HABER MERKEZİ - PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, muhalefeti "Kürt karşıtlığı" üzerinden hedefe koyan AKP'nin 2005’ten 2015’e kadar dolaylı-dolaysız PKK ile çeşitli düzeylerde hep ilişkilenme içinde olduğunu belirterek, o süreçleri anlattı.
AKP-MHP iktidarı seçim propagandasını Kürt karşıtlığı üzerinden kurdu. Seçimlere sayılı günler kala Amed merkezli 21 kentte yürütülen operasyon kapsamında Kürt gazeteciler, hukukçular, sanatçılar, siyasetçiler ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin hedef alınması da bu politikanın bir ayağı yapıldı. AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da muhalefeti her defasında Kürt siyaseti üzerinden vurmaya çalışarak, sonuç almak istiyor. Medya Haber TV’ye 17 Nisan'da konuk olan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Erdoğan'ın bu çıkışına, "PKK ile en çok Tayyip’in ilişkisi oldu, AKP’nin oldu" diye yanıt verdi. Kalkan'dan sonra PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan da bu konuya dikkat çekti.
'EN ÇOK AKP GÖRÜŞTÜ'
Fırat Haber Ajansı'nın (ANF) sorularını yanıtlayan Karayılan, "AKP şimdi bizi, yani PKK’yi bir öcü gibi göstermeye çalışıyor. ‘Kim ilişkilenmişse veya merhaba derse vay haline!’ demeye getiriyor. Yönetimimizden başka arkadaşlar da bu konudan söz ettiler. 'PKK’yle en çok ilişkide olan AKP’nin kendisidir' dediler. Bu doğru bir tespittir. AKP tüccar gibidir. Oldukça pragmatist anlayışa sahip bir yapıdır. Daha önce hep bizimle ilişki halinde olarak o ilişkilerden istifade etmeyi hedeflediler. Ancak ne zaman ki, Önder Apo’nun ve Özgürlük Hareketi’nin Türkiye’nin demokratikleşmesinde ısrarlı olduğunu, bu konuda ilkesel yaklaştığını, diktatörlük sistemine prim vermeyeceğini anladılar; bu kez de o zaman belli bir sonuca ulaşmış olan Dolmabahçe Masası’nı devirerek, tamamen çark etmeyi ve MHP çizgisine kaymayı çıkarlarına ve esas amaçlarına uygun gördüler. Sonrasında ise bütün stratejilerini Kürt ve demokrasi karşıtlığına göre belirlediler" dedi.
11 YILLIK SÜRECİ ANLATTI
AKP'nin 2005’ten 2015’e kadar 11 yıl boyunca dolaylı-dolaysız PKK ile çeşitli düzeylerde hep ilişkilenme içinde olduğunu belirten Karayılan, o süreçleri şöyle anlattı: "Başlangıçta 2005’te uluslararası bir kuruluş aracı olmak istediğini, Türkiye’ye gidip Başbakan Erdoğan’la da görüştüklerini, onun da aracılıklarına onay verdiğini ve kendilerini MİT Müsteşarı olan Emre Taner adlı kişiye havale ettiğini, dolayısıyla bu konuda bizim de görüşlerimizi almak istediklerini belirtti. Biz de kabul ettik, çünkü biz Kürt sorununu gerçekten diyalogla çözmek istiyoruz. Bu konuda Önderliğimizin uzun yıllar boyunca sergilediği çabalar herkes tarafından bilinmektedir. Eğer ki bu sorunun demokratik-siyasi yollardan çözümü konusunda bir ışık varsa biz bundan çekinmeyiz. Bu yüzden bize iletilen bu teklifi de değerlendirdik ve demokratik çözüm için diyalog sürecinin önünü açtık.
Bu uluslararası grup, uzun bir süre aramızda hep mekik dokudu, mesaj götürüp getirdi. En son Belçika’da heyetler yüz yüze bir araya geldi ve bir görüşme yapıldı. Daha sonra Eylül 2008’den Nisan 2011’e kadar periyodik olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi heyeti ile PKK heyeti arasında görüşmeler yapıldı. Şimdi sayısını tam hatırlamıyorum ama kayıtlarda vardır; yılda birkaç kez bizim heyetimiz resmi bir biçimde Hewlêr’den alınarak Oslo’ya götürülüyordu; yine heyetimizin bir kısmı da Belçika’dan Oslo’ya gidiyordu; Türk heyeti de oraya geliyordu ve görüşmeler o biçimde yapılıyordu. Heyetimiz her görüşmenin özetini mektup halinde raporlayarak Türkiye heyetine veriyordu; onlar da götürüp İmralı’da Önder Apo’ya teslim ediyordu. Kısacası sorunu çözmeye dönük bu biçimde bir ilişki süreci yaşandı ve bu, sorunun çözümü ile Kürt halkı ile tüm Türkiye’nin geleceği ve refahı açısından olumlu bir şeydi. Eğer başarılsaydı Türkiye halkları bugünkü sorunların hiçbirisini yaşamazdı. Yürütülen müzakereler sonucunda 2011’in bahar aylarında bir ortak mutabakata ulaşıldı. Heyetlerin üzerinde uzlaştığı ortak mutabakat, AKP hükümetine Türk heyeti tarafından sunuldu. Ondan sonra bir cevap gelmedi ve muğlakta kaldı. Sonrasında ise AKP yöneticileri Sri Lanka’nın Tamil taktiğinden bahsederek savaş sürecini başlattı."
