İSTANBUL - Bugün silahlı paramiliter yapıların "sivil toplum", kendilerinin ise “terörist” ilan edildiğini belirten Eren Keskin, "Bence bu ironiyi Kemalistler çözsün. Kendilerine bir şey olmaması için suskunlukları bugüne kadar olan her şeyi besledi" dedi.
Şırnak’ın Silopi ilçesinde Sakine Kültür’ün Özel Harekat Ocakları Başkanı İbrahim Barkın tarafından katledilmesi ve son günlerde tartışmaların odağındaki SADAT ile paramiliter yapılar bir kez daha ülke kamuoyunun gündeminde. Teorik olarak yönetim şekli demokrasi olsa da Türkiye’de, insanların güvenliklerini tehdit eden bu yapılar, gizli ya da aleni bir şekilde yürüttükleri faaliyetlerle geçmişten günümüze varlığını sürdürüyor.
1960-90 DÖNEMİ
1960’lı yıllarda sosyalist hareketin toplumsallaşması ile birlikte gelişen “68 kuşağı” denilen gençlik hareketine karşı MHP’nin kadroları tarafından oluşturulan kamplarda çeşitli eğitimler verilen “ülkücü komandolar” ve 1970’li yıllarda yükselen toplumsal muhalefete karşı Türk İntikam Tugayı (TİT) ortaya çıkarken, 1980’li yıllara gelindiğinde Kürt siyasal hareketine karşı kurulan Hizbullah ve JİTEM, yürütülen siyasetin paramiliter adı oldu. 1980 yılından günümüze 17 bin 500 faili meçhul cinayetin işlendiği belirtilse de kesin sayı hala bilinmiyor.
Yanı sıra bürokrasinin iç içe olduğu bir diğer yapı ise mafya oldu. Yakın tarihin en önemli olaylarından biri olan Susurluk kazası, "mafya-siyaset-devlet" üçgenindeki kirli ilişkileri ortaya döktü. 3 Kasım 1996 tarihinde bir otomobilin Balıkesir'in Susurluk ilçesinde yaptığı kaza, karanlık ilişkilerin ortaya çıkmasını sağladı. Polis şefi Hüseyin Kocadağ ve milletvekilli Sedat Bucak ile kaza yapan Mehmet Özbay’ın sahte kimlikle gezen devlet bağlantılı çete yöneticisi, derin devlet ajanı ve kontrgerilla mensubu Abdullah Çatlı olduğu ortaya çıktı. Çatlı, kaza olduğunda kırmızı bültenle aranıyordu. O dönemlerin önemli figürlerinden bir tanesi de Sedat Peker’di. Kendini “Turancı“ olarak tanımlayan MHP’ye yakın Peker, daha sonra Tayyip Erdoğan’ın cephesine geçti. Cumhurbaşkanlığı Sistemi referandumunda takipçilerine çektiği videolar aracılığıyla seslenen Peker, referandumda “Evet“ diyeceğini ilan etti ve söz konusu sisteme karşı olanların yapacağı protesto gösterileriyle ilgili de tehditlerde bulundu: “Referandumu yaptırmamak amacıyla sokaklara çıkanları sokaklarda bekliyor olacağımızı söylemek isterim. Sırf bunun için bile evet derdim."
AKP İKTİDARI DÖNEMİ
2002 yılında iktidara gelen AKP iktidarı döneminde, bu tablo değişmediği gibi daha da derinleştirildi. Özellikle 2 Haziran 2013'te Gezi Parkı eylemleri, 2015 yılında Kürt kentlerinde ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişiminin ardından ortaya çıkan SADAT, Osmanlı Ocakları, Esedullah Team, Özel Harekat Ocakları, Halk Özel Harekat Derneği (HÖH) ve Milli Beka Hareketi Derneği gibi örgütlemeler kamuoyunun gündemine gelenler oldu.
‘ÜLKEYİ PARAMİLİTERLER YÖNETTİ’
Türkiye’nin 1990’lı yıllarda paramiliter güçler tarafından yönetildiğini belirten Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin, o tarihlerden bugüne birçok kişinin bu karanlık odaklar tarafından katledildiğini vurguladı. O tarihlerde paramiliter güçlerin Özel Harp Dairesi’ne bağlı olduğunu ifade eden Keskin, JİTEM ve kontrgerilla gibi karanlık odakların da bu güçler içerisinde olduğunu kaydetti.
AKP’nin iktidara gelmeden önce bu güçlerden rahatsız olduğunu fakat iktidara geldikten sonra derin devlet odaklı bu tür güçlerle uzlaşmaya gittiğini söyleyen Keskin, “Bugün de paramiliter yapılar var. Devletin içinde değişik odaklara bağlı bir takım yapılanmalar var. Mesela bugün sadece İçişleri Bakanı’na bağlı yapılanmalar var ve bence İçişleri Bakanı bugün ‘gerçek derin devleti’ temsil ediyor. Bana göre devleti temsil eden Erdoğan’dan çok Süleyman Soylu’dur. Bugün bir SADAT var. Özel Harekat Ocakları’nı ilk defa duydum. AKP’ye bağlı Osmanlı Ocakları var, Osmanlı Ülkü Ocakları. Tüm bunları bölge illerindeki arkadaşlarımızdan duyduk. Biz bunların hiçbirini bilmiyoruz.
