AMED - “Hapsedilen çocuklar” sorununu kendi yaşadıkları üzerinden beyaz perdeye taşıyan yönetmen Oğur Ataş, Kürt sinemacıların bu topraklarda yaşananları dünyaya duyurma sorumluluğunun olduğunu söyledi.
“İnci, havada kuş gibi bir şey gördüm, kuyruğu vardı” diye tarif eder Barış. Gökyüzünde gördüğü uçurtmaya yetişemez İnci ama Barış neyi tarif ettiğin anlar ve yere bir uçurma çizer. İnci de Barış’a bir gün uçsuz bucaksız tarlalarda uçurtmayı uçurma sözü verir. Tabi cezaevi olunca baskılar da eksik olmaz. Önce Barış için avluya çizilen uçurtma silinir ardından da İnci’nin gökyüzünde uçurduğu kurşunlar. Bu sahneler 1990’lı yılların kült politik filmlerinden olan “Uçurtmayı Vurmasınlar” filminden. Cezaevinde yaşananlara bir de çocukların gözünden bakan filmin üzerinden anlatan filmin üzerinden yıllar geçse de Türkiye’de anne ve babaları tutuklu olduğu için dört duvara hapsedilen çocuk gerçekliği değişmedi.
Yönetmen Oğur Ataş da bu soruna dikkat çekmek amacıyla kamerasını bu yöne çevirdi. Kendi hayatını da ilgilendiren bu süreci kayıt altına alan Ataş’ın “Cezaevinde anne olmak” belgeselini Mezopotamya Ajansı’na (MA) anlattı.
Oğur Ataş
*Türkiye’deki en büyük ihlallerin başında gelen cezaevindeki çocuklara eğilen bir belgesel çalışması yaptınız. Sizi bu konuyu gündeme almaya iten şey neydi?
Eşimin görüşüne gittiğimde anne babası cezaevinde olan Robin adında bir çocuk tanıdım, 7 yaşına kadar cezaevinde annesinin yanında büyümüştü.
Beni ilk etkileyen olay, bir çocuğun cezaevi koşullarında büyümesiydi. 2013 yılın da eşim Gebze cezaevinde tutukluyken, eşimin görüşüne gittiğimde anne babası cezaevinde olan Robin adında bir çocuk tanıdım, 7 yaşına kadar cezaevinde annesinin yanında büyümüştü. Yıllar sonra 2017 de bu durumun aynısını ben de yaşadım. Benim çocuğum da cezaevi koşullarında büyüdü. Uluslararası çocuk sözleşmeleri ve anayasa; anne ve 0 -6 yaş grubu çocukların cezaevinde kalmaması için buna uygun yasalar düzenlemişken uygulanmaması, devamlı hak ihlallerinin yaşanması, hak ihlallerine uğrayan anne ve çocukları psikolojik durumları daha kötüye gidiyordu. Bugüne kadar hiç kimse, hiçbir kurum, annesiyle birlikte cezaevinde kalan 0 - 6 yaş grubu çocuklar için hiçbir şey yapmamıştı. Düşünün; Baro, İnsan Hakları Derneği, devletin yetkilileri bu konu hakkında hiçbir rapor yayınlanmamıştı. Cezaevleri, çocuklu annelerle dolup taşıyordu. Bir şeyler yapmam gerektiği hissi uyandı bende, aslında o süreçte tanık olduklarım ve yaşadıklarımın yoğun hissiyatı, beni bu konuyu görünür hale getirmeye itti ve bunu bir şekilde topluma duyurmam gerekiyordu. Görüntü yönetmeni Ensar Özdemir ile senaryo ve projeyi hazırladık. Avrupa Birliği desteğiyle belgeseli çektik.
Belgeselin başında çocuğun ilk anda söylediği sözler psikoloğun söyledikleri tarafından tamamlanıyor. Çocuğunuz yalnız olduğunu, tek oyun arkadaşının da annesi olduğunu, babasını özlediğini dile getiriyor. Benzer bir durumu 1990’lı yılların kült filmlerinden “Uçurtmayı vurmasınlar” filminde görmüştük. Belgeselde de anne ve çocuk bu filmi izliyor. Bu sahneyle vermek istediğiniz mesaj neydi?