TALABANİ'Yİ DEVREYE KOYDULAR
2010 yılında bir tıkanmanın yaşandığını ve Ankara yönetiminin bu tıkanmanın aşılması için dönemin Irak Cumhurbaşkanı ve YNK Lideri Celal Talabani'yi devreye koyduğunu kaydeden Karayılan, şunları söyledi: "Onunla da görüşmelerimiz oldu. Türk heyetinin merhum Celal Talabani’ye önerisi üzerine kendisi de Süleymaniye’de tanınan aydın ve siyasetçi Mehmet Emin Pêncewînî’yi kendisini temsilen Ankara’ya göndermişti. Orada YNK ile birlikte sonuç olarak, ‘sorunun çözümü Oslo’daki tartışma-diyalog ile ilerlemiyor; en doğrusu Ankara ile Kandil arasında direkt bir hattın oluşturulması’ yönünde karar almışlardı. Bu YNK ile AKP hükümetinin ortak kararıydı. YNK bunu bize aktardı, ancak biz bunu kabul etmedik. Çünkü görünürde Oslo görüşmelerinin tıkanması gösteriliyor ve daha ileri aşama olan Kandil-Ankara arasında yürütülecek diyalogla sorunun çözümü olarak işaret ediliyordu ama esas olarak hedeflenen İmralı’ydı ve gizli bir biçimde Önder Apo’yu dışında tutma taktiği vardı. Onlar, ‘Niye yabancılar bize aracı olsun; biz bize tartışalım kendi sorunumuzu çözelim; bu konuda da Mam Celal yardımcı olsun’ diyorlardı. Bu makul bir yaklaşım gibi görünüyordu ama bu planın içinde İmralı’yı dıştalamak da vardı. Dolayısıyla biz bu taktiğe gelmedik; bunun için reddettik. Hatta bundan dolayı YNK’nin yanlış anlamaması için özel mesaj gönderdik ve konuyu izah eden görüşmeler yaptık. Yine sonrasında YNK ile Türkiye’nin arasında da bir soğuma süreci başladı."
HAKAN FİDAN KANDİL'E GİTMEK İSTEDİ
Bu süreçten önce MİT Başkanı Hakan Fidan'ın yaşanan tıkanmayı gidermek amacıyla bizzat kendisinin Kandil’e gelerek, kendisiyle görüşmek istediğini vurgulayan Karayılan, "Ben o zaman KCK Yürütme Konseyi Başkanı’ydım. YNK de, 'Bizim yönetimimizden de bir heyetle Kandil’e geliriz; Hakan Fidan doğrudan sizinle görüşmek istiyor, bu iyidir, sorunun çözümü için görüşmeniz iyi olur' diye bize çok ısrarlı öneriler yaptı. Biz bunu da kabul etmedik. Ben, 'İmralı Ankara’ya daha yakındır; orada görüşme yapsın; niye gelip benimle görüşme yapacak' dedim ve bu temelde o görüşme önerisini de reddettik" dedi.
HDP'NİN ROLÜ
Karayılan, 2012 yılının sonlarına doğru başlatılan İmralı görüşme sürecine de dikkat çekerek, "Burada HDP heyeti, aracı rolünü oynadı. HDP hem çözümün bir aktörüydü hem de aracı gibi bir rol oynadı. Çoğu kez Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bilgisi dahilinde Kandil’e gelerek görüşme sonuçlarını bizimle paylaştılar, bizim görüşlerimizi de alıp görüşmelerde ifade ettiler. Mektupları açıkça gönderdik. Bu mektuplar devlete veriliyordu, devlet okuyup inceledikten sonra İmralı’da Önder Apo’ya veriyordu. Bunların hepsi yürütülen yasal şeylerdi. Hatta o zaman Meclis, bu işi yürütenlerin yargılanmaması için bir yasa çıkardı, ancak sonradan anlaşıldı ki o yasayı sadece kendileri için çıkarmışlar. Burada önemli olan şunun görülmesidir; AKP’nin derdi Türkiye’nin temel bir sorunu olan Kürt sorununu çözme değil, kendi çıkarının peşinde koşmasıdır. Kendi hesaplarına göre hareket etmesidir. Önder Apo bütün samimiyetiyle sorunun çözümü için uğraştı; bizler de öyle ama AKP samimi değildi ve sorunu çözmedi" şeklinde konuştu.
