HABER MERKEZİ - Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla başlayan süreci değerlendiren siyasetçi Mustafa Sarıkaya, "Her Kürt kendine güvenmeli. Bu tüm Ortadoğu’yu değiştirebilir. Bizim bugüne kadar özsavunmamız örgütlülüğümüzdü” dedi.
Kürdistan ve Türkiye, Ekim ayından bu yana tarihi bir döneme tanıklık ediyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan tartışmalar, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat tarihli "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" ile yeni bir dönemin kapısı aralandı. PKK’nin 5-7 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirdiği 12. Olağanüstü Kongresi de Abdullah Öcalan'ın çağrısıyla başlatılan sürecin devamı oldu. PKK bu kongreyle birlikte çalışmalarını sonlandırma kararı aldı. PKK’nin feshi ve silahlı mücadelenin sonlandırılması; Kürt sorununa barışçıl çözüm, demokratik toplumun inşası ve Abdullah Öcalan’ın süreci yürütmesi için yasal ve siyasal güvence sağlanması çağrısıyla birlikte sunuldu. Tüm toplumsal kesimlere, siyasi partilere ve uluslararası çevrelere de bu sürece destek verme çağrısı yapıldı.
Abdullah Öcalan’ın başlattığı, PKK’nin Kongresi ile birlikte başlayan süreçte Kürtleri yeni bir mücadele dönemi bekliyor. Kürt siyasetçi Mustafa Sarıkaya, kongre kararlarını, bu kararların bölgeye, Ortadoğu ve dünyaya etkilerini değerlendirdi, Kürtleri yeni dönemde nasıl bir mücadele beklediğine dair Mezopotamya Ajansı’nın sorularını yanıtladı.
PKK’nin fesih ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu karar Kürt halkı için ne ifade ediyor?
PKK, 5-7 Mayıs tarihleri arasında Rêber Apo’nun çağrısına bağlı kalarak 12. Kongresi’ni topladı, gerçekleştirdi, başarıyla tamamladı. Bu kadar savaşın hüküm sürdüğü bir coğrafyada, Türk devletinin yoğun saldırılarının olduğu bir ortamda, o kadar gücü yan yana getirmek ve kongreyi başarıyla tamamlamak, başlı başına anlam ifade ediyor. PKK tabi ki 47 yıllık bir hareket, Önderlik yürüyüşü ile başlarsak 52 yıllık tarihsel geçmişi var, yarım asrı geçen bir tarih. Aynı zamanda 41 yıldır dişe diş bir savaşa öncülük yaptı. Bu 41 yıllık kahramanca direniş ve savaş sürecinin aslında dokunmadığı Kürt kalmadı. Soykırımcı rejimin büyük bir iştahla artık Kürt kimliğini, varlığını, ulusallığını yok edeceğini düşündüğü ve bunun tüm planlamalarını yaparak devreye koyduğu, 70’lere doğru gelindiğinde de epey mesafe aldığı bir ortamda, Önder Apo ve PKK öncülüğünde başlayan direniş, 41 yıllık savaş, tüm bu programları boşa çıkardı. Öncelikle bu anlamda bir devrim başarıldı. PKK, Kürdistan tarihinde, 47 yıllık mücadele tarihi ile iç içe birçok devrim gerçekleştirdi. Özgür Kürtlüğü, kendisi için düşünen, kendisi için yaşamayı bilen bir Kürtlük ortaya çıktı. Soykırımın tüm o iştahlı beklentileri boşa çıkarıldı. Her Kürt bir biçimiyle kendi kimliğine, öz değerlerine yeniden dönmeyi başardı. Ve bunların tümünün mimarlığını 47 yıllık destansı direnişe öncülük yapan PKK yaptı.
Kürdistan’da iç içe geçmiş birçok devrimi başararak gerçekleştiren bir hareketten söz ediyoruz. Bu açıdan Kürdistan’da PKK’nin tarihsel yolculuğunda ve direnişinde, etkilenmemiş tek bir Kürt kalmadı. Orayı da aştı, tüm Ortadoğu’yu etkilemeye başladı.
