Rojhilat ve İran'dayım...

img

HABER MERKEZİ - Onlarca gazetecinin tutuklu olduğunu bildiğim halde, büyük korkular sonucu cesaretimi toplayıp İran'a gitmeye karar verdiğim bir anda, görüştüğüm herkesin beni yeniden kararımı gözden geçirmeye ve düşündürmeye sevk edeceğini bildiğim için, gidiş sürecimi zamana yaymamaya ve riskleri deneyimleyerek yaşamaya karar veriyorum. Ve artık İran'dayım.

 
Jîna Emini 13 Eylül 2022'de kardeşi Kiyareş Emini ile Tahran'da bir metro istasyonundayken, İslami kurallara göre örtünmediği gerekçesiyle bir grup kadınla birlikte Gaşt e İrşad (Rehber Devriyeleri) tarafından gözaltına alındı. Olayın görgü tanıkları polisin hakaretlerine karşı çıkan Jîna'nın darp edildiğini ve başını polis otosunun bir köşesine çarparak yere yığıldığını, daha sonra hastaneye kaldırıldığını anlattı. 16 Eylül'de Jîna kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Görgü tanıklarının anlatımlarını destekleyen tıbbi tetkikler sonucunda Jîna'nın beyin kanaması sonucu yaşamını yitirdiği teşhisi konuldu. Ailenin kızlarına sahip çıkması ve bu durumu duyurmaları sonucu Jîna'nın toprağa verildiği Seqiz kentinde ve tüm Rojhilat kentlerinde eylemler başladı. Daha sonra bu eylemler İran kentlerine de yayıldı. Jîna'nın öldürülmesi üzerine başlayan ve hükümetin tüm uygulamalarına karşı bir başkaldırıya dönüşen eylemler iki ayı geride bıraktı. Bu iki ay süresince yüzlerce yurttaş yaşamını yitirmesine ve yaralanmasına, binlercesi tutuklanmasına rağmen, halk sokakları terk etmeyerek "Jin, jiyan, azadî" sloganı etrafında kolektif bir bilinç yarattı. 
 
İRAN'A GİTMEYE KARAR VERİYORUM
 
Eylemlerin başladığı 17 Eylül'den bu yana İran'da internet erişimi engellendiği için, kamuoyu İran'da neler olduğunu parçalı bir şekilde öğreniyor. VPN uygulamalarıyla internet yasağını delmek de pek başarılı olamıyor. Gazetecilerin de büyük baskı altında olduğu, dışarıdan gazetecilerin "ajan" yaftasıyla tutuklanıp yargılanma kaygısı nedeniyle gelişmeleri takip etmek için İran'a gitmeyi göze alamadığı bir süreçte, en ufak bilgi bile büyük kıymete sahip. Böylesi bir ortamda yalan yanlış bilgilerin de çok çabuk yayılması neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda insanların daha temkinli yaklaşmasına neden oluyor. Ancak buna rağmen birkaç saniyelik görüntüler bile bütün dünyada geniş yankı uyandırıyor. Mezopotamya Ajansı (MA) muhabiri olarak gelişmeleri yerinde takip etmek, insanlarla konuşmak, yaşamını yitirenlerin ailelerinin bu eylemlere nasıl yaklaştığını öğrenmek ve gelişmeleri doğrudan aktarabilmek için İran'a ve Rojhilat'a gitmeye karar veriyorum. 
 
GÖRÜŞTÜĞÜM HERKES 'GİTME' DİYOR
 
Daha önceki İran ziyaretlerimde tanıştığım yurttaşlarla görüşmek ve ülkede neler olup bittiğini birinci ağızdan dinlemek istiyorum. Ancak internet sıkıntısı nedeniyle iletişim kurma konusunda büyük sıkıntılar yaşıyorum. Uzun uğraşlar sonucu iletişimi sağladığımız anlarda da yaşanan kesintiler nedeniyle sağlıklı bir bilgi almak pek mümkün olmuyor. Sanal medya uygulamalarında takip ettiğim kimi gazetecilerle temasa geçiyorum ve İran'ı soruyorum. Ancak kendileri de diasporada yaşadığı için verdikleri bilgilerin sanal medyadan yansıyan görüntülerin ötesine çok geçemediğini fark ediyorum. Bu süreçte İran'ı ziyaret etmenin risklerini sorduğumda ise görüştüğüm herkes, gitmenin uygun olmadığını, sıradan bir turistin dahi bu dönemde İran'da güvende olamayacağını örneklerle anlatmaya çalışıyor ve böyle bir karar vermişsem dahi vazgeçmem gerektiği konusunda ısrar ediyor. 
 
