Amed Barosu Başkanı Eren: Tecride ilişkin girişimlerimiz olacak

img
AMED - PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridin hukukta izahatının olmadığını belirten Amed Baro Başkanı Nahit Eren, adli yılla birlikte yeni bazı başvurular konusunda girişimleri olacağını söyledi. 
 
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde ağır tecrit koşullarından tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 25 Mart 2021 tarihinden bu yana haber alınamıyor. Asrın Hukuk Bürosu avukatları tarafından haftada iki kez, İmralı’da tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş’ın aileleri tarafından da her hafta yapılan görüşme talepleri ise "disiplin cezaları" gerekçesiyle yanıtsız bırakılıyor. Öcalan için bugüne kadar çok sayıda ulusal ve uluslararası kurum görüşme talebinde bulunduysa da yetkililer tarafından henüz bir adım atılmadı.  
 
Amed Barosu Başkanlığı da, İmralı F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu PKK Lideri Abdullah Öcalan’la görüştürülmeyerek mesleki faaliyetleri engellendiği gerekçesiyle 107 üye avukatın kendilerine yaptığı başvuruya istinaden 12 Aralık 2022’de günü Adalet Bakanlığı ve Türkiye Barolar Birliği’ne (TTB) ihlalin giderilmesi için başvuruda bulundu. Söz konusu başvuruya dair ise henüz yanıt verilmedi. 
 
Amed Baro Başkanı Nahit Eren, İmralı’da uygulanan tecridi ve yansımalarını değerlendirdi. 
 
‘NEDENİ KÜRT MESELESİNDEKİ ÇÖZÜMSÜZLÜK’
 
Eren, Türk hukuk sisteminde cezaevinde bulunan bir insanın ister tutuklu ister hükümlü olsun, yasadan kaynaklı iletişim ve avukatlık zimmetinden faydalanmasına ilişkin ayrıntılı yasal hükümlerin bulunduğunu söyledi. İmralı’daki uygulamaların hukuksuz olduğunu dile getiren Eren, İmralı’daki mutlak iletişimsizlik halinin sadece hukuksuzlukla açıklanamayacağını belirtti. “Bu tecridin, sosyal izolasyonun altında yatan unsur Türkiye’deki Kürt meselesi ve Kürt meselesinin çözümsüzlüğüdür” diyen Eren, “Şu anki iktidarın Kürt meselesine bakış açısı ya da Kürt meselesini çözme ya da çözümsüzlüğü konusundaki ısrarının yansımaları. Yani bugün ki bu tecrit uygulaması birazda ülkedeki politik iklime bağlı” dedi.  
 
‘DÖNEMİN KOŞULLARI GÖRÜŞMELERİ BELİRLİYOR’
 
Birçok ülkede çatışma-çözümlerinin uygulandığını anımsatan Eren, Türkiye’de ise bu sürecin ağır ilerlediğini ve istikrar olmadığını belirtti. İktidarın dönem dönem iletişim kanallarını kendi isteği üzerine açtığına dikkat çeken Eren, “Avukatların gidiş gelişlerine müsaade ediliyor ama ülkedeki politik atmosfere ya da ülkedeki önemli değişikliklerde, bölgesel sorun dönemlerinde çok daha farklı uygulamalar, özel infaz rejimini sisteme koyan uygulamalar söz konusu oluyor. Birçok uluslararası kuruluşun gözlemini, CPT’nin daha önce bu konuda yaptığı gözlemler, verilen ihlal kararları var. Ama bu uygulama hiçbir tereddüt ya da bu konuda bir açıklama, izahat yapma ihtiyacı duymaksızın devam ediyor” dedi. 
 
CEZA SİSTEMİ AYRIMCILIĞA SEBEP OLUYOR
 
İnfaz sisteminin aynı hukuksal duruma sahip olan cezaevindeki insanlara aynı kuralların uygulanmasını ön gördüğünü belirten Eren, bu durumun PKK Lideri Abdullah Öcalan ve diğer tutuklular içinde uygulanması gerektiğini vurguladı. İmralı’daki uygulamaların anayasada güvence altına alınan eşitlik ilkesine aykırı olduğunu söyleyen Eren, “Şu an ayrımcı bir infaz sistemi söz konusu. Kişinin işlediği suça göre bir infaz rejimi ön görülüyor. Bütün dünya örneklerinde cezaevlerinde şartlı salıverme ya da erken tahliyenin önünü açarken Türkiye’de maalesef ceza infaz sistemi kişiye göre değil suç tipine göre şekilleniyor. Bu da kendi içerisinde büyük bir ayrımcılığa, eşitsizliğe sebebiyet oluyor. Hele de böyle özel infaz sistemlerinin uygulandığı cezaevlerinde de bu tür çok daha büyük hukuksuzluklar maalesef sürmeye devam ediyor” ifadelerini kullandı. 
 
