HABER MERKEZİ - Derin devlet gerçeği ve geçirdiği dönüşümlere odaklanan kitaplarıyla bilinen gazeteci-yazar Ecevit Kılıç, Türkiye’de derin devletin kendini dönüştürerek varlığını korumasının başlıca nedeni olarak Kürt sorununu işaret etti. Kılıç, “Derin devleti var eden yapı devletin Kürt korkusudur, ötesi yok” dedi.
Türkiye gündeminde son bir aydır devlet-mafya-siyaset üçgeni olarak tanımlanıp, ülkenin son 70 yılına damgasını vuran ‘derin devlet’ var. Yakın zamana kadar aparatlarından biri olduğu bu yapı içerisinde yaşanan güç ve çıkar çatışmasında oyun dışı kalan devlet bağlantılı çete yöneticisi Sedat Peker, bu yapıya ilişkin ifşaatlarıyla gündeme oturdu. Bu ifşaatlarda ise ülke içi ve dışındaki siyasi hedeflere yönelik suikastlerden Kürt iş insanlarını cinayetlerine, Türkiye’nin merkezinden yer aldığı uluslararası uyuşturucu trafiğinden haraç almaya, cinsel saldırılardan gazete baskınlarına varan geniş bir aralıkta yaşanan olayların perde arkasına dair bilgiler var.
Peker’in giderek devletin ve siyasetin tepesinde yer alan isimlere dokunduğu, milyonlarca insanın izlediği videolarla Pandora Kutusu her geçen gün biraz daha aralanıyor. Kirli ilişkiler yumağına ilişkin gün yüzüne çıkmamış bilgilerin yansıdığı derin devletin ortaya çıkışı, dünü ve bugünü ile arkasında yer aldığı pratikleri adım adım takip eden en yetkin isimlerden biri gazeteci ve yazar Ecevit Kılıç.
Daha önce ‘Kirli Kramponlar’, ’Özel Harp Dairesi’, ‘JİTEM’ isimli kitapları ile derin devlet gerçeğine ışık tutan, ‘Yeni Derin Devlet’ isimli son kitabı ise geçtiğimiz yıl yayımlanan Ecevit Kılıç, Türkiye’deki derin devlet gerçekliğine ilişkin sorularımızı yanıtladı.
Bugün siyasi ve toplumsal gündemin merkezinde yer alan derin devlet olgusu nedir? Derin devlet neden vardır, amacı nedir?
Bizdeki derin devletin kurumsallaşması, kurumsal yapı haline gelmesi aslında neredeyse dünyayla paralel şekilde 1950’li yılların başındaki o klasik soğuk savaş tehdidine karşı NATO konsepti içerisinde yer almasıyla başlıyor. Daha önce yok muydu? Vardı ama bunlar daha lokal, çetevari yapılardaydı. Ama Türkiye’nin NATO konseptine girmesiyle olası bir Sovyet tehdidine ya da işgaline karşı oluşturulan bu yapının parçası olarak derin devlet Türkiye’de kurumsallaştı. Onun adı da öncesinde Seferberlik Tetkik Kurulu olsa da Özel Harp Dairesi’ydi. Özel Harp Dairesi dediğiniz Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) çekirdek bir birimi içerisinde yer alıyordu. Bu çekirdek kadronun gayri nizami harbi taktiklerini ilk öğrendiği yer, pratik alanı Kore Savaşı oldu. Bunlar burada bunun eğitimini aldılar. Daha sonra dönüp geldiklerinde Kıbrıs bu güçlerin, Türk derin devletinin uygulama, pratik alanı oldu. Türk Mukavemet Teşkilatı’nın (TMT) o dönem EOKA’yla giriştiği mücadele… Yani TMT bir tür yavru derin devletti. Ama yavrulukla kalmadı gayri nizamı harp teknikleri orada alana sürülüyordu, sonra Türkiye’ye taşınıyordu. Her şeyin öncülü aslında Kıbrıs’tı.
Türk derin devleti dediğimiz yapı, TSK içerisinde oluşturulsa da sadece bu yapıdan ibaret değil. Devletin diğer tüm yapılarında kadrolaşma vardı. İstihbarat ve emniyet teşkilatı, TÜBİTAK, Petrol Mahsulleri Ofisinde bile buna dair bir kadrolaşma vardı. Kurumlar bazında bir derin devlet vardı.
Hrant Dink cinayeti sonrası Tayyip Erdoğan, derin devletin köklerinin Osmanlı’ya kadar uzandığını söylemişti. Bu yapının temellerini nereye, kimlere kadar götürmek mümkün?
Dönüp baktığımızda derin devleti Osmanlı’nın son dönemlerine kadar götürebiliriz. Çünkü her ne kadar NATO konseptine göre oluşturulmuş bir yapı olsa da bir de yerel özellikleri var. Türk devletinin yerel özelliği nedir? Tek ırk, tek din. Bütün konseptini buna göre oluşturuyor. İttihat ve Terakki ile başlayıp, Cumhuriyetin kuruluşunun ilk dönemlerine kadar Türk devletinin öncülleri bu konsept üzerinde hareket etti. Buna tehdit oluşturulan her şey bu derin devletin faaliyet alanına giriyor.
Türk derin devleti bu iki unsur üzerinde, korunması gereken referans nesnesi üzerinden kendisini var etti. Bunlar üzerinden ulusal güvenlik kavramı yaratıp, bunlara göre şekilleniyor ve bunlara göre eylemler düzenliyor. O nedenle Osmanlı’nın son döneminden İttihat ve Terakki’nin ortaya çıkışından itibaren 1952’ye kadar getirebilir derin devlet. Bu tarihte ne değişti? Tehdit tanımı değişti. O tehdit biraz daha global bir tehditti. Fakat Türkiye yerelde kendi ulusal güvenliğini koruma noktasında da o derin devleti kullandı, derin devlet bunun için var oldu.
Bu yapı kimlerden müteşekkildir?
Derin devlette bir çekirdek kadro var, yine nitelikli kadro değimiz devletin farklı kadrolarında kişiler var, bir de sivil kadrolar dediğimiz, halkın her kesiminden kişiler var.