İRAN'A DOĞRU YOLA ÇIKIYORUM
 
Onlarca gazetecinin tutuklu olduğunu bildiğim halde, büyük korkular sonucu cesaretimi toplayıp gitmeye karar verdiğim bir anda, görüştüğüm herkesin beni yeniden kararımı gözden geçirmeye ve düşündürmeye sevk edeceğini bildiğim için, gidiş sürecimi zamana yaymamaya, başka da kimseye danışmamaya ve riskleri deneyimleyerek yaşamaya karar veriyorum. Ailemi ve çalışma arkadaşlarımı da bu konuda ikna ettikten sonra daha önce iki defa büyük keyifle ziyaret ettiğim ülkeye, başıma neler gelebileceğini bilememenin korkusuyla hareket ediyorum. 
 
BAŞIMA NELER GELECEĞİNİ BİLEMİYORUM
 
Kapıköy Sınır Kapısı'ndaki pasaport işlemlerinin ardından yaklaşık 5 dakikalık bir yürüyüş sonrası Xoy-Razi Sınır Kapısı'na ulaşıyorum. Günübirlik sınır ticareti yapanların yoğunluğu, İran'a geçirilmeye çalışılan ve İran'dan getirilen eşya yığınları arasında yaklaşık yarım saatlik uğraşın ardından pasaportumu bir İran askerinin eline vermeyi başarıyorum. Türkiye tarafından vurulan mühre göz attıktan sonra pasaportumu iade ediyor ve demir parmaklık kapıyı geçebileceğim kadar aralayıp beni kalabalığın içerisinden İran tarafına alıyor. Pasaport kontrol noktasının bulunduğu salona geçiyorum. Salonda herhangi bir kuyruk olmadığı için pasaport kontrolü ve işlemi çok kısa sürüyor ve öğlene doğru yarım saatlik bir zaman farkının olduğu İran'a geçiyorum.  
 
 
KENT KENT DOLAŞIYORUM
 
Xoy ve Urmiye'nin ardından Mahabad, Pîranşar, Bokan, Miyanduab, Seqiz ve İran'ın başkenti Tahran'ı ziyaret ediyorum. Hem eylemlerin öncülüğünü yapan genç erkek ve kadınlarla, hem açılan ateş sonucu yaralananlarla, bayılana kadar elektrikli cop ve kalaslarla dövülen yurttaşlarla, lise ve üniversite öğrencileri, akademisyenler, esnaf ve çocukları öldürülen ailelerle görüşmeler gerçekleştiriyorum. Çok şey öğrendiğim İran gezisindeki izlenimlerimi ve yaptığımız görüşmeleri aktarmadan önce iki ayı geride bırakan eylemleri, bundan önceki eylemlerden farkını ve halkın neden sokakları terk etmediğini hem gözlemlerim hem de yaptığımız görüşmelerde ortaya çıkan ortak görüşler temelinde kısaca anlatmak istiyorum.  
 
MONARŞİDEN İSLAM CUMHURİYETİ'NE
 
1979 yılında İran, Muhammed Rıza Pehlevi liderliğindeki monarşiden, Ayetullah Ruhullah Humeyni yönetimindeki İslam hukuku ve Şiî mezhebi görüşlerini esas alan İslam Cumhuriyeti'ne dönüştü. Liberal, sol ve İslami grupların ortak mücadelesiyle Şah devrildikten sonra Ayetullah Humeynî yönetimin başına geçti. Ancak Humeynî kısa bir sürede liberalleri, solcuları, ılımlı Müslümanları ve muhalif grupları tasfiye etti. Kimisini tutukladı, kimisini sürgüne yolladı kimisini de idam etti. 1979'da rejimin değişmesiyle birlikte molla rejimi giderek devlet dairelerinde kurumsallaşmasını sağladı ve toplumu sindirmeyi sürdürdü. 
 
YENİ BİR İRAN UMUDU
 
Her ne kadar zaman zaman halklar buna karşı ayaklansa da 43 yıllık İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı herhangi bir kazanım elde edemedi ve rejimde bir değişim yaratamadı. Ancak Kürt kadını Jîna Emini'nin öldürülmesiyle birlikte Rojhilat'ta başlayan ve dalga dalga tüm İran'a yayılan "Jin Jiyan Azadî" sloganı, hem İran sınırları içerisinde hem de diasporada yaşayan her bir İranlıyı heyecanlandırdı. 
 
