Diyarbakır’da ‘Özel Savaş Politikaları ve Cezasızlık’ tartışıldı

  • kadın
  • 21:45 24 Kasım 2021
  • |
img

DİYARBAKIR- Diyarbakır Şiddetle Mücadele Ağı’nın 25 Kasım kapsamında düzenlediği panelde “Özel Savaş Politikaları ve Cezasızlık” tartışıldı.

Diyarbakır Şiddetle Mücadele Ağı, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında Amed Şehir Tiyatrosu’nda, “Özel Savaş Politikaları ve Cezasızlık” paneli düzenledi. Panele İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin, Tevgera Jinên Azad (TJA) aktivistleri, İHD Diyarbakır Şubesi Kadın Komisyonu, Dicle Amed Kadın Platformu (DAKAP) üyeleri, Rosa Kadın Derneği, Özgürlük için Hukukçular Derneği’nden (ÖHD) avukatlar, Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi’nden avukatlar, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Dersim Dağ, HDP ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) il örgütü üyeleri ile Amed Emek ve Demokrasi Platformu katıldı. 

Panelin moderatörlüğünü Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi Eşbaşkanı Sema Aslan yaparken, İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, Rosa Kadın Derneği Başkanı Adalet Kaya, TJA aktivisti Ruşen Seydaoğlu ve Diyarbakır Barosu Yönetim Kurulu (YK) üyesi Hatice Demir de konuşmacılar arasında yer aldı. 

CEZAEVİ GERÇEKLİĞİ 

Panelde ilk olarak konuşan Eren Keskin, uzun zamandır devlet destekli cinsel şiddet dosyalarına baktığını söyleyerek, avukatlığını yaptığı kadınlardan birinin, “Yaşadıklarımı biliyorsun değil mi? Ama tecavüzü bilmiyorsun” dediğini ve baygınlık geçirdiğini anlattı. 

ÇIPLAK ARAMA

Keskin yaşadığı süreçteki deneyimlerini ise şöyle paylaştı: “Çıplak arama sorunu yeni olan bir şey değil. 90’lı yıllarda çıplak arama değil çırılçıplak bir şekilde sorgulanıyordu. Birkaç kişi orada cinsel saldırıya uğradığını belirtti. Hala bile 12 Eylül’ü yaşayıp anlatamayan kadınlar var. Ben cezaevinden çıktıktan sonra ‘ne yapabilirim?’ diye düşündüm. Yaşananlara ilişkin bir büro oluşturduk. Önce hak arama mücadelesinde siyasi mahpuslardan başlayalım dedik.  Bayrampaşa Cezaevi’ne gittik ve Kürt kadın mahpuslarla görüştük. Sonrasında MED TV birkaç program yapmayı teklif etti. İHD olarak zaten Kürdistan’da yaşananları gündemleştirmek istiyorduk. MED TV’de program yaptıktan sonra bize başvurular gelmeye başladı.” 

‘TECAVÜZ SUÇUNUN TANIMI YOKTU’

90’lı yıllarda tecavüz suçunun hiçbir tanımı olmadığını ifade eden Keskin, bu açıdan cinsel işkenceyi raporlamada ciddi sıkıntılar yaşadıklarını belirtti. Yıl 2005’e geldiğinde cinsel saldırı tanımıyla ilgili önemli gelişmeler yaşandığını söyleyen Keskin, “Cinsel saldırı suçu düzenlendi tabii şimdiki tanımlama da tam değil. Ama bizler açısından bir gelişmeydi. O dönem kadın kurtuluş mücadelesinin özellikle de Kürt kadın hareketinin çok etkisi oldu. Cinsel işkencenin belgelenmesinden hala sorunlar devam ediyor. Savcılıklar ve mahkemeler sadece ATK’nin raporlarını kabul ediyor. Bağımsız doktor ve TİHV’den alınan raporlar kabul edilmiyor” diye konuştu.

CEZASIZLIK ÖRNEĞİ: MUSA ÇİTİL

İpek Er cinayetine değinen ve Batman’da daha öncede de karşılaştıkları durumları anlatan Keskin, “Ben bugüne kadar bir korucu dışında ceza alan tek bir devlet yetkilisi görmedim. O kadar çok olay yaşandı ki bunlardan biri de Mardin’de komutan Musa Çitil ve 450 askere dava açıldı. Bir Ş.E. davası olarak söylersem de bu davadan yargılanıp beraat ettiler ama aynı Musa Çitil bu sefer Sur, Cizre operasyonlarında karşımıza komutan olarak çıktı. Cezalandırılmak yerine, terfi ettirildiler. İşte bu yüzden İstanbul Sözleşmesi’ni çok önemsiyorduk. Çünkü İstanbul Sözleşmesi hem aile içinde hem de yaşamın her alanında kadına yönelik şiddetin etkin olarak soruşturulmasını sağlıyordu. Fakat maalesef ki bizim coğrafyamızda kadınlara karşı özellikle devlet eliyle işlenen tüm suçlar bugüne kadar cezasız kaldı” ifadelerini kullandı.

‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’Nİ KADINLAR GERİ GETİRECEK’

İstanbul Sözleşmesi’nin önemine değinen Keskin yaşananları şöyle anlattı: “Bu sözleşme bu coğrafyada verilen bir mücadele sonucu kazanılan bir sözleşmedir. Diyarbakır’da Nahide Opuz davasında iç hukuk bittikten sonra AİHM’e gittik AİHM Türkiye’yi ‘Ev içi çalışan kadınları korumadığı’ için mahkûm etti. Sonrasında üye devletlere ‘ev içinde çalışan kadınları koruyan’ bir sözleşme yapılması çağrısında bulundu. Bundan kaynaklı diyebiliriz ki İstanbul Sözleşmesi ortaya çıktı. Sözleşme her ne kadar uygulanmasaydı da mahkemelerde kadınlara ve LGBT+İ’lere bir duygusal güç veriyordu. Aslında sözleşme erkek egemen anlayışı sorgulama görevi veriyordu. Bence en büyük rahatsızlığı buradan duydular. Ben inanıyorum ki bu sözleşmeyi kadın mücadelesi geri getirecek.”

TRANS KADINLARIN YAŞADIKLARI 

Trans kadınların Türkiye’de çok daha görünmez olduğunu söyleyen Keskin, polislerin yolda yürüyen translara durduk yere “çevreyi kirletmek” ve “çevreye zarar vermekten” dolayı ceza kesilebildiğine dikkat çekti. Keskin, “Trans kadınlara da avukatlık yapıyoruz. Trans kadınlar çok daha görünmez oluyor. Mesela sokakta bir trans kadın yürüyorsa polis önünü kesip valinin verdiği yetkiyle, ‘çevreyi kirletiyorsun’ diye ceza kesiliyor. Burada yargının bakış açısına değinmek istedim. Bu coğrafyada yargı sistemi son derece feodal ve militardır. İstanbul Sözleşmesi’ni bugüne kadar ciddiye alan hakim ve savcıyı görmedim” dedi. 

BİAT ETMEYEN KADINLAR

Son olarak bu coğrafyada biat etmeyen kadınların mücadelesine değinen Keskin, “Muhalefetin çok büyük çifte standartları var. Batı illerinde bir kadın sokakta şort giydi diye saldırıya uğradığında tüm kadınlar ayağa kalkıyor ama Varto’da Ekin Van olayı olduğunda sadece Kürt kadınlarının sesi çıktı. Mücadeleye devam edeceğiz” dedi.

ŞİDDETLE MÜCADELE AĞI KURULDU 

Ardında konuşan Adalet Kaya, OHAL’in hemen ardından Diyarbakır’da saha çalışması yürütmeye başladıklarını söyledi. Kaya, “Kayyım ve KHK’ler dönemiydi ve bu da kendisiyle bir yıkım getirmişti. Hemen şiddet başvurusu almaya başladık. O dönem hepimiz belediyelerden ihraç edilen kadınlardık. Çok fazla zorluk çektik ve mücadele konusunda çalışma yürütenlerle Diyarbakır Şiddetle Mücadele Ağı’nı oluşturduk. Şehrin şiddet çetelesini çıkardık. Sadece Amed’den değil Kürdistan’ın birçok yerinden başvuru alıyoruz” dedi. 

Genç kadınlar üzerinde ciddi anlamda baskılar olduğuna vurgu yapan Kaya, aldıkları ve basına da yansıyan bazı şikâyetleri dinleyicilerle paylaştı.

