İSTANBUL - Yozgat Kadışehri ilçesine bağlı Kabalı köyünde toplulaştırılan 11 bin dönümlük arazinin 5 dönümüne meyve bahçesi kuruldu. Geçtiğimiz günlerde ise arazinin geri kalanının tamamı bir şirkete 25 yıllığına kiralandı.
Hükümetin tarım ve hayvancılık politikasının son uygulaması üretimi çiftçiden alıp şirketlere devretmesi oldu. Yozgat’ın Kadışehri ilçesine bağlı Kabalı köyünde 9 yıl önce tarlalarının sınırları kaldırdı ve toplulaştırılan 11 bin dönümlük arazinin 5 dönümüne meyve bahçesi kuruldu. Toplulaştırılan araziler yakın bir süre önce 25 yıllığına bir şirkete kiralandı. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, benzer uygulamayı yaygınlaştırmak için 250 köyde çalışma başlattı. Şirketlere kiralanan arazilerin sahipleri ise, ücretli işçi olarak çalışıyor. Köylülerden 70 kişi yıl boyu çalışırken, hasat zamanı bu sayı 650’ye kadar çıkıyor. Meyve bahçesini ziyaret eden Tarım Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, projeyi yaygınlaştıracaklarını söyledi. Muhtarı ve köylüyü ikna ederek projenin başlamasını sağlayan dönemin kaymakamı ise TİGEM Genel Müdürü olarak atandı.
HEDEF ÇİFTÇİNİN TOPRAKSIZLAŞMASI
Tarım topraklarının el değiştirmesi olarak ifade edilen bu durum gittikçe yaygınlaşıyor ve hızlandırılıyor. Üretim maliyetlerinin sürekli arttığı ve çiftçinin artık üretim yapamaz hale geldiği Türkiye'de maden, enerji vb. sanayi yatırımları ile arazilere “acele kamulaştırma” gibi birçok yolla el konulmaktadır. Özellikle küçük üreticiler borçlarını ödeyebilmek adına topraklarının ya tamamını ya da belli kısmını satmakta ya da bankalara ipotek verip kredi çekiyor. Kredisini ödeyemeyen köylüler, kısa bir süre sonra icra yoluyla topraklarını kaybediyor. Şimdiye kadar birçok hükümet tarafından çıkartılan yasa ve yönetmenliklerle üretim dışına itilen köylüler, bir süre sonra göçe zorlanıyorlar. Mart ayında Kocaeli’nin Kandıra ilçesinde büyük tarım arazileri peş peşe icralık oldular. Son 1 ayda çeşitli büyüklükteki 85 tarım arazisi icra yolu ile satışa çıktı. Köylü toprağını kaybederken benzer pek çok satışın daha yaşanacağı ifade ediliyor.
MANSHOLT PLANI UYGULANIYOR
Tarımın tekelleşme sürecinin en can alıcı adımı Avrupa Birliği öncesi kurulan Avrupa Ekonomi Topluluğu döneminde geldi. Avrupa’da uygulanan Mansholt planı ile tarım topraklarının toplulaştırılması adımları atılmış ve bugün Avrupa da tüm tarımsal destekler büyük tarım tekellerine verilirken, küçük üreticiler neredeyse tamamen ortadan kaldırılmıştır. Tarımın modernizasyonu üzerinden kurgulanan planın temeli bu modernizasyonla birlikte tarımın tekellerin eline verilmesi sağlanmıştır. Kapitalizm tarımsal üretim üzerinden elde edeceği sermaye birikim süreçlerinde temel ihtiyaçlarından biri geniş bütünleşik tarım topraklarıdır. Arazilerin bütünleştirmesi ya da toplulaştırılması için çıkarılan yasalarla bu durum Türkiye'de de zorunlu hale getirilmiştir. Mansholt planını bugün AKP hükümeti rehber olarak ele almış ve bu yönde birçok yasa ve yönetmelik çıkardı.
ÇIKARTILAN YASALAR
15 Mayıs 2014 tarihinde, “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ve Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ve 31 Aralık 2014 günü kanunun yönetmeliği resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmişti. Bu kanunların iddiası tarım topraklarının miras yolu ile bölünmesinin önüne geçmek olduğu ifade ediliyor. Kanunu hazırlayan hükümetin Tarım Bakanı Mehdi Eker, tarımsal üretimde 2013 yılında “17 milyar dolar” kayıp yaşandığını ileri sürerek, hazırladıkları kanuna bu yaklaşımın temel oluşturduğunu söylüyordu. Bakan, ya şirket köyler oluşacak ve toprak sahipleri şirketlere ortak olacak ya da toprak sahipleri toprağı bir bilene devredecek diyordu. Sıradan çiftçilerin yakından uzaktan ilgisinin olmadığı “kayıp 17 milyar para” sermayenin cebine gidecekken gidemeyen para olarak değerlendirildiği ise anlaşılabilmektedir.
TEKELLERE DEVRİ SAĞLANIYOR
2014 yılında çıkarılan kanunla tarım arazilerinin büyüklükleri belirlendi. Her bölgede il ve ilçede değişiklik gösteren ölçeklerde tarım arazilerinin kaç dekardan küçük olamayacakları net rakamlarla belirlenerek dört kategoriye ayrıldı. Sulak arazi, susuz arazi, dikili arazi ve seralar. Örneğin Hakkari’nin yüzölçümünün sadece yüzde 2’si tarıma uygun. Yani bu da yaklaşık bin dekar arazi demek. Hakkari’de en küçük sulak arazi 90 dekar, kuru arazi ise 180 dekar olarak belirlendi. Bu rakamlara göre Hakkari'de 3-5 kişinin tarımsal faaliyette bulunacağı anlaşılırken asıl hedefin bu arazileri şirketlere devrini sağlamak olduğu ise çok rahat anlaşılabilmektedir. Bu durum Türkiye de tüm kentlerde farklı ölçeklerde uygulamaya sokuldu.