İranlılar yeni bir İran'ın kurulacağı inancıyla birkaç saniyelik görüntüyle dahi seslerini bütün dünyaya duyurmaya çalıştı, çalışıyor. Görüştüğümüz kişiler ilk defa tüm halkların ve inançların, İran'da yeni bir yaşam umudu etrafında kolektif bir şekilde İran İslam Cumhuriyeti rejimi yerine yeni bir İran'ı tesis etmeye çalıştığını vurguluyor.
 
İRANLILARI DEĞİŞİME İNANDIRAN ŞEY NEDİR? 
 
"Daha önce de benzer ayaklanmalar oldu, sizi bu kadar değişime inandıran şey nedir" diye sorduğumuz herkes, "bu sefer çok farklı" diye sözlerine başlıyor. 2009 ve 2019 yılındaki gösterileri örnek gösteriyorlar. 2009'da güçlü bir hareket demokrasi talebiyle sokaklara çıktı ve bu hareket hükümetin uygulamalarından memnun olmayan kimi çevrelerin de desteğini aldı. Ancak bu gösteriler sadece kentli orta sınıfla sınırlı kaldı. Daha sonraki yıllarda işçiler, emekçiler ücretlerinin ödenmesi için, çiftçiler emeklerinin karşılığını alamadıkları için seslerini yükselttiler. Yani her defasında her bir grup kendi sorunlarının çözülmesi için sokağa çıktı. 2019 yılında da ortak amaç hayat pahalılığı ve ekonomik meselelerden ibaretti. Yoksul kesimler eylemlere katılıyordu ve büyük bir bedel de ödediler.
 
Ancak 17 Eylül'de başlayan iki ayı geride bırakan ve bir başkaldırıya dönüşen eylemlerde İran'ın neredeyse tüm eyaletlerinden Kürt, Fars, Azeri, Beluci, Arap halklarından orta sınıf, fakir kesimler, öğrenciler "Jin, jiyan, azadî" sloganı etrafında birleşti. Bu özelliği nedeniyle İranlılar bu seferki gösterileri önceki gösterilerden farklı görüyor. Görüştüğüm neredeyse her vatandaş, "evet hayat pahalılığı var, evet ciddi bir ekonomik krizle boğuşuyoruz, evet paramız pula dönüştü ancak, bu sefer halklar bunların hiçbiri için sokağa çıkmadı. Jîna'nın katledilmesine karşı insanlık onuruna sahip çıkmak için sokaklara döküldük. Çünkü insanlık onuru herkesi ilgilendiriyor" diyor. 
 
'JIN JIYAN AZADÎ' NASIL EVRENSEL BİR İDDİAYA DÖNÜŞTÜ?
 
Ölüm, yaralanma, tutuklanma ve işkence görme pahasına sokakları terk etmeyen yurttaşlar, darmadağın edilmiş yaşamlarını, heba edilmiş gençliklerini, yarım kalmış hatıralarını ve yoksun bırakıldıkları onurlu bir yaşamı talep ediyor. "Yeni bir yaşam istiyoruz" diyorlar. Bunu da "Jin Jiyan Azadi" sloganıyla formüle ediyorlar. Doğrudan rejimin baskılarına ve zulmüne maruz kalmamış lise öğrencilerinden tutun, 43 yıllık rejimin her türlü baskısını iliklerine kadar hisseden yaşını başını almış yurttaşlara kadar herkes "eğer kadın esirse yaşam onurdan yoksun olur, onurdan yoksun bir yaşamın özgür olma şansı yok. Bu nedenle özgürlük ancak onurlu bir yaşamla, onurlu bir yaşam da ancak kadınla mümkün olabilir" diyor.
 
Rojhilat ve İran gezimizde göze çarpan talep ve formül şuydu. Kolektif acılar ancak kolektif iddiayla iyileştirilebilir. Bu kolektif iddia da "Jin, jiyan, azadî" sloganıyla şekillendi ve evrensel bir iddiaya dönüştü. 
 
