Aysel Doğan: Onurlu barışın ve yaşamın savunucusu

  • kadın
  • 10:14 12 Mayıs 2022
  • |
img

HABER MERKEZİ - Öcalan’ın çağrısıyla “Barış Elçisi” olarak geldiği Türkiye’de 10 yıl tutuklu kalan Aysel Doğan, “Bu bir bedeldir barış için ödenir. Halkların özgürlüğü ve kardeşliği için ödenir. Aynı fedakarlığı yine yaparım” sözleriyle Kürt kadının özgür ve onurlu yaşam kavgasının adı oldu. 

 
Yaşamını çocukluk ve mücadele arkadaşı Sakine Cansız gibi kavgayla geçiren, devletin her türlü şiddet aygıtına karşı mücadele eden, barış için yıllarını geçirdiği cezaevinde kanser hastalığına yakalanan Aysel Doğan, tedavi gördüğü Almanya’da dün yaşamını yitirdi. 1953 yılında Dersim’de mücadele dolu bir yaşama gözlerini açan Doğan, çocukluğunu yaşamı boyunca özlem duyduğu memleketinde geçirdi. Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi mezunu olan Doğan, yine memleketi Dersim’de bir süre spor öğretmenliği yaptı. 1980 Kenan Evren darbesinde devlet şiddetiyle tanışan Doğan, aynı dönemde tutuklandı. İki yıl boyunca hiç mahkemeye çıkarılmadan cezaevinde tutuldu. Savaş ve çatışmalı sürecin devreye konulduğu 1990’lı yıllarda bir kez daha tutuklanan Doğan, 11 aylık tutukluluğun ardından cezaevinden çıktı. 
 
1991 Genel Seçimlerinde Dersim’de bağımsız aday olan Doğan, en yüksek oy almasına rağmen mazbatası verilmedi. Artan devlet şiddeti karşısında Avrupa’ya iltica eden Doğan, Kürt özgürlük mücadelesinde çalışmalarını sürdürdü. Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) üyesi olan Doğan, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine 2'nci Barış Grubu üyesi olarak 2 Ekim 1999 tarihinde Türkiye’ye gelen “Barış Elçisi” heyetinde yer aldı. 
 
MÜCADELEYLE GEÇEN BİR YAŞAM 
 
Türkiye’ye gelmesiyle tutuklanan Doğan, “örgüt üyeliği” gerekçesiyle 10 yıl boyunca tutuklu kaldı. 43 yaşında girdiği cezaevinden 53 yaşında çıkan Doğan, siyasi çalışmalarına devam etti. Dersim Alevilik İnanç ve Kültür Akademisi Derneği’ni kuran Doğan, eylem ve etkinlikleri nedeniyle “KCK” adı altında yürütülen operasyonlar kapsamında 28 Eylül 2011’de bir kez daha tutuklandı. 18 yıl hapis cezası verilen Doğan, 11 Eylül 2012 tarihinde PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride karşı cezaevlerinde başlatılan açlık grevi eylemine katıldı. Doğan’a verilen 18 yıl hapis cezası, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin kapatılmasının ardından 7 Mayıs 2015’te Yargıtay’da görülen davada bozuldu. Yeniden yargılama kararı verilmesinin ardından Doğan hakkında, ağır sağlık sorunları nedeniyle tahliye kararı verildi. 
 
Yeniden görülen davada hapis cezası verilen Doğan, bir kez daha yurtdışına çıkmak zorunda kaldı ve devlet baskıları nedeniyle iltica etmek zorunda kaldığı Almanya’da 69 yaşında yaşamını yitirdi. 
 
‘TÜRKİYE’NİN DEĞİŞMESİ GEREKİYOR’
 
Öcalan’ın çağrısı üzerine “Barış Elçisi” olarak geldiği Türkiye’de 10 yıl süren tutukluluğunun ardından 7 Ağustos 2009’da Dicle Haber Ajansı’na (DİHA) verdiği demeçte Doğan, PKK’nin Türkiye için bir şans olduğunu belirterek, “Türkiye tek başına değil, bu dünyada başka devletlerde var o devletler nasıl değiştiyse, Türkiye'nin de değişmesi gerekiyor. Türkiye için PKK bir şanstır değişmesi, gelişmesi için fakat Türkiye ilk günden beri PKK'yi bir şans olarak görmüyor. Kürt halkını bir şans olarak görmüyor. Eğer PKK'yi bir şans olarak görebilirse, Kürt sorunu diye bir şey kalmayacak” diye belirtti.
 
