30 yıl sonra anlattı: Onlar değil, onları katleden mekanizma öldü

WAN - Cezaevinden 30 yıl sonra tahliye edilen Nizam Karaağar, katledilen gazeteci ağabeyi Orhan Karaağar’a dair, "Onlar değil, onları katleden mekanizma ölüdür. Katledilen tüm gazetecilerin hikayesi Kırmızı Pazartesi hikayesidir. Onlar için bir faili meçhullük durum yoktur” dedi. 
 
12 Eylül darbesi döneminde tutuklanarak Diyarbakır Cezaevi'ne konulan, 2 buçuk yıl tutuklu kaldıktan sonra tahliye olan ve Özgür Gündem gazetesinde çalışmaya başlayan Karaağar, onlarca kez ölüm tehdidi almasına karşın “Var olduğum sürece gazeteyi dağıtacağım" diyerek çalışmasına devam etti. Çalışmalarından geri adım atmayan Karaağar, 19 Ocak 1993'te Wan'da katledildi. 
 
Orhan katledildikten 6 ay sonra tutuklanan ve 30 yıl 4 ay cezaevinde kalan Nizam Karaağar, ilk kez ağabeyinin mezarına gitti. Duygularını bizimle paylaşması için mikrofon uzattığımız Nizam Karaağar, sadece ağabeyini değil, aynı zamanda yas, ölmek, faili meçhullük, Özgür Basın geleneği gibi birçok başlığa dair bir tarih anlatımı yaptı. 
 
Cezaevinden 30 yıl sonra tahliye edilen Nizam Karaağar
 
Orhan Karaağar’ın katledilmesinin üzerinden tam 31 yıl geçti. Bugüne kadar çok şey söylendi ama ilk kez Orhan’ı senden dinleyeceğiz. Ağabeyin Orhan’ın öldürülmesine neler söylemek istersin? 
 
Aslında sadece Kürtlerde değil, genel olarak kültürümüzde ölülerle ilgili şöyle bir paradoks var;  çok ölüyoruz, çok öldürülüyoruz, çok ölü var ama aslında ölü, ölen bir şey değil. Ölü ölmüyor. Din, inanç ve kurucu belgelerimiz açısından Habil’in Kabil’i öldürmesi neredeyse dün olmuş bir şey gibidir. Toplumumuzun herhangi bir kesimine gittiğinizde halen bu olayı canlı bir olay gibiymiş anlatıyorlar. Oysa üzerinden binlerce yıl geçmiştir. O kadar önemli bir şeydir ki bu mesele, Habil’in Kabil’i öldürmesine sessiz kalan Adem’e her zaman bir günah yüklenir. Yani sessizliğinden dolayıdır yüklenen bu günah. Bizim medeniyetimizde ölü meselesi bu kadar önemli bir meseledir. Ölü, ölüp gitmemiştir. Bunun için, ağabeyimin katledilmesinin üzerinden 31 yıl geçmesi, zamansal olarak benim için bir şey ifade etmiyor. Benim için o diri, hala yaşıyor. Haliyle bir paradoks gibi gelebilir ama ölüler, ölmüyorlar. Mesela; hiçbir medeniyette ölüler bu kadar etkili, yaşamsal ve canlı değildir. Onun için benimle birlikte sürekli yaşıyor, onunla tartışıyor, konuşuyor ve duygu dünyamda bir varlık olarak kendisini var etmeye devam ediyorum. Benim için ölmüş ve mezardaki gibi değildir. Kendim ve geniş aile hikayemden de bakıldığında ağabeyimin şehadetinden sonra aslında bir çok şey bizde daha diridir.  
 
Bazen bana ‘ağabeyinden dolayı sen bu kadar şey çektin’ diyorlardı. Ama ben ondan dolayı büyük bir onur yaşadım. Büyük bir mücadeleye katıldım ve büyük bir hikayenin parçası oldum. 
 
Peki Orhan ailesinde ve çevresinde nasıl tanınırdı, sizleri nasıl etkiledi? 
 
Onun ailede her birimizin hayatına çok somut dokunmaları vardı. Bizde teorik olarak değil, davranış itibariyle birçok dönüşüme yol açtı. Mesela tuhaf gelebilir ama şehit düştüğü güne kadar bizim evde ‘benim param, benim elbiselerim’ kavramı yoktu. Bizim bütün elbiselerimiz tek bir sepetteydi. Sabah hangimiz kalksaydık, diğerinin cebine bakar para varsa kendi ihtiyacı kadar alırdık. O bizde doğal bir komün ve doğal bir paylaşım yarattı. Ağabeyimin kudreti zaten annemden ve eşinden geliyordu. Hem öyle bir anneye sahip olması hem böyle bir eşle birliktelik sağlaması onu daha kudretli, soylu ve cesur kıldı. 
 
Benim hayat çizgimde de annem ile ağabeyim belirleyici oldu. Ben Diyarbakır Cezaevi’ni ağabeyim 12 Eylül 1980 darbesi sonrası burada tutukluyken, onunla birlikte tanıdım. Esat Oktay Yıldıran’ı ağabeyim sayesinde gördüm. Ağabeyim, Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde darbeden sonra tutuklandı ve 3 yıl o vahşeti gördü. Onun sayesinde hem mutluluklar yaşadım hem de çabuk büyüdüm. Devlet denen mekanizmayı, cezaevi, direniş, yoksulluk ve dayanışma denilen şeyi o ve annem öğretti bana. Kapitalist ve ulus devletin en vahşileştiği artık, ‘sağcı-solcu olma futbolcu ol’ algısının dayatıldığı veya küçük Emrah, küçük Ceylan’ın popüler figürlere döndüğü koşullarda büyüyorduk. Savrulmamamın nedeni annem ve ağabeyimdi. Onların yaşamları bana yeni bir gerçek dünyayı, o dünyaya göre tercih yapmamı sağladı. Bazen bana ‘ağabeyinden dolayı sen bu kadar şey çektin’ diyorlardı ama ben bunu kabul etmedim. Ben, ondan dolayı büyük bir onur yaşadım. Büyük bir mücadeleye katıldım ve büyük bir hikayenin parçası oldum. Bizi sadece devrimci kıldığı için değil, kapitalizmin vahşi bireyciliğinden koruduğu için hayatım boyunca hep minnettar kalacağım.
 