YAŞAMIN ONURSUZLAŞTIRILMASINA İTİRAZ
 
İran'da ideolojik ve siyasi gözetim herkesin hayatını kabusa çevirdi. Özellikle de kadınlar bunu daha fazla hissediyor. Ortadoğu ülkelerinin tamamında neredeyse durum aynı ve yaşamın onursuzlaştırılmasına karşı neredeyse her yerde itirazlar yükseliyor. Kimi ülkelerde bu itirazlar sonucu yönetimler de değişiyor. Ancak İran'da büyük bir fark göze çarpıyor. Bu farkı da konuştuğumuz İranlılar anlatıyor ve kadının öncü rolüne dikkat çekiyor. "Jin, jiyan, azadî" sloganıyla İran'daki başkaldırının Ortadoğu'daki tüm başkaldırılardan ayrıldığına işaret ediyor.
 
OKUL ÇIKIŞI HER TARAFTA SLOGANLAR YÜKSELİYOR
 
Şehir merkezlerinde özellikle öğle aralarında ve akşam dağılma sırasında çantaları sırtlarında ortaokul ve lise öğrencilerinin "Diktatöre ölüm" ve "Jin, jiyan, azadî" sloganları yükseliyor. Bunu önlemek için okul müdürlerinin öğrencileri "rejim güçlerine teslim etmekle" tehdit ettiği ama buna rağmen sonuç alamadığını öğreniyorum. Ancak son dönemlerde rejim güçlerinin şiddetin dozunu artırmasıyla birlikte velilerin okul önlerinde çocuklarını beklediğine tanık oluyoruz. 
 
GENÇLER İLK KEZ  UMUT TAŞIYOR
 
Tanıklık ettiğimiz bu durum, bize konuşanların "bu eylemlerin öncülüğünü gençler ve 18 yaşın altındaki öğrenciler yapıyor" sözlerini doğruluyor. Yine şu ana kadar doğrudan rejim güçlerinin ateşi sonucu yaşamını yitirenlerin önemli bir bölümünün 18 yaşın altında olması da ortaokul ve lise öğrencilerinin sokakta aktif bir şekilde eylemlerde yer aldığını gösteriyor. Kendisi de eylemde yaralanan bir kaynak, bunu gençlerin enerjisine, daha iyi bir gelecek arzusuna ve bugüne kadar fiziksel olarak doğrudan "rejim baskısına" maruz kalmasalar da hayatlarının iradeleri dışında şekillenmesine karşı olan itiraza bağlıyor. Özellikle 15 ve 25 yaşları arasındaki çocuklar ve gençler, geleceklerinin ülke yönetimini elinde bulunduran "yaşlılar" tarafından belirlenmesine sessiz kalmayacaklarını belirtiyor.
 
Görüştüğümüz gençler, var olan sisteme ve ülkeyi yöneten siyasete karşı inançlarını yitirdiklerini, bunun seçimle değişebileceğine inanmadıkları için özellikle son on yılda kendi dünyalarına çekildiklerini, ancak son gösterilerle birlikte hayallerine kavuşabilecekleri umuduyla sokaklara döküldüklerini belirtiyor. 
 
'EYLEMLER GERİ DÖNÜLEMEZ BİR NOKTAYA TAŞINDI'
 
Herkes 17 Eylül itibariyle başlayan ve iki ayı geride bırakan eylemlerin öncülüğünü "genç kadın ve erkeklerin" yaptığını belirtiyor ve ekliyor: "Ancak gelinen aşamada o gençleri ilk başlarda sokaktan uzak tutmaya çalışan aileleri de artık çocuklarıyla birlikte omuz omuza sokaklarda." Bu durumla birlikte, eylemlerin geri dönülemez bir noktaya taşındığı vurgusu yapılıyor.
 
Yine görüştüğümüz kadınlar, mücadelelerinin son iki aydaki eylemlerle sınırlandırılamayacağına işaret ediyor ve İran rejiminin baskıcı uygulamalarına karşı 43 yıldır yürüttükleri mücadelelerini hatırlatıyor. 
 