Tabi ki Ortadoğu gibi bir coğrafyada en büyük saldırılarla karşı karşıya kalmış, belki de dünyada pek örneği olmayan düzeyde dörde bölünmüş, 4 sömürgeci-soykırımcı rejim tarafından soykırıma uğratılma politikaları ile yüz yüze kalmış bir halkız. Ortadoğu; aynı zamanda kendine özgü çelişki ve çatışmaların çok sert yaşandığı, iktidar ve devlet biçimlerinde çok acımasız ve sert olduğu bir coğrafyayı ifade ediyor. Böyle bir coğrafyada 47 yıl ayakta kalmak, 47 yıl kesintisiz bir direniş ve mücadeleyi yürütmek öyle kolay değil. Bunu sadece ayakta kalmak değil, Kürdistan’da iç içe geçmiş birçok devrimi başararak gerçekleştiren bir hareketten söz ediyoruz. Bu açıdan Kürdistan’da PKK’nin tarihsel yolculuğunda ve direnişinde, etkilenmemiş tek bir Kürt kalmadı. Orayı da aştı, tüm Ortadoğu’yu etkilemeye başladı. Bugün 21. Yüzyıl’ın ikinci çeyreğinde çok daha yoğunca karşılaşacağımız gibi giderek tüm dünyayı etkileyen bir mücadele deneyimi, sadece pratik mücadele değil, aynı zamanda ideolojik ve felsefik deneyimi ve yaratımı, örgütsel ve direniş deneyimi, yaşam tarzı ve öngördüğü yaşam biçimini günde, anda, kendi içinde tesis edip yaşama anlamında muazzam bir örnek sunan bir hareket olma özelliğini taşıdı.
İlk günden itibaren bu hareketin şöyle bir tespiti hep vardı: 1970’ler Kürdistan’ında bırakalım Kürdistan, Kürtlük demek, onların adına hiçbir şey söyleme, ima etme şansı ve imkanı bile yoktu. Mutlak anlamda bir soykırım rejiminin saldırganlığı ve inkarı söz konusuydu. Kürtlere bu konjonktürde var olmak için silahlı direnişin dışında tek bir yol kalmamıştı, yoktu. Sadece PKK’nin kendi deneyimiyle hareketle bunu söylemiyoruz. PKK’den önce bu eksenli adımlar atarak Kürt soykırımını durdurabileceğini düşünen hareketler, oluşumlar oldu. Zerre kadar bir değişim ve dönüşüm gücü açığa çıkaramadılar. Nitekim varlık da gösteremediler. Kürdistan’da silahlı mücadele zorunlu bir kavşaktı. Bir tercih değil, bir zorunluluktu. O da soykırım rejimlerinin sömürgecilik uygulamalarının dayattığı katı inkar, asimilasyon, yok etme politikalarının sonucuydu. Bu anlamda bir zorunluluktan dolayı başvurulan, öne çıkan stratejik bir yöntem oldu. Sonuçta 41 yıldır sürdürülen bir mücadele oldu. Bunun yarattığı büyük kazanımlar oldu. Her şeyden önce devrim gerçekleşti. Artık her dört parça Kürdistan’da kimse Kürtleri yok edemez. Kürtleri artık eskisi gibi inkar etmek kimsenin elinde değil. Bu bitti.