Karanlık güçler "ya öldürmekle bitecekler, ya da artık gazete dağıtmayacaklar" düşüncesiyle hareket etti. Sonuç aldıklarını düşünüyor musun? 
 
Onu görmeyenlerin bile bugün ‘Orhan’ denildiğinde hissettikleri, onlar için taşıdığı anlam onların hiçbir zaman bir amaca ulaşmadıklarını ve ulaşmayacağını gösteriyor. Ağabeyim katledildikten sonra çocuklar onun ismini aldı. Çocuklar onun niçin katledildiğine yönelik bir bilinç edindiler. 19 Ocak 1993’ten bugüne kadar bütün geniş aile, ağabeyimle büyüyor, onunla yaşıyor. Haliyle onu öldürenlerin amacının aksine o ölü değil, canlı ve diridir.  Xaçort’un sokaklarına çıktığımda ağabeyim yaşayan biridir. O gazeteci iken belli bir kesim tarafından biliniyordu ama bugün tüm toplum onu tanıyor. Şehadet kelimesi de zaten bundan gelir. Şehadet kelimesi bugün birçok alanda rutinleşmiştir. Oysa şehadet kelimesi canlı, diri bir kelimedir ve epistemolojik olarak da şahit olandır, ifşa edendir, gösterendir. Hazreti İsa’ya inanan insanlar Roma tarafından vahşice katledilirken, o zaman aziz ve azizeler Allah’a ‘Sen şahitsin. Sen görüyorsun; biz ne için savaşıyor ve ne için can veriyoruz’ diye bağırıyorlardı. Onun için bunlar gerçek şehittir. 
 
Özgür Basın şehitleri gerçek şehitlerdir. Şehit düştükleri anda gazeteciliği geniş bir zamana, geniş bir mekana yaydılar ve şöyle dediler tüm dünyaya; ‘Biz şahidiz ve nelere maruz kalıyoruz, neyi görüyoruz’ diye. Kendi ölümleri ile birlikte olan biteni ve her şeyi bir hafızaya çevirdiler. Bu anlamıyla biyolojik, düşünsel, ahlaki ve estetik olarak da bu gazetecileri katleden insanlar gerçek anlamda öldüler. Onun için o kadar zavallı ve pespayeydiler ki öldürdüklerinde de açıkça ortaya çıkmadılar. İşte o katiller faili meçhuldürler. Onlar; korkak, merhametsiz ve eski çağdaki gibi bir düşman bile değiller. Çünkü katlettiler ama ‘biz öldürdük’ bile diyemediler. Oysa vurulan ortadadır ve halen konuşuyor. Ağabeyim halen konuşuyor, Musa Anter, Burhan halen konuşuyor, halen onları ifşa ediyorlar. Bazen onları anlamıyor olabiliriz ama onlar birer ışıldık ve deniz feneri gibidir. Onlar 4 mevsim gibi bizi aydınlatma, yol göstermeye, anlatmaya devam ediyorlar. 
 
Onlar ölü değil, onları katleden mekanizma ölüdür. Hadi onları öldürenler çıkıp ortaya 'Biz vurduk’ desinler. Diyemez çünkü tüm o mesele deşifre olmuş olacak. 
 
Biz onları anarken bir ölü gibi anmıyoruz zaten. Bize hatırlattıkları şeyi algıladığımızı onlara göstermek için mezarlarına gidiyoruz. Biz, bir ölünün mezarına ya da ölüyü anmak için yıldönümünü yapmıyoruz. Biz, bir hikayenin parçalarını tartışıyoruz. Onlara ölü dersek, dinen de seküler anlamda da büyük bir günah işlemiş oluruz. Çünkü esas ölüler, onları öldürenlerdir.
 
Bunlar o kadar büyük şehitler ki ortada bir faili meçhullük yoktur. Onlar, bu büyük mekanizmayı canlarını vererek ifşa ettiler. Bunun neresi fail, meçhul olan neresidir? Her şey ortadır ve açıktır. Bunlar devlete ait mitolojiyi de yıktılar. Devlet kendisini; her şeyi bilen, her şeye hakim, her şeyi yöneten olarak anlatırdı. Peki, sokak ortasında 17 bin insan öldürülmüş, bunların faili nerede? O zaman ya devlet kendisini tarif ederken doğru söylemiyor ya da katilleri yargılamayarak doğru söylemiyor. Devlet bile kendi tanımını ya yeniden yapacak ya da yaptığı tanıma göre davranacak. Mesela tüm üniversitelerde ve okullarda ‘Devlet nedir?’ diye soruluyor. İşte bizim ölülerimiz devletin ne olduğunun cevabını veriyorlar. Ölüdür ama çok güçlü bir cevap veriyor. Bugün Türkiye’nin en iyi üniversitesine gidelim, devlet dediğimiz şeyi ister Kant, ister Hegel’ci ister Marksist tarifini yapsın işin içinden çıkamaz. Ama bizim bir tek ölümüz tüm bu akademilerin çözmekte zorlandığı şeyin cevabı oluyor. Kendi bedenlerindeki bıçak ve kurşun yarasından devletin ne olduğunu çok iyi tarif ediyor. 
 
