İSTANBUL - PKK Lideri Abdullah Öcalan'dan 17 aydır haber alınamamasında uluslararası kurumların da etkisinin olduğunu söyleyen avukat Raziye Öztürk, Öcalan'ın felsefesinin tecrit edilemeyeceğini ve bu felsefenin Kuzey ve Doğu Suriye'de hayat bulduğunu belirtti.
Uluslararası komployla Türkiye’ye getirildiği 15 Şubat 1999’dan bu yana İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan'dan 25 Mart 2021'den bu yana haber alınamıyor. Öcalan, 27 Temmuz 2011'e kadar belli aralıklarla aile ve avukat görüşebildi. Ancak daha sonra avukat görüşlerine çeşitli gerekçelerle izin verilmedi. Cezaevlerinde 8 Kasım 2018’de başlatılan ve binlerce tutuklunun sürdürülen açlık grevi üzerine Öcalan, ilki 2 Mayıs’ta olmak üzere 22 Mayıs, 12 Haziran, 18 Haziran ve 7 Ağustos 2019'da avukatlarıyla 5 görüşme gerçekleştirildi. Son görüşmenin ardından avukat görüşleri tamamen engellendi. 25 Mart 2021'de gerçekleşen kesintili telefon görüşmesinin üzerinden bu yana da Öcalan'dan haber alınamıyor.
Öcalan’ın avukatlarından Raziye Öztürk, müvekkili üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit ve yarattığı etkilere dair değerlendirmelerde bulundu.
17 AYDIR HABER ALINAMIYOR
Öcalan’ın en son kardeşi Mehmet Öcalan ile telefon görüşmesi gerçekleştirdiğini hatırlatan Öztürk, görüşmenin Öcalan’ın yaşamına dair bir takım iddiaların ortaya atılması üzerine gerçekleştiğini söyledi. Öztürk, “Sayın Öcalan, bu tarz bir ilişkilenme halini çok tehlikeli ve riskli gördüğü için hukukun uygulanmasını talep etmiş ve bu duruma tepki göstermişti. Ancak Sayın Öcalan’ın bu tepkisinin ardından telefon hemen kesildi. Bu durum bizde ciddi endişeler yarattı. Buna yönelik infaz hakimliğine, yerel makamlara yaptığımız başvurular var. Bu konuda çağrılarımız oldu. Buna rağmen 17 aydır hiçbir şekilde Sayın Öcalan’dan haber alınamıyor” diye belirtti.
ULUSLARLARASI KURUMLARIN TUTUMU
Tecrit ve haber alamama halinin "faşizm koşullarıyla" bağlantılı olduğunu söyleyen Öztürk, "Sayın Öcalan’ın politik kimliği ve Kürt sorununun çözümünde oynayacağı rolü ve etkisi büyük. Dolayısıyla demokratik, anayasal ve barışçıl bir çözüm istemeyen bir iktidar, bu bağlamda milliyetçiliği, faşizmi daha da derinleştirerek bu haber alamama halini devam ettiriyor. Haber alamama hali, tek başına iktidarla bağlantılı değil, aynı zamanda İmralı'nın denetleyicisi olan uluslararası mekanizmalarının da etkisi çok büyük. Uluslararası kurumların bu konudaki etkisizliği haber alamama halinin devam etmesine sebebiyet veriyor” ifadelerini kullandı.
'TECRİT İŞKENCEDİR'
“İmralı bir tecrit sistemidir ve tecrit bir işkencedir" diyen Öztürk, İmralı'nın hukuk dışı bir alan olduğunu söyledi. Öztürk, "İmralı’da hukuk, yönetim yok. Tamamen politikayla ve siyasetle yönetiliyor. Türkiye’deki yönetim, kendini bu sistemle ayakta tutmaya çalışıyor. Sayın Öcalan'a verilen yasak kararları ve disiplin cezaları da aynı şekilde bu hukuksuzluğu ifade ediyor. Avukatlar olarak herhangi bir dosyaya ulaşmamız söz konusu değil. Bu durum tümüyle tecrit sisteminin bir parçası ve hukukla hiçbir şekilde bağdaşmayan bir sistemidir” şeklinde konuştu.
