ANKARA - Meclis’te anadil üzerindeki baskılara dikkat çeken DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, Türkiye'de 25 milyon Kürdün yaşadığını ancak hala kamusal alanda yasaklı olduğunu kaydetti.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Sezai Temelli, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendirdi. Temelli 21 Şubat Uluslararası Anadili Günü'ne ilişkin olarak Türkiye’de de birçok dilin baskı altında olduğunu söyleyen Temelli, Türkiye'de birçok dilin yok olmak üzere olduğunu kaydetti.
Temelli devamla şunları söyledi: “Baskı altında deyince en çok baskı altında olan dil Kürtçe. Kürtçe dışındaki dillere yaklaşımı devletin kısmen de olsa daha olumlu. Baskı altında deyince en çok baskı altında olan dil Kürtçe. Kürtçe dışındaki dillere yaklaşımı devletin kısmen de olsa daha olumlu. Çünkü Türkiye’de her anadilde eğitim hakkı aslında var. Mevzuatta olmasa da fiili olarak var. Dolayısıyla herhangi bir azınlık çocuğu, kendi anadilinde eğitim almasını sağlayabiliyor.
Fakat Kürtçe bir azınlık dili olmamasına rağmen Kürtçenin anadilinde eğitim hakkı yok. Bırakın anadilinde eğitim hakkını, Kürtçenin kamusal alanda kullanımı da yasaklanmış, baskı altında. Her ne kadar iktidar 'Biz Kürtçenin önünü açtık, televizyon kanalı açtık, Kürtçe kamusal alanda kullanılıyor' dese de aslında bunun bir gerçekliği ifade etmediğini biliyoruz.
Evet, göstermelik bir televizyon kanalı var; TRT’nin, tırnak içinde, disiplini altında. Ama onun dışında Kürtçe’nin kullanım olanakları her geçen gün daraltılıyor, tiyatrolar yasaklanıyor. Belediyelerin Kürtçe hizmet vermesi yasaklanıyor. Yargıda Kürtçe yargılanma hakları gasp ediliyor, anadilinde eğitim hakkı zaten söz konusu değil.
MECLİS'TE KÜRTÇE SELAM YASAKLANIYOR
Ama çok daha büyük bir utancımız var: Mecliste hâlâ kısa bir Kürtçe selamlama bile yasaklanıyor. Hem de hangi mikrofon? Meclis kürsüsünün mikrofonu! Kaldı ki meclis kürsüsü, bu ülkede aslında anayasal güvenceyle korunan bir dokunulmazlık kürsüsüdür. Orada kullanılan söze müdahaleyi kimse yapamaz. Söz konusu Kürtçe olduğunda ise orada bir müdahale ile karşılaşıyoruz. Bunun böyle devam etmesine rızamız yoktur.
BU ÜLKEDE 25 MİLYON KÜRT YAŞAMAKTADIR
Bu ülkede 25 milyondan fazla Kürt vatandaşımız yaşamaktadır. Biz anadilimizde gerektiğinde bir selamlama, bir cümle meclis kürsüsünde dile getirebiliriz. Bunun yasaklanmasını kabul etmiyoruz. Kaldı ki bu konuda ne zaman böyle bir sahne yaşansa, genel kurulda meclisi yöneten Meclis başkanvekili bize bu ülkenin resmi dilinin Türkçe olduğunu hatırlatıyor. Tamam, Türkiye’nin resmi dili Türkçe, Anayasa da böyle diyor. Ama biz halkın temsilcileriyiz. Biz orada bir devlet memuru değiliz ki bize sürekli resmi dili hatırlatıyorsunuz. O halka kendi anadilimizde seslenmek kadar doğal bir hak söz konusu olamaz. Anadil bir haktır, tartışma mevzusu yapılamaz, yasaklanamaz.