İkincisi inkar edilemez hale gelen Kürtlük aynı zamanda örgütlü muazzam bir politik güç haline geldi. Muazzam ideolojik ve felsefik bir güç haline geldi. Büyük bir sanatsal ve estetik bir güç haline de geldi. Ve bu kazanımlar yaratıldı. Kadın devriminden, kadın özgürlük çizgisinden tutun, ekolojik yaklaşımlara kadar, ‘ya özgürlük ya ölüm’ demeyi hemen hemen tüm fertlerine bir kültür biçiminde taşımayı gerçekleştirip ve bugün aynı zamanda bunun etrafında oluşan pratik, maddi imkanlar da dikkate alındığında, -eğer muhatapları şunu dikkate almışlarsa- silahlı mücadeleyle artık Kürtlüğü yok etmek mümkün değil. Sanırım bu da anlaşıldı. PKK direnişi, Önder Apo’nun direnişi bunu herkese bir biçimiyle kabul ettirdi. Artık kimse şöyle bir hayale kapılmıyor, silahla külahla eski Şêx Seîd isyanında yaptıkları gibi, Dersîm’de yaptıkları gibi, Zîlan’da, Koçgirî’de yaptıkları gibi, bastırırız, yok ederiz gibi bir şey yaşamıyorlar, bitti, bu kapatıldı. Eğer bu sonuca varılmış, -ki varıldığı ihtimal dahilinde gözüküyor ya da bu konuda çıkarılan bazı sonuçlar var- Kürt halkının ortaya çıkan özgürleşme iradesinin siyaseten, demokratik yol ve yöntemlerle mücadelesini sürdürmeye alan açılırsa, Kürtler bunu da muazzam değerlendirebilecek hazırlıkta ve güçte kendini görüyorlar. Kürtler diyorum, bu sadece Rêber Apo’nun ve PKK’nin değil. Bunu kesinlikle ispatladılar.
En bariz örneği de 2015’ten beri özyönetim direnişlerinden sonra biraz müttefiklerinin de uluslararası küresel sistemin de verdiği desteklerle ya da teknolojilerle Bakurê Kürdistan’da gerilla açısından bir hareket alanı daralttılar, bunu açık gördük. Ama özgürlük isteyen Kürdün alanını daraltamadılar. Kayyum atadılar, işkenceler yaptılar, tutuklamalar yaptılar, 3-4 kişinin dahi yan yana gelip örgütlenmesine zemin tanımadılar ama muazzam örgütlü bir halk, muazzam bir özgürlük kimliğine tutkun bir halk, ‘ne yaparsan yap bundan vazgeçmiyorum, artık ben Kürdüm ve bu Kürtlük özgür yaşamalı, varlığıyla birlikte yaşamalı’ diyen bir düzey ortaya çıktı. Nitekim son 10 yıldaki saldırıları dikkate alırsanız, son Newroz’da, 8 Mart’ta, 4 Nisan’da ve seçimlerde kaya gibi muazzam örgütlü bir toplumsal iradenin olduğu gözüktü. Eğer bunun siyasete yansımalarını kabul edeceklerse, Kürtlerin bundan sonra daha fazla çocuklarını silahlı şiddet ortamında feda etmelerine ihtiyaç kalmıyor. Bunun diğer yöntemlerle -yeter ki buna kapı aralansın- pekala geliştirebilirler, yürütebilirler ve başarıya götürebilirler. Şimdi anlaşılıyor ki bu noktada bir tartışma var. Buna bir karar verildi gibi, en azından yansıması böyle. Elbette süreç bunu gösterecek, önümüzdeki günler, aylar, çok da uzun bir zamandan bahsetmiyorum, netleşecek. Eğer Kürtlere bu alan açılırsa, Kürtler elbette bu alanda kendi mücadelelerini yöntem değiştirerek, mücadeleyi bırakarak değil, mücadelenin yöntemlerini araçlarını değiştirerek mücadelelerini sürdürecekler. Dolayısıyla böylesi bir mücadelede farklı örgütlerle, zaten her tarafta Kürtlerin örgütlü hali var. Demokratik, siyasal, diplomatik mücadele araç ve yöntemleriyle direnişlerini, mücadelelerini sürdürme zeminine kavuşacaklardır.
PKK’nin mücadele sürecinde oynadığı rol ve bugün gelinen noktayı düşündüğümüzde, bu karar nasıl yeni bir başlangıca işaret ediyor?