Biz, ifade biçimi olarak katledilenleri anarken ya da anlatırken sanki bir yanılgı yaşıyoruz o zaman?
 
Evet, bazen biz de birçok şeyi ıskalıyoruz. Özgür Basın tüm bir süreci aydınlatan bir kurumdur. Onun için bu aydınlanmada katledilenlere ölü olarak bakmak büyük bir günahtır. Bunları anmayı da klasik bir ritüel olarak değil, bunların yaptıkları gazetecilik görkemini ve onların mirasını devralan insanların aslında neyi devraldıklarını hatırlatmaya dönük olmalıdır. Ölü demek, varlığın, yokluğun, ismin, cismin, önce ve sonranın ortadan kalkmasıdır. İşte ancak biz ona ölü deriz. Onlar ölü değil, onları katleden mekanizma ölüdür. Hadi onları öldürenler çıkıp ortaya ‘Biz vurduk’ desinler. Diyemez çünkü tüm o mesele deşifre olmuş olacak. Ağabeyimi iki kez gözaltına aldılar ve gazeteciliği devam etmesi durumunda öldürüleceğini söylediler. Biz bu durumun başımıza geleceğini biliyorduk çünkü arkadaşlarımızın başına neler geldiğine şahitlik etmiştik. Yani biz bir bilinmeyenin sonucunda böyle bir durumla karşılaşmadık. Bizim açımızdan bu durum bir tercihti ve bu tercihten hiçbir zaman pişmanlık duymadık. Çünkü biz neyi tercih ettiğimizi iyi biliyorduk. Bu durum bizim için dünyadaki her şeyden çok daha anlamlıdır. 
 
Katledilen tüm gazeteci arkadaşlarımızın hikayesi Kırmızı Pazartesi hikayesidir. Onlar için de bir faili meçhullük durum yoktur. Bu kavram toplumumuzda yeniden tartışılmalıdır. Çünkü tersinden de bu yanlış bir sonuç üretiyor. Hiçbir şey faili meçhul değildir. Basın şehitlerimiz her şeyi ifşa etmişlerdir. Devlet nedir, halk nedir, mücadele nedir, tarih nedir, zaman nedir, mekan nedir, geçmiş, gelecek, şimdi nedir? Tüm bunların cevabını basın şehitlerimiz izah etmiştir. Bunun için tüm kentlerde bizim arkadaşlarımızın büstleri olmalı. Ben bir ikondan bahsetmiyorum. Çünkü bunlar büyük aydınlatıcılardır. Bu insanların anlattığı ile üniversitelerin, akademilerin, filozofların söylediklerini yan yana getirelim. Hangisi gerçeği daha iyi anlatıyor? Sokrates ‘Nasıl yaşamalı?’ diyor. Bu insanlar işte nasıl yaşamalının cevabını veriyorlar. Cevabı verirken de teorik değil bedensel, somut ve hayatının karşılığında bu anlatıyı bize bir cevap olarak veriyorlar. Peki, burada meçhul ya da fail olan nedir? 
 
Faili meçhullük kavramının toplumun literatüründen artık kalkması gerektiğini mi düşünüyorsunuz? Ayrıca, bu durumun nasıl formüle edilmesi ve yerine nasıl bir tanımlama koyulması gerekiyor. Önerin nedir?
 
Benim önerim bu kavramı tamamen hayatımızdan çıkaralım ve şöyle diyelim;  biz sizin anlatmak istediğinizi anladık. Biz, faili meçhul dedikçe onları anlamadığımızı tekrarlıyoruz. Her arkadaş; basın şehitlerini hiçbir ayrım koymadan anlamalıdır. Katledilen her bir o küçük dağıtımcılar, Apê Musa kadar büyüktürler. Bedenlerinin ve yaşlarının küçüklüğüne bakın bir de yaptıkları tercihe bakın. İster bir alışkanlık gereği, ister bir şeyi anlatma gereğiyle olsun biz faili meçhul dedikçe onlara, ‘biz sizin anlattığınızı halen tam anlamamışız’ demiş oluyoruz. Onları anlıyorsak faili meçhul demeyeceğiz o zaman. Bu epistemoloji tamamen değişmeli ve yerle bir edilmelidirler. Bizim tercihimiz açık, manşetimiz açık, yaptığımız şeyler açık, mahkemede, zindanda, sokakta her şeyimiz açıktır. Bunun için meçhul olan onlardır. Mafya bile bir insanı vurduğunda bir işaret bırakır. Sen o kişiyi gördüğünde hangi ülke mafyası cinayeti işlemiş bilirsin. Senin o kadar bile değil. Bu açıdan bizim basın şehitlerimiz aynı zamanda bir tarih aydınlatıcısıdır. Cesedi ile bize, ‘Beni vuranlar dünyanın en meçhul en aşağılık en korkak insanlarıdır’ diyor. 
 
Daha önce Orhan’a dair ‘İnsan böyle mi öldürülür?’ demiştin. O gün size ve Kürt halkına sunulan tablodan söz etmiştiniz. Biraz açar mısın?  
 