SEZEN AKSU ÖRNEĞİ
Devletin özel resmi teşkilatlarının dışında da bir takım teşkilatlanmalar var. Yine Milli Beka Harekatı var gidip Sezen Aksu’nun kapısında açıklama yapıp kadını ifade vermeye zorladılar. O kadar çok teşkilat var ki mesela Zafer Partisi diye bir parti var o da organizeli bir güç olarak çalışıyor. Yani aradaki fark değişik merkezlere bağlı olan teşkilatlar, korkutucu olan da bu. Bir devlete bağlı derin yapı bir de devlet dışında başka yapılar. Bunların birçoğu da silahlı” diye belirtti.
‘BİRBİRİNE GÜVENMEYEN BİRÇOK KANAT VAR’
SADAT başkanının faaliyetlerine ilişkin “İslam’ı ülkelerle işbirliği yapıyoruz. Onlara Özel Harp Teknikleri veriyoruz” açıklamasına değinen Keskin, bu açıklamaları korkunç olarak yorumladıklarını ancak iktidarın bu yapıyı desteklediğini sözlerine ekledi. Keskin, “SADAT bugün kamuoyunda çok tepki çekmesinden dolayı Erdoğan, hiçbir ilgisinin olmadığını söyledi ama kimse inanmadı. Bugün devlet tek bir odaktan oluşmuyor. Devletin Kemalist kanadı, Süleyman Soylu, Bahçeli, Berat Albayrak ve Erdoğan kanadı var. Eskiden bilirdik bu odakları ama şimdi çok fazla odak var. Bunların birçoğu da birbirine güvenmiyor” dedi.
‘KATİLLER GÜÇLÜ HİSSEDİYORLAR’
Tüm bu silahlı yapıların ve sivil siyaset adı altında çalışma yürüten siyasetçilerin söylemlerinin kadın katliamlarına ciddi anlamda etkisinin olduğunun altını çizen Keskin, şöyle dedi: “Bu nedenden dolayı kadına yönelik şiddetin politik olduğunu savunuyoruz. Devletin dilinin sertleştiği, ırkçılığın yükseldiği dönemlerde kadına yönelik şiddet de artıyor. Çünkü o devlet dilindeki şiddet erkekleri besliyor. Her erkek kendini şiddet uygulama alanında kendini özgür hissetmeye başlıyor. Bu futbolda şiddet dilinin gelişmesi, dizilerde şiddet dilinin gelişmesi, devleti yönetenlerde şiddet dilinin gelişmesi her şey kadına yönelik şiddeti arttırıyor. Bugün bir korucunun kadını öldürmesi, yakması ve gömmesi olayını 90’larda da gördük. Çünkü büyük bir cezasızlık var o dönemden bu döneme. Kendilerini özgür hissedip ‘bize bir şey yapmazlar’ diye yaklaşıyorlar. 33 yıllık avukatım ilk kez Onur Gencer gibi bir katille karşılaştım. 90’larda katiller genel olarak ortaya çıkmıyordu ama bugün Onur Gencer gibi bir katil kendini o kadar güçlü hissediyor ki duruşmada hepimizi tehdit ettiği gibi hakimi de tehdit etti duruşmada. İşte tüm bunlar sertleşen dilin ve ırkçılaşmanın bir sonucudur. Katiller bile kendilerini güçlü hissediyorlar.”
‘SİLAHLILAR SİVİL TOPLUM OLDU’
Gelinen noktada gerçek sivil toplum örgütlerinin devlet tarafından “terörist” ilan edildiğine dikkat çeken Keskin, “Eline silah almamış ben, Osman Kavala, Aysel Tuğluk, Figen Yüksekdağ yine Gültan Kışanak terörist ilan ediliyoruz ama silahlı güçler sivil toplum örgütü oluyor. Bence bu ironiyi Kemalistler çözsün. Her şeyin başında onların tarafgirliği, kendilerine bir şey olmaması için suskunlukları bugüne kadar her şeyi besledi. 90’larda karşı çıktıklarımıza karşı çıksalardı bugün Türkiye buralara gelmezdi. Mağdur seçicilik yapıyorlar. Yani İstanbul’da, İzmir’de bir kadına bir saldırı olduğunda haklı olarak herkes karşı çıkarken mesela; Ekim Wan olayı bilinen bir örnektir. Ekim Wan Tatvan’da öldürülüp çırılçıplak bedeni teşhir edilirken, sadece Kürt kadınları buna karşı çıktı. Bu çok belirgin bir durum” ifadelerini kullandı.
‘BİRLEŞİK MÜCADELE ŞART’
Mağdur Kürt ve muhalif olunduğunda kimsenin ses çıkarmadığını söyleyen Keskin, şöyle devam etti: “Şikayet ettiğim şey tam da buydu. 90’larda çok büyük bir bölümü Kürt olan birçok insan katledildi. O dönem doktorlar, eğitimciler, avukatlar gibi çok insan katledildiğinde çok büyük bir suskunluk vardı. Eğer o suskunluk o zaman olmasaydı şimdi bu saldırılar Kemalistlere yöneldiğinde böyle bir ortam içerisinde olmazdık. Artık kesinlikle birleşik cephe olması gerekir. Ancak bizim bu coğrafyada çok farklı birleşik cepheler kurmamız mümkün değil. Çünkü bugün ki muhalefet ve iktidar aynı kaynaktan besleniyor. Şuanda yapılabilecek tek şey mağduriyet noktasında bir araya gelip karşı çıkabilmek, demokratik taleplerde bulunmak. Ben bu coğrafyada gerçek muhalefetin yüzde 15 ile sınırlı olduğunu düşünüyorum.”
MA / Ergin Çağlar