Sonuçta yeni bir sürece giriliyor, yeni mücadele yöntemleri ve araçları devreye girecek. Elbette bu yeni mücadele araç ve yöntemi kendine özgü bir takım yeni yaratımlar da geliştirecektir. Doğası gereği böyledir. Ama sıfırdan başlayacak değildir. Var olanı sürece göre belki restore etmek, belki güçlendirmek, sonuçta dört parça Kürdistan’da bu zeminde mücadele yürüten, yasal demokratik zeminde 30 yılı aşkındır -90’lardan beri 35-36 yıl oldu neredeyse- HEP deneyimi ile başlayan, Kürtlerin ısrarla, inatla, şehit verdiler, tutuklandılar, onlarca partisi kapandı, buna rağmen ayakta kalan bir gelenek var. Bu konuda zaten çok tecrübesiz, yeni başlayan bir noktada değiller. Dolayısıyla bu alanda geniş, yeter ki oraya imkan tanınsın, faşist saldırganlık, soykırımcı saldırganlık ve katı retçi tutum geriye bırakılsın, vazgeçilsin… Bu konuda bir güç var ve oldukça tecrübeli. Kürtler elbette bu zemin üzerinden kendi mücadelelerini çok daha güçlü bir şekilde sürdürebileceklerdir. Sanırım herkes açısından biraz tartışmalı olan, kaygılı yaklaşımlara vesile olan temel nokta burası oluyor. Eğer bu alan açılmazsa, Kürtlerin kendi kimlik, kültür, varoluşlarından kaynaklı tüm taleplerini ifade edebilecekleri, mücadele ederek garantiye alabilecekleri alanlar, kulvarlar, yasal demokratik zeminde, anayasal zeminde belli bir güvenceye kavuşturulmazsa, zaten bu sürecin bir yürüme şansı yok. Bu konuda belli bir konsensüs olduğu anlaşılıyor. ‘Artık sizi bitiremiyoruz, Kürtler bizim kardeşimizdir!’ En faşist parti bunu çıkıp söyledi, Devlet Bahçeli. Daha sonra değişik katmanlar ve siyasette yer alan güçler, bunun kabulünü yaşadılar.
Şimdi karşı tarafta buna denk düşen bir irade ve bu iradenin pratik yansımalarını açığa çıkarırsak, artık böyle bir sürece doğru evrilebileceğimizi söyleyebiliriz
Dolayısıyla eğer bu böyleyse, o zaman bu kardeşin de kendi varlığıyla siyaset yapma, Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi sürecinin kapılarının açılması gerekiyor. Bu konuda kurulan engellemeler, bariyerler hem anayasal hem yasal hem pratik yürütme erki bağlamında kaldırılırsa, Kürtlerin bu konuda hem özgüvenleri hem büyük tecrübeleri hem de büyük bir mücadele dinamizmleri var. Bu konuda kendi mücadelelerini bu kulvarda sürdürebilirler. Mücadele bitmiyor, mücadele devam ediyor. Eğer önü açılırsa, yasal demokratik zemininde yürütülecek bir mücadeledir. Zaten bugüne kadar da Bakur Kürdistan’da esas bunun üzerinden bir mücadele hep yürütülegeldi. En etkili mücadele de buradan gelişti. Bu olmasaydı, başka dar alan faaliyetleriyle sınırlı kalsaydı, Kürt özgürlük mücadelesi bu kadar ayakta kalamazdı. Dolayısıyla zaten bu mücadele var. 35 yılı aşkın bir süreçtir kendini sürdürüyor. Zorlandı, baskılarla karşıya kaldı ama hiçbir zaman mücadele dinamizmi, azmi bitmedi. Çünkü toplumsal bir sorun var, bir ulusun, bir halkın sorunları var ve bu halkın sorunları kendisine çözüm istiyor, çözüm arıyor. PKK’nin 47 yıllık mücadelesi, 41 yıllık savaş süreci zaten bunu yarattı. Bunu garantiye bağladı. Dolayısıyla eğer bunun önü açılırsa, Kürtler mücadeleden vazgeçmiyor. Ama yasal araçları ve yöntemleri değişmiş bir mücadele sürecine girmiş olacağız. Biz şimdi onun eşiğinde bulunuyoruz. Şimdiden hemen ‘böyle oldu’ anlamında söylemiyorum. Kongre gerçekleşti, Rêber Apo’nun bu süreci götürme ve başlatma iradesi ve çağrısı vardı. Bu çağrıya bağlı olarak da PKK de kongresini toplayarak, bunu ilan etti. Şimdi karşı tarafta buna denk düşen bir irade ve bu iradenin pratik yansımalarını açığa çıkarırsak, artık böyle bir sürece doğru evrilebileceğimizi söyleyebiliriz.
