HDP Sözcüsü Bilgen: Öcalan herhangi biri değil

img

ANKARA - HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, iç ve dış politikadaki gelişmeleri değerlendirdi. Dış politikada “enkaz temizleme” benzetmesi yapan, seçimden önce OHAL’in kalkmasını isteyen Bilgen, Öcalan’a uygulanan tecrit için de, “Kritik bir noktadayız. Tecrit suçtur. Hükümet de biliyor ki Sayın Öcalan herhangi biri değildir” dedi.

Cezaevinden çıktıktan sonra sözcülük görevini devralan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ayhan Bilgen, 8 ay aradan sonra grup toplantısında konuştu. Toplantıya Nuriye Gülmen'in babası Şaban Gülmen ve Semih Özakça'nın annesi Sultan Özakça, Suruç Aileleri İnisiyatifi üyeleri ve Alevi kurumların temsilcileri katıldı. Toplantıda tutuklu bulunan HDP'li 9 milletvekilinin fotoğrafları büyük bir sinevizyondan gösterildi. 
 
Bilgen, "Yaklaşık 9 ay birlikte olamadık. Bizim açımızdan nerede olduğumuzdan daha önemlisi nerede durduğumuz konusudur. Bugün 9 arkadaşımız aramızda değiller ama nerede olurlarsa olsunlar yürekleri bizimle. Hepsini selamlıyoruz" diyerek, sözlerine başladı. 
 
Cumhuriyetin kuruluşunun 94'üncü yılını geride bıraktığını anımsatan Bilgen, "Halkların sorunu Cumhuriyet ile değil, Cumhuriyeti çifte standarda çeviren yönetim anlayışıyladır. Ortadoğu’da bugün kan durdurulamıyorsa en önemli sebebi etnik dışlamadır. En önemli sebebi mezhepsel, inançsal ayrımcılıktır. Cumhuriyeti yeniden düşünmek yeniden değerlendirmek ve samimi bir muhasebeyi yeniden yapma zorunluluğu var. Bugün Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Sudan’da kan akmaya devam ediyorsa, toprak bütünlüğü sorunuyla, yönetim biçimi sorununu biri birlerinden ayıramadan tartışmanın büyük etkisi var. Hani meşhur ifade ile kargadan başka kuş bilmeyenler toprak bütünlüğünü de tek tipçi yönetimden ibaret sanıyorlar. Birlikte yaşamın farklı modellerini geliştirmiş cumhuriyet örneklerini görmek istemiyorlar. Hala 1930’lar Avrupa’sının faşizan anlayışını bize cumhuriyet diye dayatmaya çalışıyorlar. Nasıl 200 yıl öncenin korkularıyla, anlayışıyla 100 yıl önce Cumhuriyeti kuran irade gelişmemişse, biz de bugün 100 yıl öncenin korkularını aşan bir aklı, anlayışı bu coğrafyada egemen kılmak zorundayız" ifadelerini kullandı. 
 
'TÜRKİYE'NİN PAYINA ENKAZ TEMİZLİĞİ KALIYOR'
 
Türkiye'nin bir süredir Irak merkezi yönetimi ile Federe Kürdistan Bölgesi arasındaki gerilimin çok somut bir tarafı olarak hareket ettiğine dikkat çeken Bilgen, "Birleşmiş Milletler raporlarına göre 15 gün içinde 175 bin kişi yerinden edilmiş. Şimdi yanı başınızda 175 bin kişinin yerinden edilmiş olması karşısında sevinecek olursanız burun sürtme anlayışıyla hamaset dolu mesajlar verirseniz cumhuriyetin kuruluş iddiası olan dünyada barışla ilgili söyleyecek söz bulamazsınız. Eğer barışa dair dış politika ortaya koyamıyorsanız, içeride barışa dair söyleyecek hiçbir sözün inandırıcılığı olmayacaktır. Bugün Türkiye dış politikasını payına sadece enkaz temizliği ihalesi kalıyorsa, bunun kabul edilebilir bir demokratik cumhuriyet anlayışıyla bağdaşıp bağdaşmadığını sorgulamak da herkesin görevidir" diye konuştu. 
 
Bilgen, değerlendirmelerinin devamında şunları söyledi:
 
"Eğer Kıbrıs Türkleri için isteneni, Irak Kürtleri için, Rojava için isteyemiyorsanız bu çifte standartçı yaklaşım ne Cumhuriyete saygınlık bırakır ne de bu ülkedeki insanların düzgün demokratik bir rejimde yaşamasını sağlar. Ekonomi şüphesiz yine cumhuriyetin niteliği ile ilgili tartışmanın en önemli başlıklarından birisidir. Cumhuriyet Osmanlı’nın son dönemindeki ekonomik bağımlılığa karşı bir itiraz ise, daha milli yerli bir ekonomiyi inşa etme süreci ise bugünkü ekonominin göstergelerini tartışmak zorundayız. Çok basit rakamlar; GSMH yüzde 30’u dış finansman ihtiyacına dayanıyor. Bir başka rakam, cari açık milli gelirin yüzde 5’inden büyük rakamlara ulaşıyor. Borç batağına bu kadar batmış bir ekonominin ne kadar nasıl bir bağımsızlık iddiası taşıyan bir karaktere sahip olduğunu tartışmamız gerekiyor. 
 