Orhan’ın vücuduna 19 bıçak darbesi vardı. Ben onun vücudundaki yaraları tek tek saydım ve her ayrıntısını biliyorum. Vücudunun tamamını parçalamışlardı. Kendisini muasır medeniyet seviyesinde gören bir mekanizmanın 19 Ocak 1993’te bize verdiği tablo Afrika’nın çöllerinde bir ceylanın parçalanma görüntüleriydi. Hani ilkel zamanlardan gelmiş modern zamanlara geçmiştik. Hani biz hayvan türlerden farklı bir türdük. Benim kardeşimi sırtlanın ceylanı parçalaması gibi parçalamışlardı. İnsan öyle mi öldürür? Yani öldürmenin de bir hukuku, bir kuralı var. Yani öldürmeye karar verdiğin insan böyle mi öldürülür? Orhan öldürüldüğünde ayakkabısının altı delikti. Kendisine bu kadar büyük diyen bir mekanizma niye parçalıyor bir cesedi? Ne medeniyeti, ne kuralı, ne ahlakı, ne cumhuriyeti! Sen bizim bilincimize o cinayeti kaydederken kendini nasıl bir duruma getirdiğini biliyor musun? İşte bunların bize verdiği görüntü Afrika’daki görüntüydü. Öldürme biçimleri bile yozlaşmıştır. Haliyle basın şehitlerimiz işte bunların bu yüzünü de deşifre etti. Bunun için bizim arkadaşlarımız da tıpkı Heredot gibi tarihçidirler ve tarihi açığa çıkaran kişilerdir. Hangi diri bizim basın şehitlerimizin anlattığı şey kadar anlatabilir. Heredot’a biz tarihçi diyoruz ama Heredot aslında bir gazetecidir. Zamanla gazetecilik bambaşka bir hale geldi ama özgür basın çalışanları Heredot gibi gazetecilerdir. 
 
Bin 400 yılında Nesimi’nin derisi yüzüldü. 1993 yılında Ozan Nesimi yakılarak öldürüldü. Kronolojik olarak 600 yıl geçmiş aradan ama bir şey değişmiş mi? Hayır. 
 
30 yıl öncesine değiniyorsunuz ancak halen aynı tablolar sunuluyor. O günden bugüne değişen ne oldu?
 
Bazen bizler yanılsamalar yaşarız. Bazen bunu biz kendimiz bazen de etrafımız üretir ve biz de payımızı alırız. Normalde temeli ıskalarsak olan biteni anlamakta zorlanırız. Bin 400 yılında Nesimi’nin derisi yüzüldü. Cinayetteki vahşeti görüyorsunuz değil mi? 1993 yılında Ozan Nesimi yakılarak öldürüldü. Kronolojik olarak 600 yıl geçmiş aradan ama bir şey değişmiş mi? Hayır! birinin derisi yüzüldü birisi yakıldı. Biz, bizi yöneten ve bize vaatte bulunan mekanizmaları anlamazsak birçok şeyin değiştiğini zannederiz. Şimdi bir telefon değişebilir, sistemini geliştirir ve yenilenir, yada kıyafetlerin niteliği ve modeli değişir ama sistemler kolay kolay değişmez. Sümer Rahipleri ‘Devlet, tanrının aklıdır’ diyor. 1831’de Hegel de aynısını söyler ve aradan 5 bin yıl geçmiştir. Şimdi gidin meclise bakın birçok milletvekili de aynısını söylüyor. Bunu söylerken hem doğru bir şey söylüyorlar hem de bizi aldatmaya devam ediyorlar. Bu süreklilik anlaşıldığında maruz kaldığımız sürekliliği anlarız. Bu nedenle bu anlatıcılar (özgün basın) Sümerlerden şimdiye kadar olan hikayeyi bize deşifre eden anlatıcılardır. Onun için şehit olan gazeteci arkadaşlarımızı aynı zamanda tarihçi, filozof, şair ve estetikçi olarak görüyoruz. Burada rutinleşmiş bir şeyden söz etmiyorum. Basın şehitlerimiz bize ‘ne değişti, ne değişmedi, ne değişiyor, ne değişmeyecek?’ sorusunu soruyorlar. Yani Orhan, Adnan, Apê Musa, Cengiz bize bu soruyu soruyorlar. Bizim tetikçide odaklanmamızın bir anlamı yok
 
 Bugün öldürmenin farklı biçimleri artık devrede. Cezayla, davayla, tutuklamayla… Yeni ‘cezalandırma’ şekillerine dair neler söylemek istersin? 
 
Öyle, şimdi bizim insanlarımızı cezaevine koyuyorlar. Bir dosyadan tahliye oluyor, bir bakıyorsunuz başka bir dosya açılıyor, ondan tahliye oluyor bir tane daha açılıyor. Bu nasıl bir şey biliyor musunuz? Git Cizir’de öldür, oradan Bazîd’e geç orada öldür, Nisêbin’ê geç orada öldür, Wan, Amed oralara git yine öldür. Yani hep öldür mantığıdır. Bugünkü hal işte bunun devamıdır. Hitlerin Gobels’i ‘Sen bir yalan söyle karşıdaki bununla uğraşana kadar sen başka bir tane daha büyük yalan söyle’ diyor. Sistemin hukuki olarak geldiği yer budur. Sana bir suç yüklüyor, sen gidip suç işlemediğini söylüyorsun tam beraat ederken ‘Yok senin daha büyük bir suçun var’ diyorlar sana. Biz bir yanılsama yaşıyor ve kendimizce hukukun varlığına inanıyoruz. 
 
 Uğur Mumcu’nun katledilmesini ağabeyimin katledilmesi ile aynı gördüm. Biz onların yasını doğru dürüst tutsaydık, Hrant Dink'in yasını tutmazdık. 
 