AYM'NİN İPTAL ETTİĞİ YASALARI YENİDEN YASALLAŞTIRIYOR
Meclis bugün çalışmıyor. Gerçi çalışsa ne olur. Gerçi çalışsa ne oluyor, bu çalışma sonucunda bu ülkede yaşayan herhangi bir vatandaşın, halklarımızın herhangi bir sorunun çözüm üretilmiş midir dönüp bakın, herhangi bir çözüm söz konusu değil. Toplumun halkın vatandaşın inanılmaz sıkıntıları var. Ekonomik sıkıntıları var ama meclis sadece ve sadece ne yapıyor biliyor musunuz? Anayasa mahkemesinin iptal ettiği yasaları yeniden yasalaştırıyor. Hem de Anayasa Mahkemesi’ni iptal gerekçelerini dikkate almadan yasalaştırıyor. Bir kez daha o yasalar AYM’ye gidecek bir kez daha iptal edilecek. Toplumun meclisten beklentileri bir türlü karşılanmamaktadır. Toplumun çeşitli kesimlerinden işçi, esnaf, çiftçi inanın sürekli olarak grubumuzu ziyaret ediyorlar, sorunlarını anlatıyorlar. Meclis’ten hala beklentileri var fakat Meclis bu beklentileri karşılamıyor.
ADIM ATMADIĞINIZ SÜRECE TOPLUMSAL BARIŞ MÜMKÜN OLMAZ
Dün Güvenpark’taydık. Orada bütün Türkiye’ye Güvenpark’tan Ankara’dan seslendik. Diyoruz ki yapmanız gereken bu toplumun beklentilerini karşılayacak bu topluma huzur barış getirecek düzenlemeleri yapın. Adımlar atın atmadığınız sürece bu ülkede bu toplumsal barışın var olması mümkün değil. Bu kez Türkiye’nin her yerinden seçilmişlerimiz Ankara’ya geldi. 8 milyonun iradesi Güvenpark'taydı.
VAN'DA DARBECİ GÜÇLER
Tabii ki bugün için dönüp baktığımızda, iktidarın siyaset yapma biçimi yargıyı araçsallaştırmak olmuştur. Yargı marifetiyle tıkanmış, giderek krizlere sürüklenmiş bir ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar. Bunların en bariz uygulaması kayyım sürecidir. 15 Şubat günü Van Belediyemize kayyım atandı. Fakat nasıl bir kayyım atamak! Van’a dönüp baktığınızda, Van adeta yangın yerine döndürüldü. Darbeci güçler, kolluk güçleri... Evet, onlara darbeci güçler diyorum, çünkü kolluk gücü olmalarından kaynaklı bir kamu hizmeti yapmıyorlar.
Adeta bir darbeci güç olarak Van Büyükşehir Belediye binamıza saldırdılar. Evet saldırdılar. Tankla saldırmadılar TOM’yla saldırdılar. Evet, piyade tüfeğiyle saldırmadılar o bildiğiniz biber gazı atan plastik mermi atan silahlarla saldırdılar.
POLİSLER CEPLERİNE TAŞ DOLDURUP SALDIRDILAR
Polisler ceplerine taş doldurup taşla saldırdılar. İnsanlara sopayla saldırdılar, sokak ortasında işkence yaptılar. Meclis Grup Başkanvekilimizi tehdit ettiler, Sayın Gülistan Kılıç Koçyiğit’e 'Terörist' dediler, hakaret ettiler. Vekillerimize saldırdılar, özellikle Newroz Uysal vekilimizi darp ettiler.
Bütün bunların görüntüleri var, bu görüntüleri paylaştık, kamuoyuyla İçişleri Bakanlığı’na gönderdik. Dedik ki: Bu konuda ne yapacaksınız? İçişleri Bakanlığı bize hâlâ dönmüş değil. Hiçbir şey yapmayacağını biliyoruz.
O yüzden Ankara’da, Güvenpark’ta bir kez daha bu hukuksuzluğa karşı bir araya geldik ve orada da dile getirdiğimiz gibi, biz onlar ne yaparsa yapsın, asla geri adım atmayacağız. Kayyımlara karşı, bu hukuksuzluğa karşı, bu darbelere karşı mücadelemizi sürdüreceğiz.