'SÖZLEŞMELER ERKEKLER İÇİN ESNETİLİYOR'

Devamında konuşan Diyarbakır Barosu Yönetim Kurulu (YK) üyesi Hatice Demir de şunları söyledi: “Kadınlar, kendilerine uygulanan şiddet ve katliama dönük yargı mercilerine ulaşmada zorluk çekiyor. Bunun bir nedeni de resmi dili bilmemedir. Kadınlar bu konuda büyük sorun yaşıyor ve hukuki bilgiye erişemiyor. Adalet talebini dile getiremiyorlar. KADES beş dilde hizmet etmeye başladı ama bunun içinde Kürtçe dili yoktu. Bunun için Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi olarak genelgenin iptali için başvuru yaptık. Dava henüz sonuçlanmadı. Yine kadına dönük şiddete meşru gerekçeler üretiliyor. Giderek azalsa da ‘kadınların şiddeti hak ettiğine’ dair görüşler var. Kadının karşılaştığı zorlukların temel nedeni yoksulluk, yapısal eşitsizlik, sorunun geleneksel anlayışla çözmek oluyor. Tüm bunlar kadınların daha yargıya başvurmadan şiddet uygulayan erkeklerin cezasız kaldığını gösteriyor. Hukuk nötr olmalıdır. Fakat bu nötr olma iddiası temel erkek yargı zihniyeti taşıyor. Bununla da kadınların maruz bırakıldığı bir hukuk tespiti yapıyoruz. Kadına yönelik şiddet TCK ‘da tanımlanmamış. Hukuk düzenlemeleri ataerkil kültürden beslendikleri gibi kararlarda bunun ürünüdür. Bu da kadınlar için adil olmayan kararlara yer açıyor. Kadın perspektifinin önemli olduğunu bundan kaynaklı düşünüyorum.Mesela kadın şiddeti veya katledilen kadın davalarına gelirsek yargının bütün aşamaları uyulması gereken hukuk standartlarına uyulmuyor. İstanbul Sözleşmesi uygulanmıyordu uygulansa dahi kısmen yapılıyor ve erkeklere dönük esnetiliyordu. Soruşturma açısından kadınların etkin katılımı sağlanmıyor. Olayın mağduru ve tanıkları yeterince korunmuyor ve sonuca ulaşılamıyor. Öldürmeye teşebbüs eden erkek tutuksuz yargılanıyor. Önleyici tedbirler alınmıyor. Kolluk kadınla ilk teması kurmasına rağmen kadının şikâyeti karşısında negatif kalıyor. Hala ataerkil bakış açısı var.”

ÖZEL SAVAŞIN BİNLERCE YILLIK TARİHİ

Son olarak konuşan TJA aktivisti Ruşen Seydaoğlu ise özel savaş politikalarının nasıl uygulandığını dile getirerek, bölgede bu politikaların nasıl ele alınması gerektiğinin altını çizdi. Seydaoğlu,özel savaşın cinsiyetçi bir savaş olduğunu belirterek, “Sadece şiddet mağduru üzerinden kadınlar kendilerini ortaya koymuyorlar. Mücadele yönüyle de kendilerini var ediyorlar. Mitolojide özel savaş politikaları anaerkillikten ataerkilliğe geçişte başlıyor. Kadının eve kapatılması, kadının seks metası haline getirme bu politikaların birer örneğidir. Kadın sistemi dağıtılmaya çalışılıyor ancak kadınlar küçük gruplar halinde de olsa da direnmeye devam ediyorlar. Özel savaş politikaları dediğimiz kısımda hala kadınlara yönelimler var. Çünkü ulus-devletler var ve kadına yönelik yürütülen politikalar hep aynı” dedi.

‘ÜNİFORMALI ŞİDDET ULUS-DEVLET ŞİDDETİDİR’

“25 Kasım’a yaklaşırken mücadelemizi nasıl yükseltebiliriz. Üzerinden çalışmalarımızı yürütüyoruz” diyen Seydaoğlu, devamında “Deniz Poyraz ve Kobanê davasında yargılanan Kürt kadınlarının gördüğü şiddette neden bir ortaklaşmaya gidilmiyor? Üniformalı şiddet, ulus devlet şiddetidir diyebilmek önemlidir. Şiddeti salt erkek üzerinden algılamamak gerekiyor. Bizler sığınma evi tartışmalarını özgür yaşam alanı çalışmalarını tartışan bir yerden bu seviyeye geldik. Mücadele günü olduğu için hatırlatmak gerekiyor. Fuhuş çeteleri boşluklardan faydalanıyorlar. Özel savaş politikaları bizi sadece öldürmüyor, umutsuzlaştırıyor. Psikolojik destek ve rehabilitasyon merkezlerinin oluşumu mücadele için yeterli mi bunu düşünmek gerekiyor” şeklinde konuştu.

Panel, soru ve cevap şeklinde sona erdi.