'MUHALEFETLE BİR GÖRÜŞME YOK'
Muhalefet partileriyle hiçbir görüşmelerinin olmadığını söyleyen Karayılan, şunları vurguladı: "Sorun çözmek üzere yapılacak bir görüşmenin garipsenecek, ayıplanacak nesi var ki şimdi AKP bir suç olgusuna dönüştürüyor! Halbuki kendisi bu kapıyı açtı; kendisi bu görüşmeyi başlattı. Şimdi görüşen ve ilişkide olan kimse olmadığı halde değişik kesimleri ilişkiniz var diye suçlaması büyük bir utanmazlıktır. Öyle bir görüşme durumu yoktur. Zaten AKP-MHP-Ergenekon ittifakı öyle bir baskı ve tazyik yaratmış ki, muhalefet veya başka güçler bu sorundan bahsetmekten bile korkuyor. Bir kısmı da zaten söz konusu Kürtler oldu mu iktidardan çok da farklı düşünmüyor. Gördük işte; mesela diyelim 6’lı Masa denilen ittifak bir yıl boyunca tartıştı ve bin sayfaya yakın belge hazırladıklarını belirtiyorlar. Bunların içinde bir Kürt kelimesi bile yoktur, Kürt sorunu diye bir şey yoktur. Neden? Yaratılan bu korkutucu ve herkesi ürküten havadan dolayı. Oldukça faşizan, ırkçı bir histeriyle sanki Kürt temsilcileriyle görüşüldü mü kıyamet kopacak gibi! PKK’yi bir tarafa verelim; HDP’yle görüşmeyi bile yadırganacak bir şeymiş gibi servis ediyorlar. Halbuki HDP, Türkiye’nin üçüncü büyük partisi ama Kürtlere dayanıyor, çünkü Kürt davasının temsilciliğini yapma iddiasında ve Türkiye’ye demokrasi getirme programına sahiptir. Onun için onu da hedefliyor. Zaten onu kendisine engel görüyor. HDP’nin 2015’te aldığı tavır nedeniyle aslında HDP’ye bu kadar baskı uyguluyorlar, hedefliyorlar ve bizimle yani PKK’yle aynı kefeye koyuyorlar. Halbuki öyle bir şey yok; HDP legal zeminde mücadele yürüten bir siyasi parti."
'SENİ BAŞKAN YAPTIRMAYACAĞIZ'IN İNTİKAMI!
Karayılan, "Seni başkan yaptırmayacağız" sözünden dolayı Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala'dan Erdoğan'ın "intikam" aldığını belirterek, şu değerlendirmeyi yaptı: "Burada bir gerçeği izah etmekte fayda var; Tayyip Erdoğan aslında çok bireysel ve tepkici bir kişidir. Esasında intikamcıdır. Hatırlanırsa HDP Eşbaşkanı alışık olmadık bir biçimde haftalık Meclis Grup Toplantısı’nı sadece bir cümleyi üç kere tekrar ederek sonuçlandırdı. O da ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ cümlesiydi. Tayyip Erdoğan’ın Selahattin Demirtaş’a ve HDP’ye bu denli tepki duymasının temel nedeni, bu tutumudur. Hatta bu konuda farklı bilgiler de verebilirim; mesela sonradan aldığımız kimi duyumlara göre Osman Kavala’ya karşı uygulanan tavrın arkasında da aynı olay vardır. AKP rejimi ve Erdoğan’ın şöyle değerlendirdiğini biliyorum; böyle bir Meclis konuşmasının yapılması fikri esas olarak Osman Kavala’ya aittir. Yani kendisi bunu böyle yapmasını Selahattin Demirtaş’a önermiş; Selahattin Demirtaş da bunu kabul edip gidip Meclis’te o bilinen toplantıyı yapmıştır. İşte bunun için Tayyip Erdoğan hem Selahattin Demirtaş’ı hem de Osman Kavala’yı içeri attırdı. Tayyip Erdoğan için bu iki insanın gerçek suçu budur. ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ çıkışının fikir sahibi olma ve bu fikri doğru bularak Meclis’te ifade etmedir. Osman Kavala için de Selahattin Demirtaş için de mahkemelerde iddia edilen ve suç olarak gösterilen diğer şeylerin hepsi düzmece ve safsatadır. Hiçbirisi doğru değildir. Doğru olan bu belirttiğimdir. Eğer dikkat edilmişse Tayyip Erdoğan çoğu zaman bu her iki değerli ismin davalarına bizzat dahil olmuştur. ‘Bırakılmayacaklar’, ‘suçları ağırdır’, vb. söylemleri olmuştur. Çünkü esas olarak bu belirttiğim nedenden dolayı tutukludurlar. Bu durum, Tayyip Erdoğan’ın yargıyı nasıl gözü kara bir biçimde kendi hizmetinde kullandığına ve onu nasıl araçsallaştırdığına çarpıcı bir örnektir."