Ne değişti peki? Onun için bir kez daha sormak lazım. Nesimi’den Nesimi’ye ne değişmiş? Mimari değişmiş, teknik değişmiş ama mekanizma değişmemiş.  Şimdi bazen cenazelerimizi yapılan muameleyi görüyoruz. Ortaçağ’da bazı freskler ve çizimler var. Oraya ve cenazelerimize bakın ne değişmiş peki? Kulak, burun, kafa kesme nerede var? İman ettiğimiz peygamberimizin inancın da mı var? Hayır! Neyin değişip neyin değişmediğini anlamamız lazım. Yani Nesimi’den Nesimi’ye... Musa Anter’den Orhan’a, Orhan’dan Adnan’a… Yani böyle diyalektik bir vahşet tablosu var karşımızda. Döngü dönüyor ve biz bir döngüdeyiz. Yani tanıklık, şimdi Özgür Basın çalışanının sırtında müebbetlik bir yük gibi duruyor mu, durmuyor mu? Her Özgür Basın çalışanı tanıklığından dolayı sırtında bir müebbetlik taşıyor. Peki, soruyorum ne değişti? Orhan, ‘Her an kafama sıkabilirler’ diyordu, şimdi de Özgür Basın çalışanı bir arkadaş ‘her an bana ceza verebilirler’ diyor. Sen o iddianameyi çürütmekle uğraşırken, ikinci, üçüncü bir iddianame gelir. Propagandan ağırlaştırılmışa kadar gider. Bunun için konuşurken, tartışırken bu anlamla yaklaşmamız gerekiyor. 
 
Spinoza bize, ‘Bir insan sonsuz ilişkilerin sonsuz toplamıdır’ der. Buradan yola çıkarsak o zaman o insanı öldürenler değil, o insanla ilişkide olan herkes o insanla birlikte başka bir şey olur. Yani bizi öldürenlere şunu söylüyorum; zaten korku bizim için aşındı ama her birimizi öldürdüğünüzde biz, sonsuz ilişkilerin sonsuz toplamı oluyoruz. 19 Ocak 1993’ten sonra doğan her çocuk Orhan Karaağar’dır. Hani öldürmüştünüz? Özellikle bilançodan haz alanlara, öldürme bilançolarıyla bize bir şey anlatmaya çalışanlara bir şey söylüyorum; 1993’te biz bir iki kişiydik. O tarihten sonra doğan herkes Orhan Karaağar’dır. Ben mecazi bir durumdan söz etmiyorum. Ben, sonsuz ilişkilerin sonsuz toplamından söz ediyorum. Bunun için özgür basın geri adım atmaz. Bunu düşünmek gaflettir. Sizin öldürme istediklerinizden biri olarak söylüyorum. Biz sonsuz ilişkinlerin sonsuz toplamıyız
 
Orhan’dan birkaç gün sonra Uğur Mumcu katledildi. Yine Orhan’ın katledildiği gün Hrant Dink’in katledildiği 19 Ocak günü aynı zamanda. Nesimi’den Nesimi’ye, Orhan’dan Hrant’a… Yani katil cinayet yerine tekrar geri dönüyor. En başından bu katliamlara karşı çıkılsa, bir mücadele hattı kurulsa aynı durum Agos’un önünde tekrar eder miydi?  
 
Orhan’ın katledilmesinden 4 gün sonra gazeteci Uğur Mumcu katledildi. Ben o zaman Uğur Mumcu'nun oğluna mektup yazdım. Mektupta, ‘4 gün önce burada yas tutsaydınız Uğur Mumcu öldürülmezdi. Şimdi ben sizin yasınız tutuyorum ki başkası ölmesin’ dedim. Uğur Mumcu’nun gazetecilik mesleğini yürütme biçimine ilişkin bir şey belirtmek istemiyorum ama onu katledilmesiyle ağabeyimin katledilmesini aynı gördüm. Bütün topluma ben bu konuda şunu diyebilirim; biz onların yassını doğru dürüst tutsaydık, Hrant Dink'in yassını tutmazdık. Nesimi ile Nesimi arasındaki farkı ıskaladığınız gibi yas ile yas arasını ıskaladığımız için yas devam ediyor. Yani yıllar sonra neredeyse 20’nci yüzyılda yaşandı o cinayetler. 21’nci yüzyılın girişinde Hrant Dink ile açtık perdeyi. Burada zaman eş zamandır. Yani biz şunu birbirimize anlatmalıyız. Bizim bir eş zaman ve eş mekan içinde olduğumuzu düşünüyorum. Büyük anlatıcı Dante’nin İlahi Komedya hikayesi var. Orada cehennem, araf ve cennet vardır. Hem mekanda hem zamanda ayrışma vardı. Oysa modern zaman ile beraber böyle bir ayrışma yoktur. Cennet, cehennem ve araf içi içedir. Bir zaman ve mekan farkı yoktur. Biz, bu eş zaman ve eş mekanı kavramadıkça kurban vermeye devam ederiz. Nesimi ile Nesimi arasında fark yoktur. Ağabeyim ile Hrant Dink arasında bir fark yoktur. Bütün bunlar bize şunu anlatıyor; biz eş zaman eş mekan içerisindeyiz. Cinayeti işleyenler bunu biliyor ama kurbanlar henüz bunun farkında değil. Biz toplanıp din, cins, mekan, ırk farkı gözetmeksizin Habil’in yassını tutmalıyız. Çünkü unutmayalım Habil katledildiğinde Hava ve Adem sustular. Adem ve Havva göğü yırtsaydı belki de cinayet gerçekleşmezdi. Hrant için de Orhan için de Uğur Mumcu için de, büyük basın şehitleri için de yas tutmalıyız. Yas, büyük bir anlatma ve hikayedir. 
 