HDK'YE KUMPAS DAVASI BAŞLADI
Yargı marifeti demişken, tabii sadece kayyım atamakla kalmıyor. Bu siyaset yapma biçimi olarak, bildiğiniz gibi, Halkların Demokratik Kongresi’ne de bir soruşturma başlatıldı. Yaklaşık 60’a yakın arkadaşımız gözaltına alındı ve şimdi de Halkların Demokratik Kongresi kumpas davası başladı. Tıpkı Kobanê kumpas davası gibi, tıpkı Gezi kumpas davası gibi.
HDK NEDİR?
Nedir Halkların Demokratik Kongresi? Çok iyi biliyorsunuz, 2011’de yaklaşık 15 yıl önce bu platform kuruldu. Evet, bir platform, içinde birçok yapı var. Siyasi partiler var, çeşitli sivil toplum örgütleri var, sendikalar var, inanç kurumları var, kadın örgütleri var. Bir araya geliyor, bir araya gelerek bir meclis hukuku anlayışıyla toplumun sorunlarına çare üretmek, toplumu bilinçlendirmek ve bu konuda demokratik, meşru eylemlerle aslında toplumun gücünü ortaklaştırmaya, muhalefet gücünü ortaklaştırmaya çalışıyor.
Biz hepimiz HDK’yiz. Bizim bir siyasi partimiz var, tabii ki bizim başka aidiyetlerimiz de var ama bizi besleyen en önemli kaynak işte o platformdur. O platformun demokratik anlayışıdır, demokratik yapılanmasıdır, çalışmasıdır.
Buna tahammül edemiyorlar ve etmedikleri için de bu kumpas davasını yapılandırmaya çalışıyorlar. Bu yoldan bir an önce dönmelerini, artık bu kumpas zihniyetinden kurtulmalarını tavsiye ediyoruz. Yoksa yargı eğer bu hatta yürümeye devam ederse, inanın, bu ülkenin çöküşünü durduracak hiçbir şey kalmaz. Meşhur bir laftır, hani derler: Tuz kokarsa ne yaparsınız? Yargı, tuzun koktuğu noktadır.
TÜSİAD
Ve son TÜSİAD üyeleri yüksek disiplin kurulu başkanıyla gözaltına alındılar. TÜSİAD tabi ki bir sermaye grubudur. Biz bir sınıfın emekçilerin partisi olarak onların iktisadi görüşlerine, onların kapitalist neoliberal piyasacı anlayışlarına her zaman karşı olduk. Her zaman da karşı olacağız. Bu bir sınıf mücadelesi çünkü. Bunu biliyoruz ama biz bu mücadelemizi demokratik zeminde yürütüyoruz. Dolayısıyla demokratik zemin dediğinizde bir hukuk devletinden bahsediyorsunuz ve hukuk devleti içinde bu tür uygulamaları kabul etmemiz mümkün değildir. TÜSİAD Başkanlarına uygulanan muamele de bugün yargı marifetiyle sürdürülen sistemin bir parçasıdır. Dolayısıyla kabul etmemiz mümkün değildi.
KAYYIMIN BORCU
Bakın en son Van kayyımı, kayyım ekonomisi demişken bir dönemin öncesi Van’ın kayyımıdır. Belediyeyi 8.4 milyar borçlandırmıştır. Van’a hiçbir hizmet yapmamıştır. Belediyeyi batırmıştır, talan etmiştir. Van halkının hakkını gasp etmiştir ve 15 Şubat’ta bu iktidar bu kayyımı tekrar Van'a atamıştır. Önümüzdeki dönem göreceksiniz ben buradan bütün basına bu çağrıyı yapıyorum; Van’ı izleyin. Van kayyımı Van'ı soymaya devam edecek.
ZENGİNLERİN SAYISI YOKSULLARA FİTRE VERMEYE YETMİYOR
Ekonomiye gelirsek, değerli basın emekçileri, ekonomide herhangi bir iyileşme söz konusu değildir. Mehmet Şimşek programı çökmüştür. Mehmet Şimşek programıyla ekonomide ortaya koydukları hedeflere ulaşmaları mümkün değildir. Toplumu daha fazla sömürerek, emekçileri daha fazla sömürerek ortaya çıkacak kaynakla ekonomiyi düzlüğe çıkaracaklarına inanıyorlar. Fakat bıçak kemiğe dayanmış durumda. Toplumu sömürecek artık gidecek bir yer kalmamış durumda. Çünkü Diyanet İşleri Başkanı bunu itiraf etti. Bu ülkede asgari ücretlilerin, emeklilerin fitre alabilecek durumda olduklarını dile getirdi. Yani dedi ki: ‘Ramazan ayında fitrenizi verecekseniz asgari ücretliye verin, emekliye verin.’