Demokratik siyaseti ön plana çıkması, Kürtler ve Kürt siyaseti açısından ne tür yapısal ve politik değişiklikler gerektirir?
Öncelikle diğer cephenin yasal ve anayasal düzenlemeleri yapmasını gerektiriyor. Eğer Kürt sorunu yasal ve demokratik zeminde bir çözüm kulvarına girecekse, bu o zaman Anayasal bir sorundur. Sadece kanun ve yasa değil, Anayasal bir sorundur. Eğer bu konularda adımlar atılmaya başlar ve süreç oraya doğru evrilir, artık bu konuda atılan adımlar belli bir noktaya doğru giderse, Kürtlerin yaşamın her alanında kendi temel sorunlarının çözümüne dönük geniş bir demokratik toplum örgütlülüğüyle karşı karşıya kalacaklardır. Bu bir ihtiyaçtır. Örgütlülükleri kuşkusuz var ama bunu tüm alanlara yayılan, çok daha geniş, kendisini örgütleyen ve örgütlülük üzerinden var olan bazı sorunlarını ve taleplerini sonuca götürme mücadelesini yürüteceklerdir. Zaten Rêber Apo çağrısında da özellikle 5’inci Savunması’nda da yıllardan beri temel aldığı bir alandır. Toplumun kendisinin örgütlü olduğu, kendi temel sorunlarına kendisinin çözüm aradığı, tabi sorunlara çözüm aramak kendiliğinden olmaz, bu da demokratik toplum örgütlülüğüdür. Köy köy, mahalle mahalle, semt semt, birey birey, farklılıklar boyutuyla muazzam bir örgütlenme ile bu sürece müdahil olma, bu süreci başarıya götürme dönemine gireceğiz. Sivil toplum örgütlerinden tutun kadın örgütlerine, siyasal örgütlerden kültür örgütlerine, meslek örgütlerinden tutun her tarafta örgütlü bir toplum seferberliği ile hem kendi ulusal ve kimliksel haklarından kaynaklı sorunların çözümü için, öncelikle kendi içinde bunu örgütleyerek garantisini yaratma ve aynı zamanda ulus devletle de bu konuda bir mücadele içinde olacaktır.
Sonuçta ulus devlet zihniyeti bugünden yarına değişmeyecek. Bu da mücadeleyi gerekli kırılıyor. Şimdi Rêber Apo’nun, PKK’nin talep ettiği ya da esas bu süreçte ön çıkardığı şey, ‘engel olma, demokratik toplumun kendisini örgütlenmesini ve bu temelde mücadele etmesinin önündeki senden kaynaklı pratik engelleri kaldır’. Bunu kaldırırsan, sen ulus devlet olarak tabi ki varsın ama biz de demokratik ulus olarak örgütleneceğiz ve dolayısıyla tüm farklılıkların kendi sorunlarını bu demokratik mücadele kulvarı, demokratik mücadele yol ve yöntemleri içerisinde mücadelelerini sürdürerek yürütmesi… İşin doğrusunu isterseniz, biz bazı dönemlerde gördük. Düşman saldırıları, düşmanın yoğun psikolojik harp yöntemleri, şiddet ortamı, ister istemez bu tür koşullarda örgütleme her ne kadar iradeli ve belli bir düzeyde seyretse de tüm toplumu ister istemez kucaklama ve büyüme imkanları sınırlı oluyor ya da az oluyor.