Kürt varlığının tartışılmasının Türkiye’nin ayıbı olduğunu söyleyen Doğan, Kürt sorununun çözümü için devletin kendisini yenileyecek adımlar atması gerektiğinin altını çizerek,“Devletin değişmesi gerekiyor çünkü durduğu yer doğru değil. Yani bir devletin durduğu yer doğru değil ise halkına hak ve özgürlük verme noktasında yurttaşlık noktasında eğer halkıyla eşit mesafede durmuyorsa, o devlette sorun var demektir. Biz bu sorunu düzeltmek için zaten bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bunu kendimiz içinde değil aynı zamanda Türkiye halkları içinde yapıyoruz. Türkiye'de yalnız Türkler değil, diğer halklar da var, dolayısıyla bu devletin değişimi anlama sorunu var" dedi. 
 
‘KÜRT SORUNU KAVRANMALI’
 
Kürt sorununun bütün boyutlarıyla kavranması gerektiğini dile getiren Doğan,“Biz anlatmaya, anlaşılır kılmaya çalışıyoruz. 30 yıldır hep bunu yapmaya çalışıyoruz. Ama eğer devlet kendisini tanımlayamıyorsa, varlık nedenini nerede olduğunu tespit edemiyorsa, değişimi yapamadığından dolayı da gelişimden bahsedemiyoruz. Devlet, Kürtleri potansiyel suçlu olarak görüyor. PKK Lideri Öcalan'ın barış çağrısı ilk değildi. Biz bunu anlatmaya çalıştık. Karşıdaki el seni anlamak istemiyor, kaygıyla yaklaşıyor, seni potansiyel suçlu olarak görüyor. Seni bir fazlalık olarak görüyor. Seni dışlıyor ve ötekileştiriyor. Böyle durduğu için siz ne kadar barış derseniz o bunun arkasında bir niyet arar. Bu bir hastalıktır bu bir korku politikasıdır. Türkiye kurulduğu günden beri hep korkular üzerinden kendisini var etti. Hep savunmadadır” ifadelerini kullandı.
 
‘BARIŞ İÇİN AYNI FEDAKARLIĞI YAPARIM’ 
 
Barış Elçisi olarak geldikleri Türkiye’de tutuklanmalarına dair ise Doğan, şöyle konuştu: “PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan net olarak belirtmeye çalıştı. Biz gelirken muhataplara geliş amacımızı net olarak aktardık. Barışa hazır olduğumuzu anlatmaya çalıştık ve bir umutla geldik. Ancak 10 yıl kadar ceza verdiler çok önemli değil bunu bekliyorduk. Biz gidince hemen barış kurulacak diye bir beklentimiz yoktu. Gelişimiz barış için küçük bir adımdı. 10 yıl cezaevinde kaldık bu bir bedeldir barış için ödenir. Halkların özgürlüğü ve kardeşliği için ödenir. Bu gün bile barış için aynı çağrı yapılsa ben yeniden barış aynı fedakarlığı yaparım.”
 
‘ÖCALAN BARIŞ İÇİN MÜCADELE EDİYOR’ 
 
Öcalan'ın barış için mücadele ettiğini kaydeden Doğan, “Öcalan 10 yıldır Türkiye'yi barış noktasına çekmek için özgürlük, hak ve adalet, gelişen demokratik değerleri bu topraklarda da yaşatmak için mücadele veriyor. Bunu görmek bile yeterli. Öcalan her zaman barış için çağrıda bulundu" diye belirtti. 
 
‘DİYARBAKIR’DA ÖLMEK İSTERİM’ 
 
Tutuklu olduğu 2015 yılında kanser hastalığı nedeniyle tedavi gördüğü hastanede İmralı Heyeti üyeleri tarafından ziyaret edilen Doğan, sağlık sorunlarında dair, “Ben dirençliyim, sosyalist ve ekolojistim, her şeye karşı mücadele edilir ama doğaya karşı konulmaz. Ben de doğanın bir parçası olarak ona karşı koyamam" dedi. Doğan, ziyaret sırasında, “Eğer bu koşullarda öleceksem, Diyarbakır Cezaevi'nde ölmek istiyorum. Bu kadar durumu ağır yoldaşım varken, hasta olduğum, sizleri kendimle uğraştırdığım için özür dilerim” ifadelerini kullandı. 
 
ÇOCUKLUK VE MÜCADELE ARKADAŞI
 
Doğan, en son Avrupa'da gördüğü ve Dersim dağlarında tekrar görüşmek üzere vedalaştığı ancak 9 Ocak 2013’te Paris’te katledilen çocukluk ve mücadele arkadaşı Sakine Cansız’ı, ölümünün yıldönümünde DİHA’ya şöyle anlattı: “Hep koşan ve yerinde durmayan bir çocuk. Sakine arkadaş bir şey arıyordu. Dolayısıyla çok çabuk bıkıyordu bütün oyunlardan. Biz ip atlardık o bir şeyler arardı. Hiçbir zaman oyunu bozan değildi, renk katandı. Sanki oyunda bir eksiklik vardı, Sakine arkadaş katılınca bu tamamlanıyordu. Bazen bu bir neşe oluyordu bazen bu bir zorunluluk oluyordu. Bazen bizim yanlış oynadığımızı Sakine arkadaş yapıyormuş gibi bir katılımı vardı. Gelip de oyunu yarıda bırakmazdı.
 