Spontane gelişen bir durumdu. Alişêr’e deneme amaçlı sorular sorarak onu belgesele hazırlamaya çalışıyordum. İlk soruyu sorduğum gibi Alişer, annesiyle cezaevinde yaşadıklarını anlattı. Alişer 1.5 yaşında iken annesiyle birlikte Van Cezaevi’ne sürgün edilmişti. Cezaevinde annesiyle çıplak aramaya zorlanmışlardı. Bu durum çocuk da travmaya sebep olmuştu. Çocuk 1.5 yaşında yaşadığı o anları hatırlıyor ve yaşananları anlatabiliyordu. Cezaevinde oyuncaksız olduğunu, balonu olmadığını, hiç arkadaşı olmadığını anlatıp durdu. Bu da aklıma, bizim kuşağın yakından bildiği ve birçoğumuzun izlediği 1989 yapımlı “Uçurtmayı Vurmasınlar” filmini getirdi. Biliyorsunuz ki gerçek hikâyeden uyarlamaydı. Konu olarak; ailemin yaşadıklarıyla benzerlikleri vardı. Filme konu olan çocuk da büyüdüğünde cezaevinde yaşadığı olayları unutmamıştı ve devamlı anlatıyordu. İzlediğim filmden yıllar sonra kendim yaşıyordum. Konunun anlamına uygun olduğu içinde belgeselde kullanmak istedim, izleyenlerin de empati kurmasını istedim. Asıl vurgulamak isteğim nokta ise; 1990 yılından 2022 yılına kadar Türkiye demokrasisinde bir şeylerin değişmediğini, hala çocukların anneleriyle cezaevinde kaldıklarını, hak ihlallerinin devam ettiğini göstermek için kullandığım yöntemdi. Yıllar geçiyor, filmler, belgeseller yapılıyor, yönetmenler değişiyor ama sistemin kendisi değişmediğini gördüm. Cezaevlerinde; insanların çocuk da olsa kadın da olsa yaşlı da olsa bu psikolojik işkenceye maruz kaldıklarını ve cezaevinin kötü şartlarının dayatıldığını göstermek içindi.
Yine belgeselde anne hem kuşları izliyor hem de içeride fanusta balıklar var. Yani bir taraftan özgürlük metaforu bir taraftan da sonsuz bir denizden alınıp kısıtlanan bir çift balık var. Özgürlük ve hapis halini birlikte işlemek nasıl ortaya çıktı?
Kurdistan coğrafyasında yaşadığımız için, her kürdün hayatı esaret ve özgürlük üzerine kurulmuş gibi, her iki durumu yaşayanlar olarak mitolojide önemli yere sahip metaforları kullandım.
Sinemada görsel, yazılı ve yazısız sanatlardan yani tarihten, resimden, edebiyattan, mitolojiden beslenir, ben de mitolojiden yola çıkarak metaforları senaryoya dahil etmek istedim. Kurdistan coğrafyasında yaşadığımız için, her kürdün hayatı esaret ve özgürlük üzerine kurulmuş gibi, her iki durumu yaşayanlar olarak mitolojide önemli yere sahip metaforları kullandım. Örneğin; kuş ve balık dünya mitolojilerinde önemli varlıklardır. Balık; Mezopotamya mitolojisinde bereketi, bilgeliği, beraberliği… Yaratılış efsanesinde yaratılışı, dinlerde ebedi yaşamı simgeler. Fanusta yaşayan balık metaforu için bunu diyebilirim ki. Belgeselde geçen anlatıma paralel olarak balığın, canlı olarak daracık alanda yaşamaya mecbur bırakılmış durumu; devlet sistemini anlatan bir metafordur. Dar bir alanda insanları çocuklarıyla birlikte yaşamaya mahkûm eden sistemin temsilidir. Buna karşın sistem ne yaparsa yapsın, neyi dayatırsa dayatsın, belgeselin sonunda özgürlüğün var olduğunu kuşlarla gösterdim ki bilgeliğin de, yaşamın devamının da, varoluşunun da özünde özgürlüğün varlığıdır. Bu şekilde mitolojik metaforları kadrajımla harmanlayarak vermek konuya dikkat çekmek istedim.
Belgesele baktığımızda siz aslında sadece bir meseleye duyarlılık gösterip kamerasını açan bir yönetmenden öte bu sorundan direkt etkilenen bir mağdursunuz. Böylesi bir çalışma yürütürken konunun tarafı olmanın avantajları ve dezavantajları nedir?
Yaşadığımız coğrafyada birçok şeye şahit oluyoruz. Yaşananları görmezden gelemezdim. Hele hele bu bir de senin hayatının bir parçasına sirayet ediyorsa, daha fazla duyarlı olabiliyor insan. Kürt bilge Apê Musa’nın dediği gibi: Biz bu dönemin hem tanığı hem de sanığıyız ve de yaşayanıyız.
Dolayısıyla kameramın vizöründen yalnızca benim yaşadıklarımı değil de bir bütünen haksızlığa uğramış, yaşamı kısıtlanmış, yaşının her evresini yaşayamayan, olması gereken yerde olamayan, dünya çocuklarının, anneleriyle özgür ortamlarda istedikleri oyuncaklarıyla oynayıp, yaşayabilsinler diye. Bütün bu yaşananları bir nebzede olsa görünür kılmak için kameranın düğmesine bastım.