Şimdi böyle bir ortamda Kürtler çok daha muazzam örgütlenebilirler. Sadece Kürtler için de demiyoruz. Türkiye’deki yaşayan tüm farklılıklar, kendisinin devletten doğru sorun yaşadığını iddia eden, bunu düşünen ve gerçekten de böyle olan tüm farklılıklar, tüm kesimler bu zeminde kendilerini örgütleyebilirler. Demokratik siyaset alanında kendi mücadelelerini yürütebilirler. Bazı bloklar var Türkiye’de işte, CHP etrafında oluşan bir bloklaşma var. Muhafazakar ve benzeri milliyetçi bir bloklaşma var, AKP etrafında gelişti. Ama zaten Türkiye ve Kürdistan gerçekliğinde demokratik, özgürlükçü, kadın özgürlükçü bir blok da var. Bu da bugün DEM Parti etrafında yürüyor. Daha önce HADEP’ti, daha daha önceleri de var. Sonuçta bu da bir bloktur ve güçtür. Şimdi bu çok yoğun baskı altına alındığı ve terörize edildiği için, sürekli tutuklamalar, zindanla terbiyeleri edilmeye çalışıldığı için, ister istemez belli sınırlarda duruyordu. Bunun en bariz örneğini biz 2015 7 Haziran seçimlerinde gördük. Kısmen Rêber Apo’nun yürüttüğü barış ve müzakere sürecinde bir gevşeme vardı, bir rahatlık vardı, bir çırpıda yüzde 14’e yakın bir oy potansiyeli ortaya çıkarttılar. Bugün de aslında Türkiye’de muazzam bir demokratikleşme talebi var. Çünkü ulus devlet, tekçi, inkarcı yüz yıllık gelenek, tüm sorunları hasır altı etti, ezdi, ses çıkaramaz duruma geldi. Bunun ortadan kalktığını düşünün, orada bir blok var, ortaya çıkacaktır. Kürtlerin bu konuda bir gücü var, etraflarında ortaklaştığı, demokrasi kriterleri, öncelikleri, kadın özgürlüğü, emeğin hakları, adalet eşitlik noktasında bloklaştığı ve hitap ettiği Türkiye’nin her tarafında, Kürdistan’da muazzam bir güç var. Onun bunun cirit atacağı bir alan değil. Sen de bir güçsün. Önemli olan bunun birtakım kriterleri ve garantisinin oluşmasıdır.
PKK’nin bu kararı hem bu krizler içinde debelenen Türk devletine hem topluma ne diyor, ne anlatıyor?
Rêber Apo daha ilk olarak 1988’de Mehmet Ali Birand ile görüşmelerinde bugün yaptığı bazı şeylerin satır başlarını söylüyor. "Ben muhatap arıyorum devlet içinde, muhatap yok" diyordu. Muhatap olsaydı ne yapacaktı Rêber Apo, aynen bugün yapmaya çalıştığını yapacaktı.
Doğrusunu isterseniz, 1990’lardan beri Rêber Apo’nun bu konuda çok ciddi hem düşünsel hem pratik çabaları var. Büyük emek verdi. Rêber Apo daha ilk olarak 1988’de Mehmet Ali Birand ile görüşmelerinde bugün yaptığı bazı şeylerin satır başlarını söylüyor. Hatırlanır, en ünlü sözüdür; ‘Ben muhatap arıyorum devlet içinde, muhatap yok’ diyordu. Muhatap olsaydı ne yapacaktı Rêber Apo, aynen bugün yapmaya çalıştığını yapacaktı. Bunu 90’larda yapacaktı. 93’ler gerilla açısından en zirvede olduğu dönemdir. Muazzam dönemlerdir, her taraf serhildanlarla sarsılıyor. Hatırlıyorum, arkadaşlar sonradan anlattılar. Ağrı’da, Cizre’de, Amed’de neredeyse gerilla bölgelerine dolmuşlar ‘Tendürek 1-2, Apê Musa 1-2’ diyerek gerilla taşıdığı bir ortamda, Rêber Apo bunu zorladı. Bunu geliştirmeye çalıştı. Özal bir parça yaklaşım gösterdi, ateşkesler ilan edildi, bu konuda gerçekten de ciddi ciddi çabalar sürecine yönelen adımlar atılmaya çalışıldı. Bunun alt yapısı hazırlandı. Devlet bu noktada parçalıydı. Belki küresel sisteminin de müdahaleleri de oldu. Nitekim gidip başka başka dış ülkelerden onay alıp gelen Doğan Güreş’ler oldu, bir iç darbeyle Özal‘ı öldürdüler, Eşref Bitlis’i öldürdüler. Kendi içinde bir tür temizlik yaptılar. İdeologlarını katlettiler, işte Uğur Mumcu‘yu katlettiler, Lice’de Bahtiyar Aydın’ı katlettiler. Bir sürü kendi özel savaşın bize karşı uygulamasının aklı ve mimarı olan Cem Ersever bile ‘artık bu iş silahla olmaz’ dediği için götürüp öldürdüler. Kendi içinde bir temizlik yaptılar. Bizim içimizde de anlaşılan bazı etkileri var, sızmaları var. Başkan o süreçte değerlendirdi, işte Şemdin Sakık 33 askeri yol keserek öldürdü, istihbaratın da sonradan içeriden verildiği anlaşıldı, belki daha önceden teması oldu. Bazı iddialar da vardı, Yeşil’in Şemdin Sakık ile telefon görüşmesi yaptığı iddiaları da var. Kısacası bizim içimizde ve devletin içinde bir provokasyon vardı ve o süreç tasfiye edildi.