‘TECRİDE KARŞI BÜYÜK BİR SESSİZLİK VAR’
 
Avukat ve aile görüşlerinin bu kadar uzun süre yapılmamasının hukuk düzeninde izahatı olmadığının altını çizen Eren, şöyle devam etti: “Ama maalesef büyük bir sessizlik var. Gerek Adalet Bakanlığı gerek yargı makamları bütün başvurulara karşın bir açıklama, cevap verme ihtiyacı hissetmiyor, kaygı verici olanda bu... Demokratik bir düzende başvuru yaptığınız zaman olumlu ya da olumsuz görüştürülmeme gerekçesine ilişkin bir açıklama yapmanız ya da bir cevap vermeniz lazım. Maalesef Türkiye’de buna bile ihtiyaç duyulmuyor. Bu da iktidarın Kürt meselesine bakış açısıyla ilintilidir. İktidarın Kürt meselesini salt bir güvenlik meselesi olarak gördüğü dönemlerde bu tür uygulamalar yaygınlaşıyor” diye belirtti. 
 
‘DİYALOG BARIŞ İÇİN ÖNEMLİ’
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 2013-2015 yıllarında yapılan görüşmeleri hatırlatan Eren, “Bir hukukçu, Diyarbakır Barosu Başkanı, baroya kayıtlı bir avukat ve Kürt olarak, Kürt meselesinin yegane çözüm yolunun diyalog zemininden geçtiğini çok iyi biliyoruz. Baro olarak, her zaman bu konuda şiddetten uzak, barışçıl çözüm talebini dile getirdik. Çünkü şiddetin, güvenlikçi politikaların Kürt meselesini çözemeyeceğini 40 yıldır deneyimledik. Özellikle çözüm süreci döneminde 2012-13 yıllarında başlayan süreçte toplumda sorunu çözmeye dair büyük bir umut oluştu. Ama maalesef istenilen netice elde edilemedi. Toplum hala aynı noktada bunu çok rahat bir şekilde gözlemleyebiliriz. Hala insanlar bu sorunun diyalog ve barışla çözümü yönündeki dilek ve arzularını süreklileştirebiliyor. Bir sorun çözülecekse, aktörlerinde sorunu çözme açısından dâhil edilmesi lazım. Evet, cezaevinde olabilir, cezaevi dışında da olabilir, çözümü isteyen irade, çözüme vesile olabilecek aktörleri ve kişileri çok iyi biliyor. O anlamda tabi ki diyalog eğer bir çözüm iradesi oluşturulursa İmralı Adası ile bir diyaloğun, temasın barış niyeti açısından olumlu sonuçlar vereceğini hepimiz biliyoruz”  dedi. 
 
‘SÖZ SAHİBİ AKTÖRLE TEMAS KURULMALI’
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çözümün taraflarından olduğuna işaret eden Eren, “Hala örgüt üzerindeki etkisi, tesiri biliniyor. Bu anlamda çözüm iradesi niyeti açığa çıktığı zaman ilk temas kurulacak yerlerden biri olduğu tüm toplum tarafından da bilinen ve kabul gören bir gerçeklik. Ama burada önemli olan iktidarın, devletin sorunun çözümü açısından bir niyetinin iradesinin olup, olmamasıdır. Maalesef şuan ki koşullarda böyle bir niyet ve arzu hissedilmiyor ama tabi ki beklentimiz sorunun demokratik ve barışçıl zeminde çözümü açısından bütün kanalların açılması, diyaloğun ve iletişimin geliştirilmesi. Çünkü bu toplumun 40 yıldır yaşadığına hepimiz tanıklık ettik, çok ağır sonuçları oldu, hala sonuçları yaşanıyor. Çünkü can yakıcı bir mesele, bu anlamda demokratik çözümü açısından söz sahibi ve etkisi olan her aktörle temasın kurulması gerekiyor. Tabi ki de İmralı’yla, Abdullah Öcalan’la kurulacak diyalog da ciddi bir şekilde sorunun çözümü açısından önemli bir faktör” şeklinde konuştu. 
 