Artık kabul edelim, bu işin çekirdeğinde bunun eğitimini alan subaylar var. Öyle ya da böyle kurucu kadroları subaylar. Özel Harp Dairesi dediğimiz yer, derin devletin merkezi. Etrafında ne var? Devlet içerisinde başka kurumlarda çalışan nitelikli elemanlar var. Nerede çalışıyor MİT’te, Emniyet’te, TÜBİTAK’ta vs. gibi kurumlarda çalışıyor. Bir de bunların sivil unsurları var. Sivil unsur dediğimiz şunlar. Halkın her kesiminde, her meslekten çiftçi, öğretmen, gazeteci farklı mesleklerden kişiler seçiliyor. Bunlara belli dönemlerde eğitimler veriyor. Bunlara silah verilip, yine silaha ulaşabilecekleri kaynaklar sağlanıyor. Herhangi bir tehdit durumunda bunları kullanabiliyor. Yani derin devlette bir çekirdek kadro var, yine nitelikli kadro değimiz devletin farklı kadrolarında kişiler var, bir de sivil kadrolar dediğimiz, halkın her kesiminden kişiler var. Herhangi bir suikasta baktığımızda bu üçlü bir kadroyu görebiliyoruz.
Yasama-yürütme-yargı organları ile resmi bir devlet, iktidar ve otorite sahibi iken ayrıca bir örgütlenmeye neden ihtiyaç duyar?
Dönemlere ayırırsak da buna cevap verebiliriz ama şöyle net bir şey var. Devletin korkuları var. O korkularla açık alanda mücadele etmek yerine illegal olarak mücadele ediyor, bu da derin devleti getiriyor. Devlet, legal alanda mücadele edebileceği, demokrasiyle, şeffaflıkla, seçimle, kabul ederek ya da reddederek çözebileceklerini çözmüyor ve bunu içerideki derin güçlere havale ediyor. Bu derin yapılarda bunun üzerinden besleniyor.
Ülke tarihine damgasını vurmuş başlıca derin devlet operasyonları-icraatlarının en bilinenleri hangileri, geriye dönüp baktığımızda karşımıza neler çıkar?
NATO konsepti öncesi kurumsal olarak baktığımızda nerede başladı dersek, İttihat ve Terakki ile Cumhuriyetin ilk döneminde faaliyetlerini sıralayabiliriz ama Sebahattin Ali cinayeti (2 Nisan 1948) gerçekten bu kurumsallaşma anlamında ilk yere koyabiliriz. Oradan başlayabiliriz. Bütün 60 ve 70’li yıllarda olan her şeyi, katliamlar suikastlar hepsini sayabiliriz. Hele hele şu var. Derin devlet dediğimiz yapı şunu kabul etmek lazım ki darbe mekaniğinin öncül gücüdür. Yani Türkiye’yi darbelere götüren asıl güç, derin devlettir. 71 darbesi, 80 darbesi, 15 Temmuz’a bakın bu vardır. Yani bütün yolu derin devlet açıyor, sonra da darbe geliyor.
Diğer ülkelerde de derin devlet var fakat onların Türkiye’deki kadar öne çıktığını görmüyoruz. Suç işlemekte bu derece fütursuzluk hakim mi oralarda da? Benzerlikler–farklıklar nedir?
Yine kurumsal noktayı baz alırsak bir dönem Yunanistan derin devleti etkiliydi. NATO içerisinde sıralamaya vurduğumuzda en güçlüleri Türkiye ve Yunanistan’daydı. Neden diye sorarsanız ikisi de ABD ve NATO’ya göre, o dönemki Sovyet tehdidine karşı batı devletlerine göre ilk hedef olan iki ülkeydi. Buralar geçilseydi tehdit Batı Avrupa’ya ulaşacaktı. Asıl dert de Batı Avrupa’ydı. O nedenle bu iki ülkenin derin devleti hep canlı tutuldu, bunlara yatırım yapıldı eğitimleri ve harcamaları ile. ABD’nin bütün o soğuk savaş boyunca yaptığı yardımlarının gittiği yerler de buralardı. Keza bu iki devletin pratik alanı vardı, zaten sorun da orada. Başka bir NATO ülkesinin Almanya, İspanya veya Fransa’nın başka bir yerde pratik yapma alanı yoktu. Bu iki ülkenin pratik yapma alanı oldu. Bu iki ülke ise bir tarafta EOKA, diğer tarafta TMT gibi iki ayrı yavru örgütle Kıbrıs’ı kana buladılar, buradan güç aldılar. Bakarsanız Özel Harp Dairesi’nin eğitim alanları Kıbrıs’a yakın illerdedir geliş-gidişler, eğitimler daha kolay olsun diye. Bu onları canlı tuttu.
İkincisi; her iki ülkede aynı dönemde 60’lardan başlayarak 70’lerin sonuna kadar benzer iç politik çatışmalar vardı. Sol ve diğer muhalefetleri bastırmakta bu derin yapılar işlev gördü. Elbette diğer devletlerin derin yapılarının da böylesi bir işlevi vardı, böyle bir fonksiyon yüklenmişti hepsine ama iç muhalefeti bastırmakta Türkiye ve Yunanistan çok gaddarca davrandı. Hem etkin çekirdek kadrolardaki subaylar hem elemanlar hem de sivil unsurlar, paramiliter unsurları çok fazlaydı. Her iki ülkeyi kana buladılar.
12 Mart 1971 darbesi, 90’lar’da faili meçhul, katliamlar, köy yakmalar, göçertme politikası, Susurluk skandalı ve Ayhan Çarkın’ın itirafları ile bugüne dek yaşananlar birlikte ele aldığımızda derin devlet Türkiye toplumun zihninde nasıl bir yer tutuyor?
Derin devlet batı toplumlarında daha çok komplo teorilerinin bir parçası. Örneğin ABD’ye baktığımızda derin devletin tanımı çok daha başkadır. Yani silah şirketleri, güvenlik şirketleri ve suikastlarla anılıyor. Ama Türkiye’de kimse derin devlete komplo diye bakmıyor. Bunun hedef olmuş kişiler, politize kitleler hariç. Derin devlet halkın nezdinde devleti koruyan bir mekanizma olarak görülüyor.