‘KÜRDİSTAN’IN KAHRAMAN’I OLDU’
 
Çocuklardaki o paylaşım aşkını ve çocuklukta arkadaşlarla oynama payımı halen özlüyorum. Bir yandan da huzur buluyorum. Onu halen yaşıyorum kendimde taşıyorum. O artık Dersim'in bir kızı bir kadını değildi. Kürdistan'ın, halkının bir kızı, çocuğu oldu ve sonra da kahramanı oldu. Okul süreci bizim için Türkçe öğrenmek, not alıp sınıf geçmekti. Bizim için annemizin babamızın bir memur olma gerekliliği üzerindeydi. Fakat Sakine arkadaşın okulda arayışı bizim gibi değildi. Biz sınavlardan, öğretmenlerden, çocuklardan bahsederken o başka bir şey arıyordu. Düşünüyorum da Sakine arkadaş o okulun bir öğrencisi değildi. O okulun bir arayışçısıydı.
 
‘YAŞAMIN PEŞİNDEYDİ’
 
Sakine başka bir yerdeydi ben başka bir yerdeydim. Ortaokul ve lisede bizle hep alay ettiği notlarımız, devletin herhangi bir yerinde çalışmamıza karşı işleyişi bizde utangaçlık yaratıyordu. Kendisine Gazi'de okuyorum demeye utanıyordum. O başka bir şey arıyordu. O yaşamın peşindeydi. Sakine arkadaşı her gördüğümde eksiklik hissediyordum. Hatta utanıyordum. Kendisine ‘sen bunu yapıyorsun biz de boykottayız’ diyordum. Şimdi düşünüyordum da galiba doğruyu yakalamışım ama doğruyu yapamamışım.”
 
‘SAKİNE BİR İLKTİR’ 
 
Antep Cezaevi'nde olduğu dönemde Diyarbakır Cezaevi'nde olan Sakine Cansız’ın Elazığ’daki direnişinin kendilerinde büyük etki yarattığını ifade eden Doğan, “Sakine arkadaş bir kadın olarak bir ilktir. Örneğin Dersim 38 Katliamı’nda Dersimli kadınlar düşmanın, askerin, zalimin zumlundan kurtulmak için kendini kayalıklardan attı. Bu da bir direnişti, bir tercihti ama Sakine arkadaşın ilk oluşundaki sorun bu değil. Sakine arkadaşın direnişi bundan daha fazlaydı. Bilerek, tercih ederek ölümü değil, direnerek yaşamayı ve yaşatmayı seçiyordu. Sakine arkadaşın direnişi bir yaşam direnişiydi. Bu kendisi için bir direniş bir kurtuluş değil, onunla birlikte olan bütün arkadaşlara veren güçle onun bilincinde olarak direnişi sürdürme, büyütme çoğaltma. Tek başına değil. Onun zindanda arkadaşları örgütleyerek direniş halini yaratma ve hayatı direnişle ispatlama gibi bir mücadeleyi yapması ilktir" dedi. 
 
‘ZİNDAN DİRENİŞİ YARATTI’
 
Cansız'ın Elazığ'daki direnişini tutuklu diğer arkadaşlarının direnişiyle büyüttüğünü vurgulayan Doğan, "Sakine arkadaşın direnişi ihaneti de kendiyle beraber ortaya çıkarıyordu. Direniş ve ihanetin yan yana ortaya çıktığı bir gerçeklik var. Sakine arkadaş bundan dolayı ilk adımla PKK'nin ruhuyla, PKK'nin temsiliyle özgür kadın temsiliydi. Ve bunu sonuna kadar sürdürme, dayanma gücüdür. Bilinçli direnme işte tam olarak budur. Tükenen değil çoğalan hevalleri ile birlikte yeni bir tarih yazdı ve zindan direnişi yarattı. Sakine arkadaşı anlamak için onu yaşamak gerekiyor. Onu anlamak için Sakine arkadaşın her anında ki bilinci, her anında ki sistemli davranış biçimini görmek gerekiyor. Sonuç itibariyle onu anlamak yaşamın her anında özgürlüğü aramayla ilgili bir şeydir. Özgürlük arayışını her alanda sürdürerek onun izinden gidebiliriz" şeklinde konuştu. 
 