KADINLAR İLK KEZ SOKAKLARA DÖKÜLMÜYOR
 
Büyük bedeller ödediklerini ancak sonuç almaya yakın olduklarının altını çizen kadınlar şöyle diyor: "1979 sonrası Humeyni'nin ilk emirlerinden birisi hicab (zorunlu örtünme) üzerineydi. Kadınların tamamen örtünmesini emrediyordu. Ancak 8 Mart 1979'da Tahran başta olmak üzere İran'ın bütün büyük kentlerinde kadınlar sokaklara döküldü ve özgürlüklerini İran İslam Cumhuriyeti'ne feda etmeyeceklerinin kararlılığını gösterdi. Bunun üzerine Humeyni sözlerini inkar etmek zorunda kaldı ve örtünmenin zorunlu olamayacağını açıkladı. Ancak 1980 yılının sonlarında cuma hutbelerinde 'kültürel devrim' sinyallerini verdi ve şeriat kuralları, molla rejimi yavaş yavaş yaşamın her alanına sirayet etmeye başladı. Bilimin yuvası üniversiteler buna karşı itirazlarını yükselttiler ancak Besic (sivil polisler) eliyle bunlar bastırıldı. 1983 yılına kadar bu devam etti. Bu dönemde halkın gündemi İran-Irak savaşıyla meşgul olduğu için Humeyni rejimini daha hızlı bir şekilde tesis etmeyi başardı. Üniversitelerdeki akademisyenler, öğretmenler tasfiye edildi, kadınlar tamamen hayatın dışına itilmeye çalışıldı. Ancak kadınlar bunu hiçbir zaman kabul etmedi. 43 yıldır kadınlar bu rejime karşı her türlü eylemi gerçekleştirdi. Milyonlarca kadın Gaşt-e İrşad (Rehber Devriyeleri) tarafından küçük düşürülmeye çalışıldı, ahlaksızlıkla suçlandı, gözaltına alındı, tutuklandı, hatta öldürüldü. Ancak aileler baskılar nedeniyle çoğu zaman çocuklarının bu güçler tarafından öldürüldüğünü gizlemek zorunda kaldı. Bu korku Jîna Emini ile birlikte kırıldı." 
 
KIRILMA NOKTASI 
 
Jîna Emînî'nin ölümü sonrası ailesinin baskılara boyun eğmemesi ve kızlarının polis tarafından öldürüldüğünü duyurmaları, Nilufer Hamedi ve Elahe Mohammadi isimli iki kadın gazetecinin (tutuklular) bunu kamuoyuyla paylaşmaları ve Rojhilat'ın Seqiz kentinde Jîna'nın mezarı başında ilk defa "Jin, jiyan, azadî" sloganının yükselmesiyle birlikte önce tüm Rojhilat kentleri, sonra da İran kentleri sokaklara döküldü. Zorunlu örtünmeye karşı başlayan eylemler, dalga dalga yayılarak insanlık onuruna sahip çıkmaya evirildi. 
 
İki ayı aşan eylemlerde İranlılar, "Kadının özgürlüğüyle toplum özgür olabilir" düşüncesiyle hareket ettikleri için bütün farklılıklarını bir kenara bırakmış ve omuz omuza İran rejiminin değişmesi için mücadele ediyor. 
 
İRAN'DA ARTIK HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ DEĞİL
 
Sonuç ne olursa olsun, görüştüğümüz herkes son iki ayda gelişen eylemlerle birlikte kimi kazanımlar elde ettiklerini düşünüyor. Bu değişimi bizler de Rojhilat ve İran kentlerinin sokaklarında, caddelerinde ve pazar yerlerinde gözlemliyoruz. Sadece büyük kentlerde değil, ilçelerde ve köylerde dahi onurlu bir yaşam için insanlar korkusuzca sokaklara dökülüyor ve kadını esas alan yeni bir ulus inşa ediyor. 17 Kasım'da Rojhilat'ın Bokan kentinde rejim güçleri tarafından öldürülen Muhemmed Hesenzade'nin babasının, oğlunun mezarı başında söylediği şu sözler dikkat çekiciydi: "Eskiden gayretli, namuslu ve vicdanlı kişiler için erkek gibi biri denilirdi. Şimdi bir insan iyi bir erkek olmak istiyorsa kadın gibi olmalı. Çünkü kadınlar erkeklerden daha direngen."
 
 
ŞİDDET ARTTIKÇA SOKAKLAR KALABALIKLAŞIYOR
 
Yine rejim ilan etse de etmese de sokaklar Gaşt-e İrşad'ın hiçbir hükmünün kalmadığını gösteriyor. Rojhilat kentlerinde de Tahran merkezinde de kadınların önceki yıllara oranla korkusuzca, başı dik bir şekilde zorunlu örtünmeye karşı durduklarını gözlemliyoruz. Saldırıların dozu da arttıkça sokağa çıkanların sayısında da bir artış gözleniyor. İnsanlar korkuya teslim olmadıklarını ve olmayacaklarını, toprağa verdikleri her yurttaşla birlikte biraz daha kararlı bir şekilde gösteriyor. 
 
