‘33 Kurşun’un 79’uncu yılı: Dedelerimizin kemiklerini istiyoruz

VAN - Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın gözaltına aldığı 33 köylüyü kurşuna dizdiği Sefo Deresi Katliamı’nın üzerinden 79 yıl geçti. Şair Ahmed Arif’in "33 Kurşun" şiirine konu olan katliamda yaşamını yitirenlerin cenazeleri hale ailelerine teslim edilmedi. 
 
Van’ın Saray ve Özalp ilçelerine bağlı olan Xerapsork (Sırımlı), Êngizamilan (Değirmigöl) ve Rûnexar (Çaybağı) köylerinde yaşayan yurttaşlardan 33’ü, 29 Temmuz 1943’de götürüldükleri Sefo Deresi’nde 3. Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle katledilmesinin üzerinden 79 yıl geçti. Bunca yıl geçmesine rağmen halen yakınlarının kemiklerini bile bulamayan aileler, yaşanan cezasızlık politikası ve 33 Kurşun’dan sonra yaşanan katliamlara dikkat çekti. 
33 KÖYLÜ GÖZALTINA ALINDI
 
Sefo Deresi Katliamı; Cumhuriyet tarihi boyunca Zilan, Dersim, Çorum, Maraş, Madımak, Roboski katliamlarından sadece biri. Katliam, sınır ihlalinde bulundukları gerekçesiyle İran tarafındaki Kürt aşiretlerin koyunlarına devletin silahlı gruplarca zaman zaman el konulmasıyla başlayıp, Mehmedi Misto adındaki bir aşiret reisinin 2 bin koyununa el konulması ile tırmandı. Sürüsüne el konulan aile, Özalp Kaymakamlığı’na gönderdiği mektupla sürüsünü geri istedi ancak olumsuz yanıt aldı. Bunun üzerine bazı aşiret üyeleri, aldıkları 500 koyunu sınırın 1 buçuk kilometre öte tarafına geçirdi. Bunu duyan dönemin 3’üncü Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı, 33 köylüyü gözaltına aldı.
 
 ASKERLER KÖYLÜLERİ KURŞUNA DİZDİ
 
Olaya ilişkin bölgeye gelen ve köylülerle yaptığı görüşme neticesinde köylülerin suçsuz olduğunu belirten İçişleri Bakanlığı müfettişi Avni Doğan’a karşı, kaymakam ve subayların “Bunlar bizim ordunun nasıl ve nerede konuşlandığını Ruslara bildirerek casusluk da yapıyorlar” yalanı doğrultusunda Muğlalı, müfettişi dinlemedi. 33 köylü Muğlalı’nın emriyle 29 Temmuz 1943 günü gece yarısından sonra jandarma tarafından cezaevinden alınıp, Hudut Taburu Komutanlığına teslim edildi. Elleri ve gözleri bağlı olan 33 köylü askerlerce götürüldükleri Sefo Deresi’nde iki manga askerin yaylım ateşi ile kurşuna dizildi. 33 köylüden biri, cenazelerin altında kalarak yaralı bir şekilde kurtulup İran tarafına geçti ancak kısa bir süre sonra o da yaşamını yitirdi. 
 
TANIK ASKERLER
 
Olaydan 6 yıl sonra katliamın gerçekleştiren bazı askerler, tüm bildiklerini askeri mahkemeye anlatarak katliamın detayları bir bir gün yüzüne çıktı. Gözaltına alınan 33 köylünün Muğlalı'nın emriyle hayvan ahırlarında tutulduğunu ifade eden ve kayıtlara Yüzbaşı Tezer olarak düşen bir asker, olayı şöyle anlattı: “33 köylü gözaltına alındıktan sonra bir ay boyunca ahıra konuldu. Köylülerin sırtlarına eyer vuruldu, ağızlarına gem takıldı ve askerler üstlerine bindiler. Ben bu olayın ne kadar iğrenç olduğunu sivil olunca anladım. Orada robot gibiydim. Sivilde kendimi bir cani, bir canavar gibi gördüm. Ne insanlık, ne din ne de imanın askerlikte olmadığını gördüm.”
 
Başka bir asker Niğdeli İsmail Çolak ise, katliamı şöyle anlattı: “Köylüler yere dizüstü çökmüşlerdi. Her iki grup, yerde sürünerek yan yana gelmişti. Çoğu yüksek sesle dua okuyordu. Bağıran, çağıran, küfür edenler vardı. ‘Ateş’ komutuyla yumdum gözlerimi. Şuursuzca basmışım tetiğe. Mermim bitmiş ama ben hala ateş vaziyetindeyim. İnsanlar gözlerimin önünde cansız vaziyette yatıyordu. Katliamın ardından 'Dağ başını duman almış' marşını söyleyerek Saray'a döndük.” 
 
TAHLİYE EDİLDİ
 
Askerlerin itirafları üzerine katliamın emrini verdiği gerekçesiyle 1949 yılında mahkeme karşısına çıkarılan Mustafa Muğlalı’yla ilgili Genelkurmay Askeri Mahkemesi, 23 Kasım 1949'da “görevsizlik” kararı verdi. Askeri Yargıtay’ın 9 Ocak 1950'de bu kararı bozması üzerine Orgeneral Muğlalı’ya,  2 Mart 1950'de verilen idam cezası, yaşı dikkate alınarak 20 yıl hapse çevrildi. Muğlalı ile yargılanan diğer askerlerin ise beraatine karar verildi. Mahkum edildikten sonra Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nin “ileri derecede akli yetersizlik” raporu üzerine Muğlalı, tahliye edildi ve 1 Aralık 1951'de yaşamını yitirdi. 
 