‘MUNZUR’A BAKTIĞIMDA SAKİNE’Yİ HATIRLIYORUM’
 
Sakine Cansız'ın cezaevinden çıktığı sırada Erzincan Cezaevi'nde tutuklu bulunduğunu ve kendisine çiçek gönderdiğini söyleyen Doğan, şöyle dedi: "Sakine arkadaş çıkmıştı o Kürdistan'da Rojava'da idi. Ben hep neden Dersim’e gelmemiş diye alınmıştım. Mücadeleye katıldığımızda biz de Dersim'in intikamı vardı. Sakine arkadaş ise Dersim'in intikamını Kürdistan'ın tamamıyla gösteriyordu. 'Kürdistan Dersim'den daha büyüktür' diyorlardı arkadaşlar. Sakine'nin çok güzel bir komutan olduğunu söylüyorlardı. Ama ben Bülbül Tepesi'nden çocukluğumuzda oyun oynadığımız yerlere bakmak istiyordum. Sakine arkadaş hiç Dersim'e gelmedi. Bu bende üzüntüye sebep veriyordu. Munzur'a her baktığımda Sakine’yi hatırlıyorum. Sakine’yi Zel Dağı'na benzetiyorum, çünkü Zel Dağı diğer dağlardan daha farklı bir dağ.”
 
DERSİM’DE BULUŞMAK ÜZERE VEDALAŞTI 
 
Doğan, 1999 yılında Türkiye’ye gelmeden önce en son Avrupa’da gördüğü Cansız ile bu son görüşmelerine dair şunları anlattı: “Ben tamamlamak için gidiyorum heval Sakine, sana gel diyemem, kıyamam sana. Sen hakkını verdin. Eğer çıkarsam ve hala mücadele devam ederse, önderliğim zindanda ise dağda buluşalım mı? Buluşacaktık ama o dağ Dersim olacaktı. Ben 10 yıl önce çıktım ama Sakine arkadaş bu hayalimizi gerçekleştirmek, benim yaşam gerekçem oluyordu. Eğer dağa gidersem, bu kez Sakine ile karşılaşacağım diyordum ama bu hep içimde kaldı.” 
 
'SARA BÜYÜK BİR SORUMLULUK BIRAKTI'
 
Sakine Cansız'ın tamamlanmış bir yolculuktan ziyade tamamlanması gereken bir yolculuk olarak tanımlayan Doğan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sakine arkadaş önderliğini doğru anlayan kadınlardan birisiydi. Ve gerçekten anladığını yaşayarak, büyüterek, çoğaltarak anladığını yaşamın her anına yansıtarak gösteren biriydi. Haberleri bekliyordum radyo dinliyordum. Kürdistan'ın Sesi radyosunu. Sara arkadaşla birlikte Leyla ve Fidan arkadaşın haberini duydum. İnanamadım eksik bir haberdi. Bu bir tuzaktı çünkü Sara arkadaş tuzaklarla o kadar çok mücadele etti ki haberin eksik olduğunu bu haberin tamamlanması gerektiğini düşündüm. O an önderliği düşündüm. Bu haberi önderlik duyunca ne yapacak ne hissedecekti onu düşündüm. Bu haberin üzerine ne yapmamız gerektiğini, önderliğin bize ne söylemesi gerektiğini düşündüm. Sara üçüncü doğumunu yapmıştı. Sara anneden doğuşu bir, özgürlük mücadelesi ile yeniden Saralaşmıştı yeniden doğmuştu. Tanışması ikinci doğumu ve şahadeti ile birlikte ardından o kadar kocaman sorumluluk ve miras bıraktı ki artık ona yetişmek o anda imkânsız gibi gelmişti bana. 
 
DERSİM SARA'LAŞMALIDIR
 
Önderliğin Sara'nın şahadeti üzerine yaptığı değerlendirmelerden sonra kendime gelebildim. Sara üçüncü doğuşunda büyük bir acı kadar büyük bir sorumluluk bıraktı. Özgürlük mücadelesinde ki şahadetler her biri kahraman olan Kürt halkının oğulları ve kızları büyük bir miras bıraktı. Öyle anlamayı ve yaşamayı anlamak gerekiyor diye düşünüyorum. Yapacaksak, yaşayacaksak o kahramanların yürüdüğü yolda onarlın hayallerine ulaşmak o hayalleri gerçekleştirmek dışında başka bir yaşam düşünmemek gerekir. Sonuç itibariyle kahramanlaşmak sözün yerine getirildiği ve bittiği andır. Yeni bir yaşamın ve yeni bir yolun açıldığı, yeni bir mücadelenin başlaması gibi algılanmalıdır. Bütün kahramanların vasiyeti de budur. Ve yaşanacaksa da böyle yaşanmalıdır. Kahramanlar gençliğin ruhudur ve Sara'da gençliğin ve genç kadının ruhudur. Herkesten çok bu sorumluluk gençlerimizin omzundadır. İnanıyorum ben Kürt halkının oğulları ve kızları kahramanların vasiyetlerini yerine getirecektir. Sara Dersim'dir şimdi de Dersim Sara'laşmalıdır."