Yazı dizisi boyunca ismini duyacağımız kimi rejim kurumları, bu kurumların ne zaman kurulduğu ve görevleri: 
 
* BESİC: Ayetullah Humeyni tarafından Kasım 1979'da İran'da kurulan, gönüllü milis teşkilatı. Örgütün resmi adı Besic Direniş Gücü'dür. Devlete çalışan gönüllü gençlerden oluşur. İran yasalarının hiçbir kısmında Besicin barış zamanında silahlanma gibi bir yetkisi bulunmamasına rağmen silahlı bir gücü oluşturmuştur. Polis hiçbir zaman Besici sokaklardaki yaptırımından alıkoyamıyor. Besic'in işledikleri cinayetlerin sorumluluğu hiçbir organ tarafından kabul edilmiyor. Besicin hiçbir üniforması bulunmadığı için halk onlara 'sivil kıyafetliler' diyor.
 
* ARTEŞ: İran silahlı kuvvetleri ARTEŞ olarak bilinen düzenli ordu ile pasdaran olarak bilinen Devrim Muhafızları ordusundan oluşmaktadır. İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı vasıtasıyla direk dini lidere bağlıdır. Arteş'in düzenli ordu birimi şu ana kadar ülkedeki eylemlere herhangi bir müdahalede bulunmadığı gibi, zorunlu asker olarak bu birimde askerlik yapan gençlerden de, eylemlere müdahale emri verilmesi durumunda firar edeceklerini söyleyenlerin sayısının azımsanmayacak kadar çok olduğu belirtiliyor.
 
* PASDARAN: Sipahi Pasdarani İnkilabi İslami (İran Devrim Muhafızları Ordusu) İran Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı kara, hava, deniz ve füze kuvvetleri bulunan büyük ideolojik milis bir ordudur. Halk arasında bunlara hem Pasdar hem de Sipah deniliyor. Dini lider Ayetullah Humeyni tarafından 5 Mayıs 1979 tarihinde kuruldu. İran Anayasası'na göre iç düzenin sağlanması, devrimin korunması ve 'sapkın hareketlerin' önlenmesi ile görevli bu ordunun 100 bini aşkın personeli bulunduğu belirtiliyor. Milyarlarca dolarlık iş imparatorluğu haline geldiği belirtilen Pasdaran'ın İran Milli Petrol Şirketi ve İmam Rıza Fonu'ndan sonra İran'ın üçüncü en zengin kurumu olduğu söyleniyor. 
 
* GAŞT-E İRŞAD: Gast-e İrşad yani Rehber Devriyeleri yaşama müdahale eden katı kuralları uygulamakla görevli polis birimidir. Bu polisler İslami kuralların uygulanıp uygulanmadığını sokakta takip ederek ihlâl ettiğini düşündükleri kişileri gözaltına almakla yükümlüdür. Şeriat kurallarını benimseyen İran’ın kanunlarına göre, kadınlar başlarını kapatmak ve bol, uzun kıyafetler giyerek bedenlerinin hiçbir yerinin görünmemesini sağlamak zorunda. 4 Ağustos 2004'te Kültür Devrimi Yüksek Kurulu, "İffet Kültürünü Geliştirme Stratejileri"ni onayladı. Polis teşkilatı, İçişleri Bakanlığı ve Enformasyon Bakanlığı bu komisyona üye kurumlar arasındadır. Bu kararda rehberlik devriyesi konusuna değinilmemiş ve genel hatlarıyla ifade edilmiştir. 2005 yazında, polis yetkilileri rehberlik devriyelerinin başladığını duyurdu ve bu devriyelerin sadece 'tesettürlü olmayanları' uyarma görevi olduğunu söyledi. Ancak takip eden aylarda prosedür değişti ve polis yetkilileri çok sayıda kadının tutuklandığını duyurdu. Bundan sonra, mesire yerleri de dahil olmak üzere farklı yerlerde çeşitli 'sosyal güvenlik' planları uygulandı. Planın ilk etaplarında daha çok kadın giyimine ağırlık verilmiş, daha sonra atölye ve giyim mağazalarının teftiş edilmesi, erkek kuaför salonları, fotoğrafçılık vb. birçok alanda uygulamalarını genişletmiştir. 
 
Yarın: Xoy ve Urmiye: Halk İran rejiminden çok çekti
 
MA / Abdurrahman Gök