Özgür Basın geleneği tüm bunlara rağmen ayakta, diri ve önemli bir direniş geleneğinin temsiliyetini yapıyor. Hikayeden söz ediyorsunuz; bu hikayeyi nasıl okumalı, anlamalı ve güçlendirmeliyiz? 
 
İnsanı dönüştürmek büyük bir meseledir ve dönüşmek mucizevidir aslında. Basın şehitleri bunu sağladılar, yepyeni kuşaklar yarattılar. Bir büyük görkemleri de budur. Mesela devlet dönem dönem bazı kesimlere daha çok yöneldi. 28 Darbesinde Müslüman kesime yöneldi.  Ne partileri ne basın ayağı  6 ay dayanmadı. Hepsi deforme oldu. 2000’li yıllardan sonra Fethullah Gülen yapılanması bazı kesimlere yöneldi. Yöneldikleri basın ayakları paramparça ve rezil oldular. Bize 50 yıldır yöneliyorlar bir tane gazeteci arkadaşımızı kepaze edemediler. Şimdi 28 Şubat darbesi mağdurları olan gazetecilerin bugünkü hallerine bakın. Hepsi tetikçi ve rezil olmuşlar. Dönemin Refah Partisi’nin gazetesi ve televizyonlarında çalışan gazetecilerine bakın, bir de şimdiki hallerine bakın. Bunlar artık gazeteci değil. Neredeyse hepsi ‘siyasi itirafçı’ oldu. Bizim gazetecilerimizi öldürüp binalarına bomba koyup paramparça ettiler, sokak ortasında doğradılar. Ama bir tanesi mücadelesinden vazgeçmedi. 
 
Son olarak hala Özgür Basın’da emek veren gazeteciler için ne demek istersin?
 
Biz kendi hikayemizi birçok yönünü ıskalamışız. Burada özeleştiri yapıyorum. Bizim övünmemiz gereken yerde övünmüyoruz. Övünmesine gerek olmayan şeylerle övünüyoruz. Bizim hikayelerimizde olağanüstü şeyler var. Bir şey hikâyeleşmemiş ise mahvolur. Hikaye anlatımından bahsetmiyorum. Sadece Özgür Basın’ın 45 yıllık hikayesini alın ve kıyaslayın. Neye sahip olduğumuzu anlarız. Sahip olduğumuz şeyleri ıskalıyoruz. Bize 50 yıldır bir yönelme var. Bizden 50 kat daha güçlüler ama başlarına bir şey geldiğinde 10 günde dağılıyorlar. 28 Şubat Darbesi tabi ki büyük bir vahşettir. Bu durumu küçültmüyorum. Ama insan karşısındaki insana bakar. Şimdi hepsi para için tetikçilik yapıyor. Bizim gazetecilerimiz birer şövalyedir. Bunu pamuklara sarmamız ve sahip çıkmamız gerekiyor. Spinoza der ki, ‘hakikat gerçeğin kanıtıdır.’ Hakikat olan şey için tarife gerek yoktur. Bizim şehitlerimiz bizim hakikatimizdir. Anlatmaya, öğretmeye, diriltmeye devam ediyorlar. Kendi hakikatlerini kendi anlatan büyük anlatıcılardır. Onları dinlemeye devam edeceğiz.
 