Buna dair bir kabul mü söz konusu?
Aklı başında tarihçilerin bile Topal Osman’ı kahraman olarak sundukları kitaplar var ortada. Topal Osman’ın dönemin muhaliflerini Karadeniz’e atması bir vatan savunması olarak sunuluyor.
Evet, bu duruma dair bir kabullenme var. Bu kabulün nedeni de şu. Hem devletin normal aktörleri hem de bu dediğimiz illegal, derin devlet aktörler bu noktada bütün faaliyetlerini hep bir vatan savunması olarak sundukları için kimse derin devletin kendisi ve unsurlarına da illegal bir gözle bakmıyor. Komplo teorisinin bir parçası olarak bile görmüyor. Türkiye tarihinin bir parçasıymış gibi kabul ediyor. O yüzden de çok da tartışılmıyor. Bırakalım sıradan halkın kendisini bunu çalışan aklı başında tarihçilerin bile Topal Osman’ı kahraman olarak sundukları kitaplar var ortada. Açın bakın iki tane eleştiren kitap varsa, on iki tane onu kahraman olarak gösteren kitaplar var. Topal Osman’ın dönemin muhaliflerini Karadeniz’e atmasını bir vatan savunması olarak sunuluyor.
Devletin hedef haline gelmiş farklı etnik yapılar, dinsel kimlikler, politize kitleler için ne anlam ifade ediyor peki derin devlet?
60 ve 70’li yıllar boyunca sol kesim, sol ideolojiye mensup olanlar, kurumları derin devlete maruz kaldı. Orada bir karşıtlık var. Bahçelievler katliamı örneğin. ne olduğunu tanımlıyor. Kürtler açısından 90’lı yıllardan itibaren derin devletin oraya yerleşmesi ile birlikte modern derin devlet tanımlaması ve mesafesi de belli. Bir Rumlar ve Ermeniler açısından modern, derin, çağdaş derin devlet ayrımı yapılmıyor. İttihat ve Terakki’den itibaren bir derin devlet tehdidi var orada, ama bir Yahudi kendisini oraya konumlandırmıyor. Derin devlet açısından bir Yahudi’nin çok farklıdır. Ne bir sınır sorunu ne de toprak talebi var. Bunlar çeşit çeşit ayrımlara gidiyor. Ama şunu da kabul etmek, özellikle 80 sonrası için şunu net görmek lazım ki bizim farklı görüyor dediğimiz yapılar içerisinde derin devlete hizmet eden yapılar çıktı. İsmail Selen cinayeti var, general cinayetleri var. (Emekli Korgeneral, 1991’de Ankara’da öldürüldü). 90’lı yılların ilk diliminde Güneydoğu’da görev yapıyor JİTEM faaliyetlerine karşı çıktığı için görevden alınıyor ve görevden alınır almasından sonra sol bir örgüt onu kontrgerilla diye öldürdü.
Halbuki JİTEM’e mesafe alan, faaliyetlerinden rahatsız olan bir isimdi. Diyarbakır’daki Asayiş Kolordu Komutanlığı’na atanması sonrası JİTEM dediğimiz yapı orada Asayiş Kolordu Komutanı içerisinde örgütlenen bir çekirdek yapıydı. Bu yapıda yer alanlara ‘kentlerde kalamazsınız maden buradasınız, siz de operasyonlara geleceksiniz’ diyerek bunları operasyonlara götürüyor. Bunların şikâyeti üzerine dönemin Genelkurmay Başkanı (Necip Torumtay) ve Kara Kuvvetleri Komutanı Kemal Yamaç oraya gidip, toplantı yapıyorlar. Akabinde görevden alınıp, bir hafta sonra da öldürüldü.
O dönem işlenen Bahtiyar Aydın ve Eşref Bitlis cinayetleri de var. Kontrgerillayı dönemlere ayırıyorsunuz 1952-1990 arası Özel Harp Dairesi dönemi, 1990-2000 sonrası JİTEM dönemi. Nasıl bir dönüşüm yaşandı?
Soğuk savaş bitince bütün derin devletlerin faaliyetleri boşa çıktı. Yani bir Almanya’nın buna ihtiyacı yoktu. Çünkü var olan asli tehdide karşı kurulmuştu, buna göre göre hareket etmişti. Yok muydu başka eylemleri, vardı şüphesiz ki ülke içerisinde ama Türkiye’de öyle olmadı. Tehdit ortadan kalkmasına rağmen Türkiye bunu dönüştürdü. Nasıl dönüştürdü? Özel Harp Dairesi’ni aldı Özel Kuvvetler Komutanlığı yaptı. Tehdit yoktu ama o bütün elemanları kaldı, bütün o sivil unsurlar kaldı. Özel Kuvvetler Komutanlığı ikinci bir ‘tehdit’, Kürt tehdidine göre yeniden tanımlandı ve ona göre faaliyetlerine devam etti. Tanımlarken de içerisinden yeni bir yapı çıktı. Çünkü bu legal kalıyordu ve JİTEM diye bir yapı oluşturuldu. Bunun üzerinden derin devlet var olmaya gitti ve bugüne kadar var oldu.
Kitabınıza ismini verdiği gibi 2000 sonrasında ise yeni bir güç ortaya çıktı diyorsunuz. Kimlerdir bu yeni güç? Bu yapıyı “yeni” kılan neydi?
Bu eski derin devletin kurumlarda sahip olduğu kadrolaşmayı ele geçirmek isteyenler, yeni derin devlet olmak isteyenler de yine Kürt sorununa dair çözüm çabalarını baltalayarak oraya yerleşmek istiyor.