GİRİŞİMLERİMİZ SÜRECEK
 
İmralı’da uygulanan tecride dair avukatların baroya yaptığı başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi’ne ve Adalet Bakanlığı’na başvurduklarını anımsatan Eren, “Türkiye’de iktidar değişmedi ama nihayetinde seçimlerle birlikte yeni bir Adalet Bakanı, bakanlar kurulu, bürokratlarla yeni bir süreç başladı. Yeni adli yılla birlikte daha önceki başvurumuza istinaden, akıbetine ilişkin yeni bazı başvurular konusunda girişimlerimiz olacak” dedi. 
 
‘ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN HANDİKAPI!’
 
Uluslararası kurumların da tecridi hak ihlali olarak değerlendirdiğini kaydeden Eren, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa’da uygulamanın insan hakkı ihlali olduğunu belirtti. İmralı’daki uygulamaların “kötü muamele” ve “işkence” boyutuna geldiğine dair defalarca rapor hazırlandığını dile getiren Eren, şunları söyledi: “ Bu tür uluslararası kurumların, kuruluşların da etkinliği ya da raporların hukuki anlamda sonuç doğurabilmesi de maalesef uluslararası ilişkilerin kurbanı oluyor. Bugün artık devletlerarası ilişkilerin, menfaatlerin, siyasal ilişkilerin ve hukukun da yeri geldiği zaman askıya aldığını görebiliyoruz. Türkiye’ye dair AHİM’in kararlarının uygulanmıyor olması nedeniyle başlayan bir süreç vardı. Ama nihayetinde bu konsey bünyesindeki kuruluşların hazırlamış olduğu ülkelerin düşmüş olduğu raporların da konsey önünde ilkeler nezdinde uygulanması, hak ihlalinin giderimi konusunda ciddi bir baskının, mekanizmanın geliştirilmesi lazım. Ama artık Türkiye’de şöyle bir sıradanlaşma var, bir hak ihlaline yönelik AHİM’den yana karar da olsa uygulanmaması konusunda çok büyük bir rahatlık var. Aynı şekilde hazırlanan raporların, hak ihlallerinin konu tespitlerinde çok da ciddiye alınmadığını gözlemleyebiliyoruz. Bunun altında da az evvel bahsettiğim gibi devletlerin uluslararası ilişkilerin yarattığı bir handikap var.”
 
'TECRİT HALİ ÜLKEYİ DAHA TEHLİKELİ HALE GÖTÜRÜR'
 
“Türkiye’de esaslı bir insan hakları meselesinin olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz” diyen Eren, “Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırıldığı, askıya alındığı bir dönem içerisindeyiz. Cumartesi Annelerine uygulanan, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı var ortada, düşünün ki bir ülkenin en önemli yargı makamı o eylemliliği temel hak ve özgürlük olarak görüyor, ihlalin giderimi noktasında kamu idaresine kararını gönderiyor ama maalesef aynı yasak ve engelleme devam ediyor. Bu temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasıyla ülkenin bir noktaya gelemeyeceğini, bilakis ülkeyi daha da anti demokratik uygulamalara, salt temel hak ve özgürlüklerin kullanmasının engellenmesi, toplumsal kutuplaştırmayı arttırıyor, aşırı milliyetçi söylemlere sebebiyet veriyor ve bu da ülkeyi daha tehlikeli noktalara götürme riskini barındırıyor” ifadelerini kullandı. 
 
İKTİDARA ÇAĞRI
 
İktidara antidemokratik uygulamalardan vazgeçmesi çağrısında bulunan Eren, “Bugün hep eleştirdiğimiz darbe anayasasındaki hükümlerin uygulanmasını talep eden noktadayız. Türkiye’de sürekli yeni bir anayasa söylemi, çalışması, niyeti, arzusu gündemleştiriliyor ama mevcut anayasanın şu anda hükümleri uygulanmıyor. Eğer daha çok özgürlük ve demokrasi adına yeni bir anayasa yapılacaksa aynı hükümler şu anki anayasada da var. Bu anlamda belgeler değil, niyet ve irade önemlidir. Temel hak ve özgürlükler konusunda kısıtlayıcı, engelleyici uygulamaları terk etmeleri, demokrasinin gerektirdiği özgürlüklere saygı duymalılar” diye konuştu. 
 
MA / Eylem Akdağ