MA / Adnan Bilen - Hakan Yalçın 
 

Diğer başlıklar

15:01 Agirî’de görkemli halk buluşması: Sürecin yol haritası manifestodur
14:45 HPG'li Hacı Başaran'ın taziyesine kitlesel ziyaret
14:43 Sağlıkçılar ısrarlı: Eziyet yönetmeliği geri çekilsin
14:37 İHD’den tutsaklara dayanışma kartı
14:36 Berfin Nûrhaq ve Sema Roza İzmir'de anıldı
14:14 ‘İnsan hakları savunucusu Suna Bilgin tahliye edilsin’
14:03 Cezaevi raporu: Kelepçeli muayene, ağız içi arama, ilaç verilmemesi, tehdit
14:02 Mali Müşavirlerden yetkilerinin devredilmesine tepki
13:45 Komünal çalışmanın ürünü Ronahî Halkevi açıldı
13:43 Bozan'dan kelepçeli tedaiye tepki: İşkence ve kötü muameledir
13:20 5 gazetecinin adli kontrol tedbiri kaldırıldı
12:47 DEM Parti İmralı Heyeti ile AKP görüşmesinin tarihi belli oldu
12:40 ‘Umut ve özgürlük’ mitingi düzenlenecek
11:56 Sancar: Gündemimizde olan barış yasasıdır
Davutoğlu: Türkiye içindeki yasal düzenlemeler süratle yapılmalı YENİLENDİ
11:55 İşçilerin eylemleri 9'uncu gününde
11:54 İstanbul'da ev baskınlarında 12 kişi gözaltına alındı
11:32 Ayşe Şan Amed'de çeşitli etkinliklerle anılacak
11:01 DEM Parti ve AKP milletvekilleri Wan’ın sorunları için bir araya geldi
10:26 Bir mezar hasreti: Nazım ve Cihan'ın köşesi
10:19 İmralı Heyeti ile Gelecek Partisi görüşmesi başladı
09:41 Aykol tutsakların sesi olmaya devam ediyor: Hücre cezasından beraat etti ama tahliyesi engellendi
09:36 İlçeden geçen uluslararası yol tehlike saçıyor
09:35 Kayyımın bitmeyen 12 milyon TL'lik mezbahası!
09:26 Rojhilat Aksoy: Festivalde komün ruhu oluştu
09:25 Nazım'ın gülüşünde devrim gizliydi
09:25 Doğa talanına karşın palamut ekimi
09:19 Sait Yıldırım’ın tahliyesi ‘örgütsel’ konuştuğu iddiasıyla engellendi
09:17 Çilek üreticileri: İthalat durdurulmazsa üretici ayakta kalamaz
09:14 Şiddet uygulayan zabıtalar mağdur, kendisi şüpheli oldu
09:11 Kooperatifçilikle geçinen köyde 92 yıldır tiyatro sahnesi kuruluyor
09:08 Aydın'dan çağrı: Bütçe halka ayrılsın
09:04 Türkiye hangi ‘özerklik’ maddelerinde çekimser?
09:02 2025 Ekoloji Karnesi: Dünya yok oluşa gidiyor
09:00 16 ARALIK 2025 GÜNDEMİ
08:17 Meteoroloji'den sağanak ve kar yağışı uyarısı
08:07 GAİN'e operasyon: Şirket yetkilileri gözaltında, TMSF kayyım olarak atandı
15/12/2025
23:41 BES-AR: Asgari ücretle insanca yaşam mümkün değil
23:36 Buğday silosunun altında kalan işçi hayatını kaybetti
21:52 Tom Barrack ile Netanyahu görüştü
21:07 Xarpêt’ta iş cinayeti
21:04 Paramiliter grupların işkence ettiği Efrînli hayatını kaybetti
21:01 Wan’da engellilerle atölye çalışması
20:58 Erciyes Üniversitesi’nde bir kadın katledilmek istendi
20:34 ATK raporlarının kadın davalarındaki rolü: Asıl sorun sistemde
20:15 Gülderen Varlı: Kayyımların usulsüzlükleri Şam'a kadar yol olur
20:04 DEM Partili Uçar: Norm dışı devlet hala devrede
19:57 Sel sonrası Endonezya’dan 'orman ruhsatı' hamlesi
19:48 Rojava Kadın Platformu’ndan sel mağdurları için yardım çağrısı
19:43 DEM Parti milletvekilleri: Asker ve polisler çetelerle işbirliği yapıyor
19:33 Sevcan Demir'i katleden faile ağırlaştırılmış müebbet istendi
19:25 Erdoğan: Ayrıştırıcı söylemlere izin vermeyeceğiz
18:15 İran'da 1’i çocuk 4 Kürt yurttaş gözaltına alındı
18:08 Suudi Arabistan’da 340 kişi idam edildi
18:04 Okul müdürü, öğrenciyi darp etti
18:00 Adana Kadın Platformu: Meclis’teki çocuk istismarının üstü örtülmesin
17:15 İsrail saldırılarında 70 bin 665 kişi hayatını kaybetti
17:09 Sincan Cezaevi'ndeki şüpheli ölüm için soruşturma talebi
17:06 Siyasi tutsaklara üzerinde ‘İtirafçı sol terör örgütü’ yazılı kimlik dayatması
17:04 Adalet Bakanlığı önünden seslendiler: Hakan Tosun’a ne oldu?
17:00 Arkaş: Demokratik cumhuriyete entegreye varız
16:44 Kayyım müdürünün ‘para’ dağıttığı görüntüler için Bakanlığa çağrı
16:28 KAYY-DER'den 'Gaxand Gecesi'
15:51 Gazeteci Aykol'a bir kez daha kan takviyesi yapıldı
15:49 Tülay Hatimoğulları: Yasal düzenlemeler bir an önce yapılmalı
15:32 'Umut hakkı mutlaka güvenceye kavuşturulmalı'
15:12 Wan’daki halk buluşmasına binler katıldı: Mücadelemiz Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüyle sonuçlanacak
15:00 Berfîn Nûrhaq ve Sema Roza Mêrdîn ve Amed'de anıldı
14:12 Kazanhan'ı katleden polis 11 yıldır yakalanamıyor
14:00 5 No'lu'daki katliam ve işkencelerle yüzleşme çağrısı
12:37 Hatay'da 4.2 büyüklüğünde deprem
12:35 Aykol’a mektup: Bizim dünyamızda en çok sen varsın
12:20 'Silahların susması başlangıçtır, hedef pozitif barış'
11:52 İmralı Heyeti, Davutoğlu ile görüşecek
11:37 BİSAM Raporu: Yoksulluk sınırı 94 bin 393 lira
11:30 DEM Parti İmralı Heyeti ile Özel görüşmesi ertelendi