Özel Harp Dairesi’nin Özal Kuvvetler Komutanlığı’na dönüşmesiyle birlikte derin devletin varlık sebebi Kürt sorunu oldu. Derin devlet bu tarihten itibaren bütün dönüşümlerini Kürt sorunu üzerinde yaşadı. Devletin Kürt korkusu Türkiye’de derin devletin tasfiyesini engelledi, önüne geçti ve sürekli dönüşüp yeniden önümüze çıkmasına neden oldu. Yani derin devleti var eden yapı, devletin Kürt korkusudur, bunun ötesi yok… Şu da var, derin devletin faaliyetlerini en az olduğu dönem çözüm konusunda ciddi mesafeler alındığı dönemlerdir. JİTEM vb. eski derin devlet unsurlarının faaliyetlerinin azalması 2005’ten itibaren başlıyor. Bu tarihte doğru-yanlış bir çözüm hikayesi başlıyor ve arada kesintiler, kanlı çatışmalar da olsa da 2015’e kadar geliyor. Bu dönemde eski derin devlet geriye çekiliyor. Tersine bakın, bu eski derin devletin kurumlarda sahip olduğu kadrolaşmayı ele geçirmek isteyenler, yeni derin devlet olmak isteyenler de yine Kürt sorununa dair çözüm çabalarını baltalayarak oraya yerleşmek istiyor. Yani hem eskiler hem de onun yerine geçmek isteyenler Kürt sorunu çözülmesin çabasında.
Bu yeni güç kimdi?
Bu yeni güç net söyleyelim Fethullahçılardı. Eski derin devlet asker merkezliydi. Bunların yerini almak isteyen güç, aynı yöntemle kurumlara yerleşerek bunu yapmaya çalıştı. TSK, MİT. vd. Halka gitmenize, hiçbir şey yapmanıza gerek yok. Kurumları ele geçiriyorsanız devleti ele geçiriyorsunuz zaten. Diğerinden çok da farkı yoktu. Öteki devleti koruma referansı ile harekete geçerken, bunlar da demokrasi, sivil bir yaşam vaat ederek geldi ama aynı yöntemle kurumlara yerleşti. Silahlı bir gücü yoktu diyemeyiz. Onlarında paramiliter gücü vardı. Aynı kurumları kim ele geçirirse derin devlet niteliği kazanmış oluyorsunuz. Aslında çok da büyük bir fark yok.
Adları değişse de söz konusu yapılanmaların beslendiği ana kaynağın Kürt sorunu olduğunu söylüyorsunuz. Çözüm çabalarını engelleyen de bu yapıların kendisi mi oldu?
Tarafların da niyetlerini sorgulayabiliriz az çok ama gerçekten tarafların bunu net olarak istedikleri dönemleri görüyoruz. Fakat bu süreçlerin bozulmasında temel aktör bunlar oldu. Kürt sorununda çözüm mesafesinin alınmaya başlandığı 2005 sonrasını ele alırsak KCK operasyonları başladı. O kadar tesadüftür ki! devlet heyetinin her İmralı’ya gittiği günün sabahı bir KCK operasyonu oldu. KCK operasyonlarının hedefindekiler dediğimiz kimler? Demokratik, legal alanda yer alan Kürt siyasetçiler.
Yine ne zaman devlet görevlileri ile Kürt heyeti Oslo ya da Brüksel’de görüşse, onların ertesi günü bir KCK operasyonu yapıldı. Bu önemli bir şey, ya sabah ya da ertesi günü.. Sadece teknik takipten, telefon görüşmelerinden oluşan dosyalar. Ama ne oldu, bu görüşmeler sırasında Kürt tarafının ve Öcalan’ın devlet heyetine sorduğu tek bir şey vardı; Bu operasyonlar duracak mı? Devlet heyeti de her seferinde bunlar duracak dedi. En son 2013 yılında Oslo sürecinin sonuna geldiğimizde devlet heyeti operasyonların, KCK davalarının tümden kapatılacağı sözü veriyor ama olmuyor. Öcalan orada çok güzel bir şey söylüyor; ‘Bakın eğer bunu yapmazsanız darbeye maruz kalacaksınız, darbe yaşanacak’ diyor.
Bunu iki okuma yaparak söylüyor. Birincisi devlet retoriği, ikinci de darbe retoriği. İki retorik üzerinden darbeye maruz kalacaksınız diyor. Yaşananları darbe olarak ilk o nitelendiriyor.
Çözüm süreci neden önemliydi?
Kürt sorunu derin devletin yararlandığı bataklık gibi, o bataklıkta besleniyor. Çünkü orası üzerinden kendisi var ediyor, devlet üzerine çöreklenebiliyor. Bunu çıkardığınız zaman başka bir tehdit yok, başka çöreklenebileceği bir alan yok.
Belki ağır, yavaş ilerleyen bir süreçti ama kendi adıma söylersem umutlu olduğum bir süreçti, başarılı bir son olabilirdi. Bir Kürt barışı gelebilirdi ve bu Kürt barışının gelseydi bugün derin devleti konuşmayacaktık. Gerçekleşmiş olsaydı 15 Temmuz olmayacaktı. Ağar ve diğer bütün derin devlet geçmişi bugün yeniden makbul hale gelmeyecekti. Hepsi gidecekti. Sadece bunun için bile yeterliydi. O dönem başarı olmuş olsaydı, biz bugün derin devletten kurtulabilirdik. Kürt sorunu derin devletin yararlandığı bataklık gibi, o bataklıkta besleniyor. Çünkü orası üzerinden kendisi var ediyor, devlet üzerine çöreklenebiliyor. Bunu çıkardığınız zaman başka bir tehdit yok, başka çöreklenebileceği bir alan yok. Bugünkü tartışmalara bakın Korkut Eken neyi savunuyor. ‘Ben onu bilmem, bunu bilmem’ diyor. Neyi biliyor sadece, ‘Ben terörü bilirim, ben dağda çatıştım, dağda mücadele ettim’ diyor. Çünkü sığınabildiği, kendini var ettiği tek alan burası. Çünkü o yapı o alanda besleniyor. Doğal olarak o da kendi meşruiyetini, sağlamasını onun üzerinden yapıyor. Oraya girdiği zaman da yargılanmayacağını biliyor.