İHANETE UĞRAYAN SADECE ŞEHİRLER Mİ?
 
Son günlerde ilginç bir tartışma yürüyor. Bir 'ihanet' lafıdır almış yürüyor. Bunu kendileri için de son derece yaygın kullanmaya başladılar. Kayseri’ye ihanet edildiğini şehircilikle ilgili Bakan, Trabzon’a ihanet edildiğini İçişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı İstanbul’a ihanet edildiğini söylüyor. İhanet edilen sadece İstanbul mu? İhanete uğrayan sadece şehirler mi? Yer altı ve yer üstü kaynaklarının yağmalanması ihanet değil mi? Değerlerin, inancın, kimliğin talan edilmesi ihanet değil mi? Hukukun yok sayılması ihanet değil mi? Tüm bu ihanetleri yan yana koyduğumuzda hesap verme ihtiyacı ortada değil mi? Galiba, son günlerdeki tartışmalar o meşhur deyimle 'muhalefet edilecekse onu da biz yaparız’ı hatırlatıyor.
 
BELEDİYE BAŞKANLIĞI İTİBARİ SINIF BAŞKANLIĞI KADAR KALMAMIŞ
 
Son günlerdeki görevden almalar bir korkunun ifadesidir. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, kendisine istifa telkini yapılan görüşmeden çıktıktan sonra 'müzeyi görüştük' diyor. Müzeyi gördü Türkiye. Aslında siyasette müzelik hale gelen anlayışı gördü Türkiye. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adam yerine konma tartışması açtı. Bir başka belediye başkanı televizyon ekranlarında ağlaya ağlaya ailesine yönelik tehditlerden söz ederek görevi bırakacağını söyledi. Eğer belediye başkanlığının itibarı sınıf başkanlığı kadar kalmamışsa o ülkenin demokrasisiyle ilgili ciddi bir yüzleşme gerekir. Sadece iktidar değil muhalefet de ciddi bir yüzleşme ortaya koymalıdır. Sanki Türkiye’deki ilk defa belediye başkanları tepeden alınıyormuş gibi tepki koyuyorlar. Elbette iktidar partisinin belediye başkanlarının görevden alınmasına tepki koymaları takdir edilesi. Ama bir başka partinin onlarca belediye başkanı görevden alındı. O zaman ilkeler neredeydi diye sormazlar mı? Bu ülkede kaç belediye başkanının cezaevinde olduğunu bilmiyorlar mı? Peki, bu durumda iktidar kadar muhalefetin de bir takım hassasiyetler adına verdiği gizli desteğin farkında değiller mi? Elbette biz hiçbir seçilmişin yargı sopasıyla terbiye edilmeye çalışılmasını doğru bulmuyoruz. 
 
TÜRKİYE'NİN BİRİNCİ SORUNU SEÇİM DEĞİL OHAL'DİR
 
Biz en zor şartlarda, tutuklamaların en yoğun olduğu dönemde, mitinglerimizin bombalandığı zamanlarda da seçime hazırdık. Seçimden asla korkmuyor, kaçmıyoruz. Ama referandumun tartışması bitmeden, YSK’nin neye alet edildiğini unutup sorunların çözümü için seçim demek, sorunun büyük kısmını görmezden gelmek demek değil midir? Ama hangi seçim, hangi koşullarda seçim? Gazetecilerin bu kadar kolay susturulduğu, televizyon ekranlarının karartıldığı, azıcık itiraz edenin düşman hukukuna tabi tutulduğu bir ülkede seçim nasıl bütün sorunları çözer? Elbette seçime varız ama Türkiye’de seçimin sorun çözmesi için eşit demokratik koşullarda olması gerektiğini böyle olmazsa hiçbir sorunu bitiremeyeceğini ifade ediyoruz. Türkiye’nin birinci sorunu OHAL’dir, seçim değildir. OHAL’in arkasına saklanan hiçbir anlayışla demokrasinin hiçbir mekanizması işlev göremeyecektir. Bugünler belediye başkanlarımızın, eşbaşkanlarımızın, milletvekillerimizin keyfi bir şekilde rehin alınışının üzerinden bir yılın geçtiği günler. 
 