İSMİ KIŞLAYA VERİLDİ
 
Katliamın hesabı sorulmadığı gibi yıllar sonra 2004'te Özalp'teki askeri kışlaya Mustafa Muğlalı'nın ismi verildi. Ailelerin mahkemeye yaptıkları başvuru ve halkın tepkisi sonucu kışlanın ismi, 2011 yılında “Şehit Astsubay Erkan Durukan” olarak değiştirildi. Katliam, Ahmed Arif'in kaleme aldığı “33 Kurşun” şiiriyle tarihe; artık "33 Kurşun Katliamı" olarak geçti. 
33 KURŞUN ANITI’NA İZİN VERİLMEDİ
 
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) döneminde Van Belediyesi, bölgede 33 Kurşun Anıtı’nın yapılması için karar aldı. Ancak anıtın yapılması için yapılan başvuru, Van Valiliği tarafından “Yasaklı bölge” olduğu gerekçesiyle reddedildi. 2014 yılındaki “Çözüm süreci”nde yine anıt mezar yapılması ve yaşamını yitirenlerin kemiklerinin ailelere verilmesi için yapılan başvuru da yine sonuçsuz kaldı.
 
Katliamda akrabalarını kaybeden Cüzeyri Özkaplan ve İlhan Özay, katliama ilişkin konuştu.
 
ONLARDAN GERİYE KALAN SADECE ACI
 
Ailesinden 7 kişinin öldürüldüğünü ifade eden İlhan Özay, katledilen 33 kişinin gözaltında oldukları sırada ifadelerine başvurulmadan yargısız infaza kurban gittiklerini söyledi. Katliamın üzerinden geçen 79 yılda katliamın yapıldığı yerin “yasak bölge” olması nedeniyle gidemedikleri bilgisini paylaşan Özay, katledilen kişilerin mezarlarının halen olmaması kendileri için en büyük acı olduğunu vurguladı. Katledilenler arasında Kûro adıyla bilinen dedesinin de olduğunu belirten Özay, "Babam ölene kadar da 'Keşke bir kez de olsa onların mezarlarına gidebilseydik' diyordu. Ama bu isteği gerçekleşmeden öldü" dedi.
 
MUĞLALI İSMİ İLE MESAJ VERDİLER
 
Katledilenleri anarak konuşmasına başlayan Cüzeyri Özkaplan da, katledilen 33 kişiden 16'sının kendi ailesinden olduğunu söyledi. Katliamın baş sorumlusu olan Mustafa Muğlalı'nın bölgede her zaman katliamlarda ismi geçtiğini ve 33 kişiyi de suçsuz yere katlettiğine dikkat çeken Özkaplan, "O dönem 33 kişiyi katletmelerinin gerekçesini İran'la irtibatlı olduklarını ileri sürüyorlardı. Evet, bizim İran sınırındakilerle irtibatımız var, çünkü bizler biriz. Bu insanları suçsuz yere katlettiler. Bu yetmezmiş gibi kalktılar Muğlalı'nın ismini tabura verdiler. Bununla bize şu mesajı verdiler: 'Babalarınızı katlettik, sesinizi çıkarırsanız sizi de öldürürüz.' Bu katliam ne ilk ne de son. En son geçtiğimiz günlerde Zaxo'ya bombalar yağdırdılar. Bu katliamlar geçmişten bu yana devam ediyor" diyerek tepki gösterdi.
 
Muğlalı'nın cezalandırılmadığını ve akli dengesi yerinde olmadığı gerekçesi ile serbest bırakıldığını hatırlatan Özkaplan, "Şu an beklentimiz devletin özür dilemesi ve katliamın yaşandığı yerde en azından anıt mezarların yapılması" olduğunu belirtti.
 
AHMED ARİF: AĞIT YAZDIM
 
Katliamı "33 Kurşun" adını verdiği şiirinde anlatan Şair Ahmed Arif, bir röportajında olayın hikayesini şöyle kaydetti: “Otuzüç Kurşun’u bir ağıt olarak yazdım. Bugün de öyle düşünüyorum. Çok yakınlarım, arkadaşlarım 'Niye yazdın bunu' dediler. Ben de dedim ki, 'Şu Bahçelievler’de manyağın biri otuz tane tavuğu çalsa, kesse, sokağa atsa, ertesi gün Ulus Gazetesi olayı dört sütun üzerinden verir. Tavuk değil bu yahu, 33 tane senin vatandaşın. Hiçbir suçu yok. Tertemiz. Belki hepimizden daha suçsuz. Kimsesizlikten başka suçu yok. Kimsesiz adamlar, o kadar. İçlerinde genci var, yaşlısı var. Öldürmüşler, kurşuna dizmişler... Dediğim gibi ben bunu bir ağıt olarak ele aldım. Yüreğim doldu. Gerçekten bir köylü kadın, mesela onlardan birinin annesi ya da o öldürülenlerden birinin kardeşi neyi duyuyorsa ben de aynı acıları duydum. İşte bu 'Otuzüç Kurşun' şiiri yüzünden geldiler götürdüler beni. Gece sabaha kadar dövdüler. 'Oku' dediler, okumadım.” 
  
33 KURŞUN ŞİİRİ
 
1.
 
Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van’da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...
 
Yiğitlik inkar gelinmez
Tek’e - tek döğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzüç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...
 
2.
 
Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alaçakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı
 
Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.
 
Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!
 
Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere...
 
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...
 
Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...
 
3.
 
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...
 
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
 
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
 
4.
 
Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...
 
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...
 
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
 
5.
 
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda
 
Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.
 
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
 
MA / Cengiz Özbasar