O süreçte Ergenekon yargılamaları yapıldı. Bu yargılamalarda ise Kürt sorunu özelinde işlenen suçlar yoktu. Sonuç itibariyle de “Ergenekon diye bir örgüt yoktur” denildi. Derin devletle yüzleşme fırsatı kaçırıldı mı o dönem?
Aslında kaçırıldı. Biz elbette ki farklı okuyabiliyorduk. Kendi adıma söyleyeyim, derin devlet dediğimiz yapının yargı önüne çıkması anlamlı hale geliyordu ama o dönem de vardı, bugün hala var. Kaçırılmasının temel nedeni ise şuydu: İki derin devlet çatışmasına döndü. Devletin kendisi, siyasal iktidarın kendisi, toplumun kendisi burada topyekûn kaçıyor. Çünkü sorumluluk herkesindir. Burada bir derin devlet tasfiyesi veya yaptıkları eylemlerden saldırılardan, operasyonlardan dolayı hesap vermeye dönüşmedi. İki derin devletin kapışması yaşandı. Eski derin devlet ile yeni derin devlet kapışıyordu. Doğal olarak o dönemde yeni derin devlet daha galip geldi. Ama bugün o derin devlet gidince, eskiler geri geldi, tamamen yerleşti. Bu yüzden net bir başarıdan söz etmek mümkün değil, daha da kötüsü oldu. Eski derin devletin isimleri makbul hale geldi, akil insan haline geldi. Çünkü haklılar, öbür derin devleti onlar daha iyi biliyor. Onun eylemlerini daha iyi biliyor. Böylesi bir tersine dönüş. Derin devlet bir daha yer değiştirdi, devletin içine çöreklenen o güçler bir daha yer değiştirdi.
Hem Ergenekon yargılamasında hem bugün Sedat Peker’in ifşaatlarında Kürt politikası özelinde yapılan icraatlara, operasyonlara dair çok fazla bilgi yansıdığını görmüyoruz. Birçok farklı konuda bilgiler paylaşılıyor ama Kürt meselesine dair suçlar bir şekilde perdeleniyor. Neden?
Şimdi mafya derin devletin en kirli ayağıdır. Derin devlet daha fazla kirlenmemek için mafyayı kullanıyor. Daha çok ihaleye, operasyonlar, ölümler, tehditler… Mafya derin devletin biraz argo bir sözcük olacak belki ama daha paçoz bir hali. Doğal olarak patlayan skandallar hep mafya üzerinden patlıyor. Buradan oraya konuştuğumuz skandallarla gidemiyoruz. Belli isimlere değiyor ama ötesine geçemiyoruz. Geliyoruz Sedat Peker bir sürü ifşa yapıyor ama derin devletin faaliyetlerine geldiğimizde isimlerin bir tek savunması çıkıyor. Bu isimler ‘devlet, vatan için yaptım’ diyor, kapanıyor. Çünkü açığa çıkan isimler ya da konuşan isimler derin devletin merkezinde yer alan isimler olmuyor. Oraya kadar gidemiyoruz. Onun ayakları oluyor, ayaklarının konuştuğu, onların yarattığı sarsıntılarla devam etmiş oluyoruz.
Ya Peker’in ifşaatları sonrası İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “çete yapılanmalarının gayri nizami harpın bir aparatı” olduğu kabulü…
Evet aslında önemli bir tanımlama, çete yapılanmaları gayri nizami harp da derin devlet içerisinde yer alıyor. Oradaki asıl güç oluyor, onu yönlendiren ve faaliyete geçiren. Ama bu üst bir tanımlama, Peker’in söylediği daha alt bir tanımlama. Asıl olana gelebileceğimiz şeye gelmiyoruz. Kimse asıl zemine, asıl mindere gelmiyor. Asıl mindere geldiğinizde siz Kürt sorunu dediğinizde bu konsepte işlenmiş bir suikast, bir katliamı açtığınızda peşi sıra hepsi gelir. O anda kimse kimseyi koruyacak duruma gelmez artık, zemin kaymış olur. O nedenle asıl zemine kimse gelmiyor. Derin devleti yaratan sorununun çözümsüzlüğü üzerinden, sorun daha da büyüsün veya başka bir şekilde olsun diye işlenmiş bütün katliamlar ve suikastlar kalıyor orada. Bugün hala 90’lı yıllardaki cinayetlerin, suikastlarin kırıntıları peşinden dolaşıyoruz.
Kürt sorunu derin devletin Pandora Kutusu diyebilir miyiz o vakit. O kutu açıldığında her şey ortaya çıkmış mı olacak?
Evet, tamamen çıkmış olacak ama ona gelemiyoruz. Mesela çok şaşırtıcı geliyor, adliye muhabiri iken az buçuk Sedat Peker’in duruşmalarını takip etmiştim. O da yeri gelince ‘devlet için şunu yaptım, devlet için bunu yaptım’ deyip, terörle mücadele kavramını kullanıyordu sürekli. Zihnimde oturtamıyordum gerçekten, bu ne yapmış olabilir ki diye o dönem yaş itibariyle. Bunu Çatlı veya başka birisi ya da orada görev subayın söylemesi mantıklı gelebilir ama Peker gibi bir isim ne yapmış olabilir diye düşünüyordum. Sonra çağrışımlar oluşturuyordu. Muhtemelen Sapanca üçgenindeki cinayetlerden bahsediyordu ya da operasyonlara katıldı. Bugün şu önümüze çıkıyor, bugün anlıyorsun. Kardeşinin Kutlu Adalı cinayetinde keşfe gitmesinden anlıyorsun. Evet, Sedat Peker gerçekten bu işlenen cinayetlerin, suikastların bir parçasıymış. Elemanı olarak ordaymış ya da sivil unsuru olarak ordaymış. 70’li yıllardaki paramiliter güçlerin bir çoğuna bakın. Az buçuk dosyalara sızan bilgilerden söylüyorum. Bunların hepsi Güneydoğu’daydı ama operasyona katılmak için değildi. Bildiğimiz faili meçhul, rant kısmında 90’lı yıllarda hepsi oradaydı. Bahçelievler’de yaşanan katliamda yer alan isim, elinde silahlar, büyük operasyonlarla, askerlerle görselleri, polislerle, özel harekatlarla görselleri vardı. Bunlar madenim var, madenimi koruyorum diyorlardı mesela. Sedat Peker de bunların bir parçasıymış.