HÜKÜMETE NURİYE VE SEMİH ÇAĞRISI 
 
Aramızda Semih ve Nuriye’nin anne ve babaları var. 250 güne yaklaşan bir eylem, bir inanmışlığın göstergesidir. Allah hiçbir ana babayı evlatlarıyla sınamasın. Onlar kendi adlarına bir mücadele yürütmüyorlar. Aslında herkes adına hepimiz adına belki yüksek sesle sözünü söylemekten çekinen herkes adına, hepimiz adına direniyorlar. Hem aileyi hem kendilerini kutluyor, ikisini de selamlıyorum. Bu yanlışa bir an önce son verilmesi için de hükümete çağrıda bulunuyorum. Canları istediklerine gücü nereye yetenlerin, iki kişinin işlerine dönmesi gibi son derece haklı ve masum bir talebi çözecek dirayetleri de vardır. Eğer niyetleri varsa, eğer cesaretleri varsa eğer hala insaniyetten azıcık nasipleri varsa. 200’lü günler kritik tehlikeli günlerdir. Ama Sadece 2 kişinin hayatından bahsetmiyoruz, bir ülkenin geleceğinden bahsediyoruz. En temel hak mücadelesinin mübarek ve mukaddes görüldüğü bir ülkede yaşamak istiyorsak Semih ve Nuriye’nin mücadelesini yükseltmek hepimizin görevidir. 
 
İLK ADIM TECRİDİN SONLANDIRILMASI OLMALI
 
Türkiye'de son derece kritik belki cumhuriyet tarihinin en kanlı sorununu en az bedel ödeyerek çözmek için önemli bir çabaya imza atmış Sayın Öcalan’a uygulanan tecrit açısından kritik bir noktadayız. 27 Temmuz 2011’den beri yasal hakkı olmasına rağmen avukatlarıyla görüştürülmüyor. Bir lütuftan değil, en temel hakkının uygulanmasıyla ilgili bir tespitte bulunuyoruz. Ailesiyle 1 yıldan fazladır görüşmüyor. Bu tecrittir. Tecrit kime yapılırsa yapılsın suçtur. Elbette kime yapılırsa yapılsın karşı çıkarız ama Türkiye'de hükümet de biliyor ki Sayın Öcalan herhangi biri değildir. Kanın durması için, insanların ölmemesi için önemli bir şahsiyettir. Bundan sonra da gençlerin hayatını kaybetmemesi için adım atılacaksa sembolik ilk adım bu tecridin sonlandırılması olmalıdır. 
 
KÖPEKLER HAVLADIĞI İÇİN ATLAR KOŞMAKTAN VAZGEÇMEZ
 
Geçtiğimiz günlerde Büyükada dosyası dolayısıyla insan hakları savunucuları, nihayet tahliye oldular. Elbette tahliye olmaları sevindirici. Ama bu tablo bizim bir şeyle daha yüzleşmemiz gerekiyor. Eğer insan hakları savunucuları, son derece hakları ve görevleri olan bir toplantıya katıldılar diye, hükümete yakın gazeteler tarafından aylardır zaten mahkum edilmediler mi? Peki insan hakları savunucuları için o günden bu yana atılan manşetler, kendisi hüküm veren tetikçi gazeteciler eliyle atılan manşetler Osman Kavala için de bir anlam ifade etmiyor mu? Elbette ki burada tek tek gözaltında uzun süre bekletilen insan hakları savunucularını, gazetecileri, saymaya zamanımız yetmez ama Türkiye’nin bu durumdan bir an önce çıkması gerekir. Kimse ne yaptığı işi terk eder tutuklandığı için, ne savunduğu sözden vazgeçer. Tutuklanmadan önceki son grup toplantısında da söylemiştim, bir kez daha söyleyeyim: Köpekler havladığı için atlar koşmaktan vazgeçmez.
 
İYİ PARTİ'YE EŞİT YURTTAŞLIK ELEŞTİRİSİ
 
Bugünlerde yeni bir siyasi girişim fiili sürecini hukuki sürece taşıdı. Ama ibretlik bir tartışmayla işe başladılar. Eşit yurttaşlık kavramını programa yazmasak mı yazmasak mı? Düşünebiliyor musunuz Türkiye'ni geldiği noktayı. Siyasetçinin içine sürüklendiği noktayı görüyor musunuz? Sanki 'eşit yurttaşlık' demek büyük bir suç. HDP ile anılırız korkusundan programlarına eşit yurttaşlık yazmaktan vazgeçtiler. Biz gurur duyuyoruz eşit yurttaşlık demekten. Arkadaşlarımız eşit yurttaşlık, özgür toplum dedikleri için, ortak vatan dedikleri için tutuklandıklarını biliyoruz.
 
Bakın bugün sabah ilk grup toplantısını yapan partinin başkanı NATO ile ilgili muhasebe yapıyor. Bundan 40 yıl önce NATO ile ilgili slogan atan gençler idam sehpasına gönderildi. Bugün bu muhasebe yapılıyorsa bu dikkate değerdir. Aynı siyasi lider bölünme korkusu diye bir kavramla kısmen de olsa yüzleme adımı ortaya koyarsa bu anlamlıdır. Türkiye’yi bu içinde bulunduğu çıkmazdan çıkarmak için kişisel çıkarları için değil, cesaretle yapma niyetindeyseler bu ülkeye yapılacak en büyük iyilik gerçekleri halka söylemektir.