11:25 İnşaat çalışanı artı, sanayininki düştü
11:00 Gazeteci Kurt'un tahliyesinin ertelenmesi kararına itiraz reddedildi
10:32 Nazım Daşdan ve Cihan Bilgin anılacak
10:27 Ekmek ve barış için yürüyenler: Savaşa değil, barışa yatırım yapılsın
09:32 Avustralya'daki silahlı saldırıda ölü sayısı 15'e yükseldi
09:07 Prof. Jorge Riechmann: Abdullah Öcalan’ın adımları yeni barış yolları açtı
09:05 Kirli havadan 230 kişi ölmüştü: Nedeni doğa talanıdır, dur denilmeli
09:04 Halkın süreçten ortak beklentisi: Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü
09:01 Barış Anneleri: Abdullah Öcalan halkıyla beraber olmalı
09:00 15 ARALIK 2025 GÜNDEMİ
08:55 Serhat Bölgesi yağışlara teslim: Sıcaklıklar 4 derece düşüyor
08:36 Xwebûn Gazetesi’nin yeni sayısı ‘Licê’de özel savaş' manşetiyle çıktı
14/12/2025
23:56 İdlib'de Geçiş Hükümeti devriyesine saldırı: 4 ölü
23:18 Osmaniye’de kaza: 3 kişi hayatın kaybetti
21:31 3. Amed Uluslararası Film Festivali ödüllerle son buldu
21:02 Tom Barrack: Suriye'deki saldırı karşılıksız kalmayacak
20:55 Gazeteci Osman Çaklı serbest bırakıldı
20:46 Belediye Başkanı Gülşah Durbay hayatını kaybetti
20:22 Wan’da müzik festivalinde renkli görüntüler
20:08 Yaşamını yitiren Karabaş için anma
20:05 Kaldıraç'tan Eroğlu ve Akdoğdu için anma
18:23 'Demokrasiye sahip çıkıp, sürecin önemini bilmeliyiz'
18:12 Gazeteci Aykol iki aydır yoğun bakımda
17:44 Antalya’da 'Geçinemiyoruz' mitingi: Bu bütçe emeğin değil sermayenin
17:40 Polis, buluşma ardından posterlere el koydu
17:35 Asgari Ücret İnisiyatifi: Asgari ücret yılda dört kez güncellenmeli
17:03 ‘Mısır Koçanlarını Kızartan Koku’ kitabının imza etkinliği düzenlendi
16:46 DBP Eş Genel Başkanı Bayındır: Kürtlerin özgürlüğü çok yakındır
16:19 Mûş'ta halk buluşması: Süreci başarıya ulaştıracağız
16:03 Yanan bölgede 5 bin palamut ekildi
15:52 3’üncü Amed Film Festivali film gösterimleriyle sürüyor
15:51 Mersin’de bağımlılıkla mücadele atölyesi
14:56 'Ekmek ve Barış' yürüyüşçüleri Ankara’da: Savaşa değil halka, emekçiye bütçe
14:48 Sokağa çıkma yasaklarında yaşamını yitirenler anıldı
14:36 'Komün ve meclisler ekmek ve su kadar gereklidir'
14:08 Cizîr ve Êlih'te kurulan taziyelere kitlesel ziyaret
14:05 Ömer Öcalan: Önder Apo 'Her evde Kürtçe konuşulmalı' diyor
13:41 Avustralya’da silahlı saldırı: En az 10 ölü
13:36 Ailesinden 4 kişiyi kaybeden tutsak Rukiye Fidan taziyeye götürüldü
13:26 'Uyuşturucu ve fuhşa karşı birlikte mücadele edecek, birlikte kazanacağız'
13:15 AB ve HRW’den İran’a Nergîs Muhammedi için çağrı
11:56 Pervin Buldan: Yasal düzenlemeleri yapma zamanı
11:42 Taliban eğitimcileri tutukladı
11:18 'Şam'la uzlaşı sağlamaya çalışıyoruz, Türkiye müdahale ediyor'
10:58 Roboskî'de şüpheli ölüm
10:54 Bayındır: AKP'nin raporu cesur ve kararlı adımlardan uzak
10:05 Jin dergi yeni sayısında ‘kadın mücadelesine’ odaklandı
09:40 Karadeniz ve Marmara için yağış uyarısı
09:36 İtalyan akademisyen: Kürtlerin barış isteğini büyük umutla destekliyorum
09:31 ABD’de üniversitede silahlı saldırı: En az 2 ölü
09:06 EPSU Temsilcisi Centellas: İşçi hareketi ve sendikalar süreçte rol üstlenmeli
09:05 Öğrencilerden Kürtçe eğitim komünü
09:04 ‘Cezaevleri sürecin samimiyet testidir’
09:03 7 kadın bir araya gelerek kapanma noktasına gelen kooperatifi yeniden üretime geçirdi
09:01 32 yıldır yasaklı köylerine yılda bir kez gidebiliyorlar: PKK gerekçeniz de kalmadı
09:00 'Türk'ün gücünü göreceksin' işkencesi: Tutsakları yıldırma politikasıdır
09:00 14 ARALIK 2025 GÜNDEMİ
13/12/2025
23:59 Trump’tan ABD'li askerlere yapılan saldırıya ilişkin açıklama
23:55 Gazeteci Osman Çaklı gözaltına alındı
23:52 Endonezya’da bini aşkın kişi yaşamını yitirdi
22:58 Sağlık ve Enerji Bakanlığı bütçeleri kabul edildi
21:13 Amedspor lider oldu
20:53 Türmen: Süreç yeni bir Türkiye’nin kurulmasına sebep olabilir
20:29 ‘Ekmek ve barış için bütçe' yürüyüşü: Savaşa değil emekçiye bütçe
20:18 Amed Film Festivali'ne 7'inci gününde yoğun ilgi
20:15 İsrail Gazze’de araç hedef aldı: 4 kişi hayatını kaybetti
20:12 Silopiya'da halk buluşması: Demokratik toplumu inşa etmeliyiz
20:08 Mêrdîn’de ‘Dargeçit’ belgeselinin gösterimi
20:04 Meclis'teki taciz soruşturmasında tutuklu sayısı 4’e çıktı
20:02 Sudan Kadınlar Birliği: Savaşa karşı barış, derhal ateşkes
19:29 DAİŞ Uluslararası Koalisyonu hedef adı: 3 kişi hayatını kaybetti
19:24 Amedspor maçı öncesi coşku
19:19 ABD’li petrol şirketine mahkemeden iptal kararı
18:08 Suriye Demokratik Meclisi 10’uncu yılını kutladı
18:04 DEM Partili vekiller: Yıkım ve işgal mantığı ile hareket ediliyor