Bugün niye oyun dışı kaldı ya da bırakıldı?
Çok klasik biçimde derin devlet rant konusunda çatışıyor. Rant paylaşımında yerine başka birisi yerleştirildiği anda devre dışı kalıyor. Doğal olarak Sedat Peker konuştuğunda, yerini kaptırmış oluyor. O derin derin devlet yapılanması içinde, mafya ayağında rant, ölüm tehdit, ihale kısmında her neyse Sedat Peker olduğu yeri kaptırmış, onun kavgası bu yüzden. Orayı istiyor ya da var olanı, elinde olanı korumak istiyor.
Uyuşturucu trafiğinden silah tüccarlığına, haraç almaya uzanıp, devlet ve bayrak söylemleriyle perdelenen bu ekonomik rantın büyüklüğü nedir?
Derin devlet uyuşturucu dahil o rantı ele geçirmek için devleti ikna ediyor ve onlarca insanı öldürüyor. İşte Bolu, Düzce, Sapanca üçgeni…
Rakam ortaya koymak gerçekten çok abes olur ama baktığımızda devletin bütün organlarının, siyasetin hakim olamadığı dönemlerde bütün rant illegal yapıların eline geçiyor. illegal yapı dediğimiz derin devlet ve onun ayaklarının eline geçiyor. Ama şunu düşünün geçmişe gönderme yapalım. Derin devlet uyuşturucu dahil o rantı ele geçirmek için devleti ikna ediyor ve onlarca insanı öldürüyor. İşte Bolu, Düzce, Sapanca üçgeni… O rant derin devletin kontrolüne geçsin diye devlet karar alıp, onlarca insanı öldürdü. Derin devlet böyle bir güç.
Sedat Peker’in söylemleriyle bugün yeniden ülke gündeme oturmuş, paylaştığı videolar 50 milyona varan izleyici rakamlarına ulaşmış olsa da anlatılanların ne kadar yabancıyız?
Aslında değiliz. Bugün uyuşturucu ile yeni duyduğumuz kimi şeyler var. Ama bizim itibar edebileceğimiz kısımlarına gelelim. İtibar derken ilgi alanımıza diyelim. Mesela Kutlu Adalı cinayetinde dediği tek yeni kısım, kendi kardeşinin orada olması. Ya da Uğur Mumcu cinayeti, diğer bütün cinayetler gibi ‘geleceğim’ dedi. 90’lı yıllar, Korkut Eken’in, Mehmet Ağar’ın ve diğer isimlerin yer aldığı hiçbir yer bize yabancı değil, hepsini biliyoruz. Kimin ne yaptığı biliniyor. Bugün bunların öldürdüğü ailelerin bir tanesine gidin, bütün resmi size çizer.
Burada zaten bir zihniyeti dile getiriyor. O cinayetleri, suikastleri işleyen bir cinayet zihniyeti dile getiriyor ama yapanı hala bilmiyoruz. Bu kısma kimse gelmiyor. Buna Sedat Peker ve diğerleri de dahil. Bir tek Ayhan Çarkın bunu biraz açmıştı. Birisi çıkıp Kutlu Adalı’yı bu öldürdü desin, yeterlidir. O kendi kardeşinin ismini keşif mahiyetinde veriyor, suç unsuru içinde vermiyor. Ortada bir suikast var, bir öldürme var ama o mahale girmeden veriyor. Çevresinden, etrafından veriyor isimleri merkeze hiçbir zaman girmiyor. Oraya dokundurtmuyor zaten. Doğal olarak hepsi bildiğimiz şeyler, bilmediğimiz bir şey yok ama biz şuna itibar ediyoruz. Bir yerden başlamalıyız. Oradan ne çıkar, ona itibar ediyoruz, Oradan bir beklentimiz var. Verdiği bilgi kırıntılarıyla yeniden başlamalı, yeniden açılmalı ki devamı gelsin.
Bugün Kutlu Adalı cinayetine dair bir dosya açılsa, bir yerden başlanırsa, ciddi bir emare, bir delil ortaya çıksa öyle ya da böyle Behçet Cantürk cinayetine gelecek. Behçet Cantürk cinayetine gelen bir şey öyle ya da böyle Bahtiyar Aydın cinayetine gelecek, “terörle mücadele” adı altında işlenen bir katliama bir konsepte gidecek. Yani hepsi birbirinin içinde. Nasıl 70’li yıllarda Türkiye’yi kana bulayan 30-40 kişilik paramiliter güç varsa, çekirdek kadro varsa, bütün 90’lı yılları da kana bulayan da isterse emniyet içerisindeki yapılanma olsun, isterse jandarma içerisindeki olsun, toplasanız yine 40-50 kişilik bir kadrodan bahsediyoruz. Giden de yok bunlarda, hala hepsi yaşıyor.
Doğrudan siyasetin tepesindeki isimlere dair ifşaatlardan hareketle dün örtük, gizli olan derin devletin bugün devletin kendisi haline geldiği yönünde yorumlar yapılıyor. Katılıyor musunuz?
Devlet ya da derin devlet, suçun ortak işlenmesi, suçun bütünleşmesi, o olması veya bu olması bir olmaz. Derin devlet kalkarsa, devlet sadece temizlenmiş oluyor. Yani bu noktada öyle ya da böyle derin devlet, devleti yönetiyor hale gelir. Derin devlet siyaseti, sistemin üç ayağını yönetiyor hale gelir.
Bugünkü tablo bundan ne kadar uzak?
Eninde sonunda Kürt sorunu çözülmezse her siyasal iktidar bu sonu yaşamak zorunda. Bu ve benzeri tartışmalar içerisinde yaşamak zorundasınız. Çünkü gelip sizi esir alacak, çünkü çözüyorum vaadiyle geliyor. O derin devlet, o illegal işleri yürüten bütün o rantı kontrol eden yapı, ben burayı çözüyorum, burayı kontrol altına alıyorum diyerek devleti esir alıyor.