DESTEK YOK
Tarım arazileri bu kanunla birlikte miras ya da satış yoluyla yukarıda belirttiğimiz ölçeklerin altında bölünemeyecek. Bir başka ve belki de en önemli yanı ise tarımsal desteklerin bu ölçeklere uymayan tarım alanlarında çiftçilik yapanlara ve “çiftçi kayıt sistemi”ne kayıtlı olmayanlara verilmeyecek olmasıdır. Bu yolla belirlenen küçük parseller, parası olanların elinde toplanacak. Toprakların korunması gibi bir anlayışla hareket edildiği ifade ediliyor ancak bu bir yanıltıcı. Bunun gerçeği yansıtmadığı hükümetin enerji, maden ve kentsel rant politikalarına bakıldığında net biçimde görülmektedir.
Meralarda 20 yıllık ot parasını yatıranın meraları her türden imara açılabilmesini sağladılar. Büyükşehir yasası ile kırsal alanları imar planları içine aldılar. Daha önce yenilenebilir enerji yatırımları, ‘üstün kamu yararı’ gibi nedenlerle maden yatırımları ve benzer sanayi yatırımlarının koruma alanlarında inşa edilmesinin yasal zeminleri de hazırlanmış ve uygulamaya sokulmuştur.
GDO'LU TARIMIN ÖNÜ AÇILIYOR
Tarımı sadece şirketlerin yapmasını hayal ediyorlar. Hem de GDO’lu tohumlarla ve çoğu bölgede enerji tarımı üzerinden bu işi planlıyorlar. Türkiye de iktidarda olanlar kapitalist sömürünün en vahşisini bölgemizde uyguluyorken bunu daha da büyütecekleri öngörülebiliyor. Örneğin Soma’da termik santral amacıyla kesilen 6 bin zeytin ağacına yönelik tepkiler karşısında o dönem Enerji Bakanı olan Taner Yıldız, “zeytini marketten alabiliriz ancak elektrik öyle mi?” diye halka sorabiliyordu. Yukarıda dikkat çektiğimiz sorunlarla baş etmenin biricik yolu olan kooperatifleşmeyi ve kooperatif biçimlerini ele almak ise çiftçiler için artık bir zorunluluk halini almıştır. Köylüler kısırlaştırılmış ve sadece tekellerin eliyle piyasaya sunulan tohumları her yıl almak için borçlanmak zorundalar. Tarlasını sürmek için traktörüne mazot almak ve ürünlerinin ihtiyaç duyduğu gübre ve ilaçları alabilmek için yine borçlanmak zorundalar. Bu borçlar ya Tarım kredi kooperatiflerinden ya da bankalardan alınabilmektedir. Bu borç sarmalı her yıl katlayarak büyür ve asla tükenmez. Bu nedenle de toprakları ya küçülür ya da topraksız kalarak köyden göç etmek zorundadırlar.
TARIM BİRLİKLERİ
Kuruluş amacı üretici köylünün ürünlerini tüccarın eline düşürmeden ve üretici lehine bir politika ile alınıp işlenmesi ve pazara sunulmasını içermesi gereken, birliklerde durum hiçte böyle gelişmemektedir. Bu birliklerin her yıl açıkladıkları tavan veya taban fiyatları özellikle küçük üreticileri yoksulluğa ve hatta açlığa varan bir hayatla yüz yüze bırakmaktadır. Geç açıklanan fiyatlar veya alım kotaları gibi birçok oyunlarla önce ya da sonra çiftçi mutlaka tüccarın kucağına itilmektedir. Tarımın şirketleşmesi adımlarının tümü siyasi iktidarlar, uluslararası tarım tekelleri ve onların yerli uzantıları, tüccarlar ve birlikler üzerinden ortaklaşarak düzenlenmektedir. Tek bir hedefleri vardır ürünü üreticiden en ucuz fiyatla almak. Her yıl bilinçli yönlendirmelerle ürün cinsini değiştirmeye zorlanan köylüler genellikle ters köşe yapılarak ürettikleri ürün her nedense hiç para etmemektedir.
ÜRETİCİLER KOOPERATİFLERDE TOPLULAŞTIRMALI
Üreticiler mevcut birliklere yaşadıkları il ya da ilçede bulunan şubelerine üye olarak katılırlar. Ancak örgütsüz olmaları ve bireysel olarak sürdürdükleri üretim süreçlerinde dayanışmayı yaratamazlar. Bu nedenle hakim politik gücün yani iktidarın ve tarım tekellerinin desteklediği adaylar birçok ayak oyunu ile yönetimlerde yer alırlar. Bunun sonucunda üyesi oldukları ve ürünlerini satabilmek için üyeliğe mahkum oldukları ve adına birlik denilen tekellerin birer kölesi haline getirilirler. Birlikler eğer üretici köylünün çıkarına dönük çalışıyor olsalardı durum tam tersi bir sonucu doğurması gerekirdi. Elbette üreticilerin ardında “üretici köylü kooperatifleri” olduğu koşullarda bu durum ancak mümkün olabilir. Üretimlerini kooperatifler içinde sürdüren köylüler yine kendi kurdukları birlikler üzerinden ürünlerin değerlendirilmesi durumunda tekellere karşı bir pozisyon alabilir ve çıkarlarını ancak ve ancak bu yolla koruyabilirler. Zorunlu hale getirilen toplulaştırmaları ise kuracakları kooperatifler içinde gerçekleştirmeleri halinde bu saldırıdan yara almadan ve arazilerini kaybetmeden sağlamaları tek yoldur.
MA / Yusuf Gürsucu