Peki, kim verecek bu fitreyi? Zenginler verecek. Türkiye’deki zenginlerin sayısı yoksullara fitre vermeye yetmiyor.
Çünkü Türkiye halklarının Türkiye toplumunun yüzde 80'i yoksul. Düşünebiliyor musunuz? Gelir dağılımındaki adaletsizliğin geldiği boyut budur. Bu Diyanet İşleri Başkanlığı bile dile getiriliyor. Kaldı ki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu açıklamasını aslında bir utanç vesikası olarak görüyoruz.
KURU BASKILADIKÇA DÖVİZE FONLAMA DEVAM EDER
Peki, neden ekonomi bu durumda? Çünkü Türkiye ekonomisinde enflasyonun nedenleri, kaynakları farklı yerlerde; enflasyonla mücadele ettiğiniz yer farklı yer. Dolayısıyla Mehmet Şimşek’in anlayamadığı bu. Mehmet Şimşek, klasik IMF programını almış, getirmiş ve bu ülkenin gerçekliğiyle alakası olmayacak bir yerden bunu hayata geçirmeye çalışıyor. Bu mümkün değil.
Bu ülkede çok ciddi bir gelir dağılımı adaletsizliği var, servet dağılımı adaletsizliği var. Bu ülkede çok derin bir yoksulluk var. İşte asgari ücretlilerden hep bahsediyoruz, emeklilerden bahsediyoruz, küçük esnaftan. Bugün Türkiye’deki küçük esnafın işletmesini ayakta tutabilme süresi ortalama 3-4 yıl. Yani işletmeler 5 yıl bile ayakta duramıyor. Küçük çiftçinin hali ortada. Bakın, Muş’tan örnek vereyim: Muş’ta buğday üreticileri ofise buğdaylarını Ekim ayında teslim ettiler, Şubat gelmiş, hâlâ paralarını alamıyorlar.
NEDEN?
Neden? Nedeni, bu uygulanan ekonomi politikasında gizli. Ne yapıyor Şimşek? Günü kurtarmaya çalışıyor, kuru baskılıyor. Kuru baskıladıkça dövize fonlama devam ediyor. Türkiye’yi borçlandırmaya devam ediyor. Bunu yansıması şudur: Servet transferi devam ediyor. Toplumun bu sömürü düzeninde inim inim inlediği bir dönemde servet sahipleri, servetlerine servet katmaya devam ediyorlar.
PARTİLERE ÇAĞRI: ADIM ATIN
TÜSİAD meselesine dönersek, TÜSİAD bu açıklamayı neden yaptı, altındaki ekonomik gerçeklik ne diye bakarsanız, o da şudur: Kuru baskıladığınız için kur yüzde 30 arttı fakat ihracatçının maliyeti yüzde 60 arttı. Aradaki bu farkı nasıl finanse edecekler? Ucuz krediler yoluyla finanse ediyorlar ama şimdi kredilerin üzerine saray çöktüğü için, savaş sermayesi çöktüğü için, TÜSİAD bu alandan da yararlanamadığı için diyor ki: 'Batıyoruz, yangın var.' Bunu dile getirirken de ülkedeki bunun nedeni olarak hukuksuzluğu görerek açıklama yapıyorlar. Ekonomideki sorunlar ciddidir ama bu ekonomik anlayışla bu sorunları çözmek mümkün değildir.
Biz buradan DEM Parti olarak bir kez daha bu hukuksuzluklara, kayyım rejimine, ekonomideki bu acımasız gidişata karşı Meclis’e, Meclis Başkanına, meclisteki bütün partilere çağrıda bulunmak istiyoruz. İnisiyatif alın, bu iktidara karşı inisiyatif alın, bu halkın, bu toplumun beklentilerine ve dertlerine çare olacak adımlar atın.