında bulunan Sayın Öcalan’a dair programın uygulanmasına aracılık ediyor. Devlet veya hükümetin İmralı’ya dönük bir programı olabilir. Ama bağımsız ve tarafsızım diyen mahkemelerin aracılık etmemesi gerekirdi. Hükümetin yaptığını hukuk da sessiz ya da aracı olarak tasdik etti. İlerde telafisi imkansız olabilecek sonuçlar da doğurdu” diye belirtti.   İŞKENCEYE DÖNÜŞTÜ   Çakmak, Öcalan’ın temel haklarından mahrum bırakılmasının eziyet ve işkenceye dönüştüğünü hatırlatarak “Bu disiplin cezalarına ilişkin avukatlara bilgi de verilmiyor. Bunların tamamı ceza infaz yasası ile uyumlu olmayan, defacto olarak tanımlayabileceğimiz durumlar” dedi.    TECRİDİN DIŞARIDAKİ İZLERİ    Öcalan’a uygulanan tahayyülü zor tecridin zamanla tüm ülkeye uygulanacağına dair uyarılar yaptıklarını anımsatan Çakmak, “Bu bir devlet politikası haline geldi. Dışarının içerileştiği bir süreci yaşıyoruz. Artık mahkemelerde de değil, hayatımızın tüm alanlarında tecridin izleriyle karşı karşıya kalabiliyoruz. Örneğin darbe girişiminden sonra avukatların müvekkillerle cezaevinde görüşmeleri kısıtlandı. Belirli günlere ve saatlere indirildi. Normal şartlarda istediğim saatlerde müvekkillerimi görme hakkına sahip iken istediğim saate göremedim” ifadelerinde bulundu.    ‘HERKES UYGULAMANIN MUHATABI OLUR’    Çakmak, değerlendirmelerine şöyle devam etti: “Sayın Öcalan’ın hakları kısıtlanıyor buna hiç kimsenin sessiz kalmaması gerekir. Buna hukukçular sessiz kalmamalı. Yargıçların kararlarıyla buna destek vermemeleri, bunu engellemeleri belirtmememize rağmen sonuç aynı. Örneğin ‘FETÖ’ yargılamalarında yer alanlar ‘Ya size neler yapılıyormuş. Biz bunları yeni yeni anlıyoruz’ demeye başladılar. Ya da kendi pratikleriyle karşılaştıklarında demeye başladılar. Eğer bir yasa, anayasa veya temel hak ve özgürlüklere uygun değilse her an bu yasa ya da bu fiili uygulamanın muhatabı olabilirsiniz.”   ‘KARŞI OLACAĞIZ’   Muhalif kesimlerin, insan hakları konusunda çalışma yapan hukukçu ve aktivistlerin tecride karşı olduğunu sözlerine ekleyen Çakmak, şöyle devam etti: “Kamuda yer alan alt ve üst kademelerdeki herkes de buna karşı olması lazım. Bu ülke cumhuriyet tarihiden bu yana hep aynı uygulamalarla devam ediyor. Ama yeri geldiğinde bu uygulamaların muhatabı da olabiliyorlar. Bundan zarar da görebiliyorlar. Devletin resmi ideolojisine uygun şekilde hukuki araçlarla uygulamalarını sürdürüyorlar. 20 yıl önce biz Kemalizm rejiminden uygulamalarından devlet güvenlik mahkemelerinden bahsediyorduk. Bugün isimleri değişmiş olabilir ama uygulamalar aynı. Bu uygulamaların sahipleri kim olursa olsun bizim için bir önemi yok. Karşı olacağız. Bizim için temel olan olgu insan haklarına, hukuka ve uluslararası sözleşmelere bağlı olan yargısal mekanizmalar. Buna saygı gösteren ve baskı altına almayan siyasal iktidarların olması gerekiyor.”    AİHM KARARI UYGULANMIYOR   Tecridin son bulması için birçok sivil toplum örgütü ile birlikte Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne başvuruda bulunduklarını hatırlatan Çakmak, şunları söyledi: “AİHM’in ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının insani olmadığını kişinin illaki ilerde bir gün özgürlüğüne kavuşması gerektiğine yönelik kanuni düzenlenme olması gerektiğine dair kararı var. Bu karar hala uygulanmadı Türkiye’de. Bu karar Sayın Öcalan nedeniyle uygulanmıyor. Sayın Abdullah Öcalan olmasaydı, bugün bu karar kesinlikle uygulanırdı. Ve mevzuatta değişiklik yapılarak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının da belli bir süresi olduğu kanuni düzenleme altına alınırdı. Ama sırf Öcalan şu anda infazını gerçekleştirdiği için ona dair bir düzenleme yapmaktan çekiniyor. En son yapılan 9’a 2 başvurusu ile birlikte Bakanlar Komitesi, bunu gündemine aldı ve Türkiye’ye sordu, ‘Bu konuda ne yaptın?’ diye. Daha sonraki süreçlerde tekrardan Türkiye’ye yasal değişikliğini yaptın mı yapmadın mı diye soracak.”     ‘HER ŞEYİ YAPACAĞIZ’   AİHM’in de kararını sürece yayıp, politik saiklerle hareket ettiği için bir girişimde bulunmadığın ifade eden Çakmak, şöyle dedi: “Biz bu kararın ilerde Bakanlar Komitesi’nin tekrardan gündeminden düşürülebileceği ihtimalinin olabileceğini görüyoruz. Ama şu anda en etkili hukuki yol bu. Çünkü AİHM’in bir kararı var. Bu kararın uygulanması gerekiyor. Uygulanması açısından Türkiye’de yasal mevzuat değişikliklerinin olması gerekiyor. Bu mekanizmayı uygulamak için her şeyi yapacağız.”   ‘ÖZGÜR KALABİLİR’   AİHM kararını uygulaması durumunda Öcalan’ın hukuken özgür kalma durumunda olduğuna dikkati çeken Çakmak, şunları dile getirdi: “Kararların uygulanmaması durumunda Konsey’den atılması bile gündeme gelebilir. Zaten Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın durumunda böyle bir sürece doğru gidiliyor. Daha önce Azerbaycan’a aynı tarzda bir uygulama uygulandı. Azerbaycan geri adım atmak zorunda kaldı. Aynı sürece Türkiye’de çok yakın. Ki en son uygulamak zorunda kalacak. Globalleşen bir dünyada dijitalleşen bir dünyada kimsenin bu riski göze alabileceğini politik açıdan çok da mümkün görmüyorum. Ama zamansal açıdan ne kadar uzar bu süreç bunu kestirebilmek çok zor.”    ÖCALAN’LA GELEN BAHAR    Öcalan’a uygulanan tecridin kısmı olarak kaldırılması ile Türkiye’de birçok şeyin değişmeye başlayacağını 2013- 2015 barış görüşmelerini örnek gösteren Çakmak, “2013 -2015 yılları arasında bu ülke yüz yıllık tarihinde bahar mevsimini yaşadı. Toplumun her alanında insanların bir araya gelip, tabu olarak gördüğü sorunu açık bir şekilde konuşabildi. Demokratik özerklikten, otonomiden, Kürtlerin siyasal hakların verilmesinden, anadilde eğitimden tutun da uluslararası anlamda ülkenin bir cazibe merkezi haline gelmesine kadar tutun da tüm alanlarda nasıl bir baharı yaşadığımızı herkes gördü. Bunların tamamı Öcalan’la yapılan görüşmeler esnasında oldu.    ÖCALAN’SIZ TÜRKİYE’NİN HALİ   Öcalan’ın Türkiye toplumuna, Ortadoğu’ya ya da dünya toplumu içindeki konumunun, politik gücünün ne derecede olduğu, fikirlerinin uygulanmaya çalışıldığında ne kadar topluma katkı  sağaldığını görebildik. Ama kendisiyle görüşmeyip farklı yapılarla hareket edilmeye başlandığında bu ülkede ekonominin de çok iyi gitmediğini gördük. Ekonomi iyi değil, hukuk iyi değil, toplum mutsuz, aydınlar ülkeyi terk ediyor, yeni nesil gençlerin büyük bir kısmının tek amacı belli bir yaşa geldikten sonra bu ülkeyi terk etmek. Şimdi bunu görebilen makul siyasetçinin, bireyin yapması gereken tek şey İmralı ile tekrar görüşüp süreci başlatıp ülkenin tekrar iyi pozisyona gelmesini sağlamak iken maalesef bu yapılmıyor. Bunu istemeyenlerin aslında ülkenin bekasını istemediğini, ülkenin ilerde politik, ekonomik ve hukuk anlamda dünya standartlarına ulaşmasını istemeyen ve sürekli 3’üncü dünya ülkesi komunda kalmasını isteyen güçler olduğunu görebiliyoruz.”   ANA DAMARI KOPUK   Tecridin demokratikleşmenin önünde en büyük engel olduğunu ve toplumsal kaosun daha fazla derinleştiğini de sözlerine ekleyen Çakmak, değerlendirmelerini şöyle tamamladı: “İçerde kaynayan kazanı görmeyip 30 yıl öncesinden kalma yöntemleri daha da geliştirip toplumsal baskı aracı haline getirmeye devam edilirse ülkenin ilerlemesinin imkanı bulunmamaktadır. O yüzden tecrit kaldırılmadan bu ülkede demokratikleşme de olmaz ekonomik anlamda düzelmede olmaz. Toplum refah düzeyi de gelişmez. Tüm bu hususlar birbirine zincir halkası gibi bağlanmış. Bu halkının ana damarı kopuk olduğu sürece diğer hususlarda da ilerleme kaydedilmeyeceğini belirtebiliriz.”    MA / Mehmet Aslan