'UYGULAMALAR İMRALI'DA BAŞLIYOR'
2013-2015 yılları arasında "çözüm" adı altında sürdürülen sürecin bitirilmesinin ardından ağır ve çatışmalı bir sürece girildiğine dikkati çeken Öztürk, hemen akabinde darbe sürecinin yaşandığını ve sonrasında siyasetçilere, belediyelere yönelimler olduğunu kaydetti. Öztürk, "Darbe süreciyle birlikte Kürtlerin hakları ve iradesi gasp edildi. Ardından Olağanüstü Hal (OHAL) süreci devreye konuldu. OHAL sürecinde kararname çıkmadan ilk önce İmralı cezaevinde Sayın Öcalan’ın zaten izin verilmeyen temel hakları topyekun ve süresiz bir şekilde kaldırıldı. Hukuk sisteminde böyle bir şey yok. Bütün bu uygulamalar ilk olarak İmralı cezaevinde başladığını görüyoruz" diye kaydetti.
TECRİTİN TOPLUMA YANSIMASI
Tecridin de ilk İmralı'da başladığını ve sonrasında cezaevleri başta olmak üzere toplumun tüm kesimlerine yansıdığını ifade eden Öztürk, şunları söyledi: "Sayın Öcalan’ın avukat görüşünde personel bulundurmak, evraklara el konulma durumları yaşanırken; Türkiye cezaevlerinde de tutukluların aileleriyle görüştürülmesi, mektup ve gazetelere el konulması olarak yansımasını buldu. Bu hukuksuzluklar hala devam ediyor. Bu durum tüm toplumu etkiledi. İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilecek paylaşımlar dahi ciddi tutuklamalara neden oldu. Bu yasaklarla tüm ülkeye bir gözdağı verildi. Bu şekilde ciddi bir korku iklimi yaratıldı."
ERİL SİSTEM
Tecrit sisteminin eril bir sistem olduğunu ve kadınların da hayatını sosyal ve ekonomik olarak olumsuz etkilediğine dikkati çeken Öztürk, "Kadınlar bu faşizm ve antidemokratik uygulamalara karşı savaşıyor ve bu anlamda büyük bir mücadele alanı oluşturdu. Bu anlamda tecrit derinleştirildikçe sistem ilk önce kadınları hedef alıyor. Bu yüzden iktidar ve sistem ilk önce Eşbaşanlık sistemini, kadın kurumlarını hedef alınıyor. İstanbul Sözleşmesini bu yüzden kaldırıyorlar. Dolayısıyla tecrit kavramı beş bin yıldır kadınların yaşımındaydı ve çağa göre kendini yenileyerek bir şekilde sürdürülüyor” diye konuştu.
ÖCALAN'IN PARADİGMASI
“Sayın Öcalan’ın felsefesi ve ideolojisini tecrit etmek istediler ancak bu olmadı” diyen Öztürk, şöyle devam etti: "Sayın Öcalan kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite paradigmasını geliştirdi. Bu paradigmayla Rojava'da (Kuzey ve Doğu Suriye) kadın özgürlükçü, yeni demokratik bir yaşam inşaa edildi. Bu yeni yaşamın kurulmasında kadınlar öncülük etti. İŞİD gibi bir örgüte karşı mücadele ederek, devrimin öncüsü oldular. Bütün bunlar Öcalan'ın paradigması sayesinde oldu. Öcalan'ın felsefesi Rojava’da yaşatıldı, pratiğe geçirildi. Bu paradigma aynı zamanda kadın özgürlüğünü esas alan eşitliği esas alan bir paradigmadır.”
MA / Esra Solin Dal