Yani iktidarlar değişse de Kürt sorunu sürdükçe derin devlet yapılanması da kendi varlığını sürdürmüş mü olacak?
Özel Harp Dairesi’ni, JİTEM’i, derin devleti yazmış bir gazeteci olarak Kürt sorununa ilintili olarak baktığımda derin devlet retoriğini öyle ya da böyle en iyi çözen isim Abdullah Öcalan’dır.
Özel Harp Dairesi’ni, JİTEM’i, derin devleti yazmış bir gazeteci olarak Kürt sorununa ilintili olarak baktığımda derin devlet retoriğini öyle ya da böyle en iyi çözen isim Abdullah Öcalan’dır. Bütün o dışarı çıkan notları, görüşmeler, çözüm süreci ve öncesi ortaya koyuyor. Nasıl koyuyor? Bakın 4 basit örneği var. Diyor ki; Erbakan zamanında çabalıyor, Erbakan bir çözüm olsun noktasında siyasal bir arayışa giriyor. Kalıyor. Öcalan o dönemde önerdiği şu: Eğer sarmaldan çıkmak istiyorsan, bu sorunu çözersen sarmaldan çıkabilirsin. Çıkamıyor sarmaldan çözüm de gelmiyor.
Sonra Hrant Dink cinayeti ve benzeri durumlar yaşanınca, ilk ‘paralel devlet’ tanımlamasını o kullanıyor. Yeni derin devleti onun yerine almak için gerçekten o kullanıyordu. O zaman bir gazeteye yazmıştım. Kaçtı, 2010 muydu, 2011 miydi? Bunu yazmıştım. Bu tanımlamayı kullanmıştı.
Sonra peşi sıra 7 Şubat geliyor, çözüm sürecinde pencerede açtı, orada onun uyarısı da vardı. Cezaevi yönetimi üzerinden bunun amacı budur diye bir uyarı var. Darbe mekaniği vardı. Ondan sonra da Kürt sorunu çözülmedi, çözüm süreci, bir önceki Oslo süreci enkaz halinde kaldığında, bu çözülmezse, bunu doğrudan Ak Parti’ye söylüyor, isim sayarak, Ak Parti’nin yöneticilerini sayarak, bunu çözmezseniz darbeye maruz kalacaksınız, gelip size darbe yapacak bu yapı diye uyarıyordu. Ne oldu gerçekten hepsi ortaya çıktı. Neden ortaya çıktı, çünkü Kürt sorununa hakimseniz, Kürt sorununu biliyorsanız, onun merkezindeyseniz, onun iz düşümünü biliyorsanız, gerçekten de derin devlet retoriğini ve artı bunun getirdiği darbe retoriğini de iyi bilirsiniz. Çünkü merkez orası, derin devletin beslendiği bataklık, Kürt sorunudur. Onun çözümsüzlüğünden besleniyor, o gittiğinde gerçekten orayı çözdüğünüzde, derin devletin en azından şu konseptte var olabilecek bir sebebi yok.
Kürt sorunu özelinde baktığımızda AKP iktidarını bir dönem çözüm sürecine dair adımlar atmışken, süreci sonlandırmaya götüren iktidardan olma kaygısı mıydı?
Onun çeşitli nedenleri var, sadece o değil. Suriye’yi gerçekten kabul etmek lazım. Suriye’deki durum bambaşka bir konsept yarattı. Sadece devlet değil, devletin içindeki güçlerin de devletin kurumları da yeni bir tanımlamaya gitti. Ulusal güvenlik tanımlaması bu dönemde başka bir hal aldı. Yani beceremedi. Tek çıkış yolu da buradan vazgeçmek olarak görüldü, çözüm masasını terk etmek olarak görüldü. Devlet yeni dönemi sürdürebilecek mekanik bir sitem üretemedi. Yeni koşullarda bir çözüm süreci üretebilecek bir hal gelmedi. Bir çözüm yoktu.
İktidarın kendine göre bir çözüm planı vardı, koşullar değişince bu plan da rafa mı kalktı...
Evet, rafa kalktı. Peşi sıra baktığımızda bugün o bölge ulusal güvenliğinin bir parçası olarak görülüyor. Bugün devlete baktığımızda Amerika ile temel çatışma noktaları da orada. Bir tek kendi içinde değil, bütün ulusal güvenlik tanımlamasını devlet içindeki var olan kurumlarla tanımlıyor artık.
Biraz da muhalefete bakalım. Peker’in ifşaatlarına dair HDP’nin hakikat araştırma komisyonu oluşturulması talebi AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. İktidar açığa çıkan bilgiler üzerinden bugün muhalefet tarafından yeterince sıkıştırılıyor mu?
Yok hayır. Türkiye’de Sedat Peker örneği ya da derin devlet üzerinden gidelim. Eğer gerçekten bir derin devletten bahsediyorsak, bu derin devletin bugün neredeyse merkezi anlamda bütün partilerde var olduğunu söylemek mümkündür. Nereye bakarsanız bakın. İsim olarak mesele bir Kılıçdaroğlu’nu ya da X partisinin bir milletvekilini ayırabilirsiniz. Ama sistemine baktığımız zaman zaten bütün yapılar içerisinde örgütlü bir yapıdan bahsediyoruz. Ayıramazsınız. Doğal olarak kimsenin üstüne net olarak gidiliyor mu diye sorarsanız, gittiği yok, çok az. Aslında gazetecilerin, sosyal medyanın, oradan buradan giden atmosferin sonucu oluşan bir gündem var. Muhalefetin oluşturduğu bir gündem yok burada. Kimsenin dile getirdiği bir şey de yok. Bir tek iktidar içinden çıkan iki küçük parti, son dönemde kamuoyu önünde bunları dile getiriyor, o kadar. Özellikle iki büyük partiye, ana muhalefet CHP ve İyi Parti’ye baktığımızda, ortada yoklar. Çünkü isimlerden birine bakarsanız küfesi var sırtında. Öbürü hiç girmiyor zaten. Çünkü öbürü dediğimiz yüz yıldır bu ülkenin partisi. Öyle ya da böyle derin devletsiz bir partiden söz devlet mümkün değil. Yani derin devletin örgütlenmediği bir partiden bahsetmek mümkün değil. Bir sonuç getirir mi? Getirmez.