Bu konunun bir tarafı olarak çocuğunuzu dört duvar arasında bırakmak nasıl bir duyguydu? Sonrasında çocuğunuzun durumu ve etkilenme hali nasıldı?
Ben kendi elimle çocuğumu cezaevine götürüyordum. Annesiz kalmaması için, uzun süre orada kaldığında bu defa babasını tanıyamıyordu. Beni yabancı biri gibi görüyordu
Tabi ki süreç boyunca etkileniyorsun. Duyguların ağır basabiliyor. Siyasi nedenlerden dolayı yaptığın hukuki mücadelenin sonuçsuz kalması sana başka bir mücadele yolu açıyor ve mücadeleye devam ediyorsun. Ben kendi elimle çocuğumu cezaevine götürüyordum. Annesiz kalmaması için, uzun süre orada kaldığında bu defa babasını tanıyamıyordu. Beni yabancı biri gibi görüyordu. Dışarıya çıktığında ise; annesinin yanına gitmek istemiyordu… Gardiyanların elbiselerine benzettiği için mavi renkli elbiseli insanlar gördüğünde etkilenip korkuyordu. Cezaevinin 0 -6 yaş grubu çocuklar üzerinde bıraktığı etki tamamen travmaydı. Çünkü; o yaşlarda gelişir çocuğun kişiliği, karakteri. Çocuğun, anne ve baba sevgisine ihtiyaç duyduğu o dönemler de çocuk; anne ve babanın yerine rol – model olarak gardiyanları görüyor, taklit ediyordu. Cezaevinde kadın tutsaklar arasındaki erkek çocuk isen; bu durum daha zor hale gelebiliyor. Kadın tutsakların yaptıklarını taklit etme, onlar gibi olma çabası çocukta gelişiyor. Bazen anne kelimesini unutuyor çocuk. Buna istinaden; cezaevi anne- çocuk ilişkisi bağlamında psikolojik sorunlar, tahribatlar yaratıyor. Ve çocukta sağlıklı bir gelişimin oluşmasına engel olan bu durumlar kişilik ve karakter oluşumuna büyük zararlar veriyordu elbette. Çocukta adaptasyon sorununu yaratıyordu. Bunu gördüm yaşadığım için söylüyorum. Tabi ki güçlü durmak lazım diğer anne ve çocuklarını düşünerek bu duygusal halden sıyrılmak gerekiyor. Çünkü yalnız değildim bizim gibi yüzlerce aile vardı…
Çok sayıda çocuk cezaevinde annesiyle tutuluyor. Belgeselde ise konuyu tek bir aile üzerinden ele alıyorsunuz. Belgeselde bu sorunu yaşayan daha fazla kişinin olmamasının nedenleri nedir?
Resmi olmamakla beraber cezaevinde yaklaşık 800 yakın annesiyle cezaevinde kalan 0-6 yaş grubu çocuk var. Tabi senaryoyu hazırlarken 6 aile üzerinden senaryoyu hazırladık. Birçok aileye ulaşmak bu koşullarda zor olacağı için bütün çabam: Hala anneleriyle cezaevinde olan çocuklar için yasalar çerçevesinde yapılmayan iyileştirmelere bir gönderme niteliği taşımaktı. Tek bir aile üzerinden bir an önce bu konunun gündeme getirilmesi ve bir örnek teşkil etmesi içindi. Ayrıca belgesele bir ruh katmak, insanların daha kolay empati kurabilmeleri için tanınmış, gündemde olan bir aile üzerinden özelden genele (tümevarım) yöntemi uygulayarak belgeseli tamamladık. Lice’nin eski Belediye Eşbaşkanı Rezan Zuğurli Ataş’ın anlatımları ve Psikolog Eser Karayel’inde paralel çözümlemeleri genel şekilde birbirini tamamladı. Konunun iyi anlaşıldığını, insanların empati kurduğunu ve bize gelen olumlu geri bildirimlerden doğru bir yöntem uyguladığımızı gösteriyordu. Belgeselin yapımında eleştireceğim noktalar; röportaja fazla boğmamam gerekirdi. Ve başta hazırladığımız senaryoya bağla kalamadık zaman çok kısaydı 1 ayda tamamladık ve yeni bir belgesel haziranın ayının başında tamamlandı.
Belgesel nerelerde yayınlandı, ne gibi ödüller aldı, bundan sonra nerelerde gösterimi yapılacak?
Ingmar Bergman’ın güzel bir sözü var: ‘Film bir belge olmadığında, bir rüyadır.’ Onun için Kürt yönetmenlerin üretmekten başka çaresi yoktur.