Toplumun kendisine baktığımızda durum ne. Susurluk kazası sonrasında gösterilen bir refleks vardı ‘Bir dakika karalık’ eylemleri ile. Bugün toplum önünde cereyan eden, ortaya saçılan tüm bu şeylere karşı nasıl bir refleks içerisinde?
O refleks yok, onu kabul etmek lazım. Ama o refleks nasıl olacak? Bugün onu izleyerek tanımlıyoruz o refleksi, yani sosyal medyada tepki göstererek yapıyorsun. Onun reel hayatta, gerçek hayatta dönüşü yok. Toplumun ne kadarı bundan haberdar o da ayrı bir konu. Sedat Peker’in başlattığı bu hikaye öyle ya da böyle derin devlet-mafya tartışması, devletin kendisi içinde yer alarak başlattığımız şey, daha çok günümüz çağının tam da o sosyal medya olgusu üzerinden dönüyor. Çok az insan bunu perde arkasını sorguluyor ya da bunu yazıyor. Çok da uzmanı değilim ama gerisi gerçekten alışık olduğumuz şekilde Türk televizyonlarında şimdi 5 tane mafya dizisi var. 5 mafya dizisinden farklı bir yanı yok, o şekilde bakıyor. Buna yönelik bir şey de yok. Bunu yok edebilecek, kurutabilecek, bu meseleyi çözebilecek toplum bir yere bir şey addetmiyor. Hiç kimse bir yere bir şey addetmiyor, ne iktidara ne muhalefete. Konuşulan, tartışılan ama sadece bir yerde konuşulan tartışılan bir olgu olarak, bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Derin devlet yapılanmalarının toplumun zihninde kendini meşru kılmasının bir aracı da bu dizi ve filmler herhalde…
Birebir aynısı. Son dönemde Türkiye’de bu diziler çok fazla izleniyor oldu. Ya tarih dizisi yapacaksınız ya Cengizhan ile savaşacaksınız ya Haçlılarla savaşacaksınız ya da mafyayla savaşacaksınız. Tutan diziler bunlar artık. Özellikle bu dönemde beş tane biliyorum. Çünkü onunla özdeşleştiriyor, benzerliğini kuruyor. Bugün öyle bir hale geldik ki Sedat Peker’in bütün olan bitenlerin içinden çıkarak bir kahraman haline gelebileceği bir süreçten bahsediyoruz.
Türkiye’nin hem siyaseten hem toplumsal anlamda kendisini sömüren, dününü geleceğini çalan bu yapıdan kurtulması için neye ihtiyaç var, nasıl bir dönüşüm lazım?
Biz hep eskiyi konuşuyoruz. Mesela uyuşturucuyu konuşuyoruz, onu konuşuyoruz, bunu konuşuyoruz. Son yıllarda derin devletin meşhur eylemleri de var, öyle az buz değil. 80 darbesine giden bütün cinayetleri, katliamları ezbere biliyoruz ya da Mart darbesine giden her şeyi biliyoruz. Ama 15 Temmuz öncesi de var. Ne var mesela Roboski Katliamı. Derin devletin en ala eylemlerinden bir tanesi. Derin devlet ne yaptı derseniz, ben Roboski Katliamını gösteririm. Üstelik bir tane derin devlet değil, devletin içindeki bütün o yapıların güç birliği ettiği, işbirliği yaptığı, birbirlerini döverken, kavga ederken dönüp ortak yaptıkları bir eylem. Öyle ya da böyle, kim olduklarının bir önemi yok. Bir Paris suikastı var. Bunlar derin devlete dair bugün tartışmadığımız ama bir 5-10 yıl sonra bütün usulleriyle tartışacağımız eylemlerdir. Bugün bu yapıdan kurtulmanın gerçekten tek yolu var. Önümüzde çok örnek var. Literatürde bir şey tartışılır, akademik yaşamda bir şey tartışılır. Almanya, Fransa, orası burası nasıl kurtuldu. Tehdit tanımlaması kalktı, kurtuldu. Biz ne için debeleniyoruz. Ne üzerinden debelenen bir derin devlet var, devlet ya da toplum bundan kurtulmaya çalışıyor. Kürt sorunu üzerinden var olan bir yapı var. Kürt sorununu çözdüğünüzde bunun kaynağını kurutmuş olursunuz. Burayı kurutmadan öyle ya da böyle bundan kurtulamazsınız. Bu sadece derin devletten kurtulmanızı da getirmiyor, şeffaflaşmayı da getiriyor. Çünkü korku yoksa, o korku kalkarsa, o korkuyla mücadele edecek illegal bir güce de ihtiyacınız olmaz. O zaman o illegal gücün ayakta durmak için oluşturduğu rant pazarı da ona kalmaz.
ECEVİT KILIÇ KİMDİR?
Gazeteci, yazar. 1977, Ardahan doğumlu. İlkokulu Ardahan’da, liseyi İstanbul’da okudu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde okudu, uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi alanında yüksek lisans yaptı. Aynı alanda doktora çalışmasına devam etti. Gazeteciğe 1999 yılında Cumhuriyet gazetesinde muhabir olarak başladı. Altı yılı aşkın bir süre Cumhuriyet’te muhabirlik, dört yıl da Sabah gazetesinde editörlük ve yazarlık yaptı. 2010 yılında televizyon gazeteciliğine geçti, belgesel koordinatörlüğü yaptı. Mafya, yolsuzluk ekonomisi, suç ve istihbarat konularında çok sayıda haber, inceleme ve araştırması yayımlandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Yılın Araştırmacı Gazeteciliği” dahil olmak üzere çok sayıda kurum ve kuruluştan ödüller aldı. Daha önce yayımlanmış ‘Kirli Kramponlar’, ’Özel Harp Dairesi’, ‘JİTEM’ ve ‘Yeni Derin Devlet’ isimli dört kitabı var.
MA / Ömer Çelik