Şunu belirtmem gerekiyor ki: Kürt sineması 20 yıl önceki sinema değil. Gelişen dünya sinemasında Kürt yönetmenlerin bahanesinin olmaması lazım. Devamlı üretim içinde olmaları gerekir. Kısa film, belgesel, sinema filmi yapılmalı. Bu topraklarda yetirince kaynak var. Yabancı yönetmenler bu kaynakları çok iyi kullanıyorlar. Neden biz Kürt yönetmenler olarak kendimizi bu kaynakların dışında tutuyoruz? Buradaki argümanları kullanarak dünya sinemasına açılmamız lazım. Salt anlatımlarla olmayacağını da bilmeliyiz. Dünya standartlarını yakalamak gerek. Bu şekilde, Kürt yönetmenler ve sineması gelişir. Ingmar Bergman’ın güzel bir sözü var: “Film bir belge olmadığında, bir rüyadır.” Onun için Kürt yönetmenlerin üretmekten başka çaresi yoktur. Üretmedikten sonra rüyadan öteye gitmez. Bu eleştirileri yaparken; eleştirinin merkezine kendimi koyarak anlatıyorum.
Belgeselime gelince; belgeseli festivallere göndermemdeki amaç: ödüller almak değil. Kendime dert ettiğim bu konunun daha görünür olması için festivaller aracılığıyla dünyaya duyurmak. Türkiye’de yapılan bu hak ihlallerini, belge film yaparak farkındalık yaratmaktır. Film festivallerine, sadece insan hakları kategorisine başvuruyorum. 5 kıtaya ulaşan belge filmim özellikle Amerika ve Latin Amerika ülkelerinde büyük ilgi gördü. Büyük, küçük demeden ulaşabildiğim bütün festivallere filmimi gönderiyorum. Belgeselin süresinden dolayı, büyük önemli festivallere yollayamadım. Onun hazırlığını yapıyorum. Belge filmimin süresini uzatmam şartıyla, Krakow film festivali, Münih film festivali, Zurih film festivali, insan hakları adına en büyük festivallerinden olan, Cenevre Uluslararası İnsan Hakları film festivali ve İnsan Hakları Forumu’na (FIFDH) katılmak için belgeselin süresini uzatacağız. Gerekli koşulları sağladığımız takdirde, 2023 yılıyla beraber bu festivallerde yer alacağız.
Belgesel çeşitli festivallerden 6 ödül aldı, 15 festival seçkisine girdi, yaklaşık 50 festivale başvurusu bulunan belgesel durumunda… Belgeselim; 2 Onur ödülü, 2 Mansiyon ödülü, 1 en iyi belgesel ödülü, bir festivalden de en iyi belgesel yönetmeni ve görüntü yönetmeni ödülünü aldı.
Dediğim gibi derdim ödül almak değildi; ama verilen ödüller tabi ki beni onure etmiştir; tüm çabam bir yandan da bu belgeselle yaşanan bu durumun her yerde bir örnek teşkil edip yaşanan haksızlıkların tarihe bir belge olarak yer alması ve çocukların bilinçaltlarında böylesi karanlık anların olmaması içindir.
FESTİVALLER
Belgeselin gösteriminin yapıldığı ve ödül aldığı festivallerin isimleri şöyle; Cannes Word Fılm Festıval France: Best Human Rıghts Award 2022, Rome Internatıonal Fılm Awards: Awarded Of Honor 2022,Sofıa Art Fılm Festıval Burgarıa: Honor Award 2022, Better Word Fılm Festıval: Mentıon Prıze (Honorary Award 2022 Germany), Melbourne Overlooked Film Festivali-Avusturalya (Best Ducumentary), Fıve Contınents Internatıonal Fılm Festıva Venezuella- Selection (Best Director In Documentary Feature Film-Oğur Ataş/Being A Mother In Prison-Best Cinematography Feature Film-Ensar Özdemir/Being A Mother In Prison), Fıclapaz Internatıonal Fılm Festıval Bolıvıa: Fınal 2022, Lift-Off Filmmaker Sessions @Pinewoodstudien Festival İngirtere-Selection, Lane Doc Uluslararası Film Festivali Abd Sanfransisco-Selection, Paus Premieres Film Festivali Londra İngirtere-Selection, Oaxaca Film Festivali-Meksika-Selection, Fıve Contınents Internatıonal Fılm Festıva - Venezuella – Selection, Ostıa Internatıonal Fılm Festıval-İtalya (Torino)-Selection, Black Cat Award International Film Festival-Selection, Various Artists İndependent Film Festival-Quarter-Finalist.
MA / Dicle Müftüoğlu