Çok şiddetli bir savaş sürecine girdik. Kesit kesit geliyor ve hep devam etti. Rêber Apo Kürt toplumunda özellikle 1990 serhildan dalgasının ortaya çıkmasıyla birlikte sanırım sonuca ulaşıyor: Artık Kürtler yok edilemez, bitti. Kürtlük artık tavsiye edilemez, asimile edilemez, yok edilemez. Bunun ötesi tabii karşımızda küresel sistem, Ortadoğu gerçekliği, Türk devleti gerçekliği, bununla ilgili ilk günden beri Rêber Apo’nun çok köklü okumaları var. Bunun daha fazla yıkıma, daha fazla ulusal boğazlaşmalara yol açmadan acaba Kürt halkının haklarını çözüme götürebilir miyiz? Eğer devlet buna biraz kapı aralasaydı, zaten o süreçte bunlar gelişecekti. Şimdi bugüne kadar uzadı, iki taraftan on binlerce insanın yaşamına mal oldu. Kürdistan’da binlerce köyün yakılıp yıkılmasına yol açtı. Bazı şeylerin yerle bir olmasına yol açtı. Ama sonuçta gelinen nokta yine burasıdır. Onların tümünü de Rêber Apo söylüyor zaten, ‘gideceğimiz nokta burasıdır’ diyor. Çünkü tıkanan bir savaş var, ne o Kürtleri yenebiliyor, ne Kürtler onu tümden Kürdistan’dan söküp atabiliyor. Bazıları bu konuda boşuna niyet okumasınlar, Kürtler zaten bunun için mücadele yürüttüler. Ama anlaşıldı ki, Başûr Kürdistan’da da görüldü, Rojava Kürdistan’da da görüldü, Bakur Kürdistan gerçekliğinde de böyledir. Ayrıca sizin soykırım rejimini bir yerlere dökerek, ülkeden tümden kovarak, bir noktaya varma şansınız yok. Aynı zamanda soykırım rejimi de seni yok edemiyor.
Rêber Apo baştan beri hep bunlardan uzak durdu. Buna inandı, Kürtlük yurtseverliği muazzamdı. Kürtlerin kendi kimlikleri ve var oluşları üzerinden bir yaşam ama aynı zamanda sağıyla, soluyla özellikle onu egemenlik altına almış olan devletlerin topluma 100 yıla yayacak bir savaşa karşı çok büyük tedbirler alındı. Bugün de kaygısı budur. Bunu şimdi çok daha iyi anlıyoruz. Gerçekten de sadece son bir yıl buçuk yıllık İsrail-Filistin davasına bakın, insanın aklı almıyor, tam bir cinnet hali! Ve bu hiçbir ulus devletten uzak değildir. Bu ne İran için uzaktır ne Suriye için uzaktır ne Irak için uzaktır ne Türkiye için uzaktır. Saddam’ın yaptıklarını biliyoruz, Türk devletinin yaptıklarını biliyoruz, Zîlan’da, Ağrı’da, Koçgiri’de, Dersîm’de yaptıklarını biliyoruz. Bunlar bilmediğimiz şeyler değil. Kısacası bu potansiyel çok güçlü var. Tabi bunun da buraya evrilmeden ama aynı zamanda Kürtlerin de varoluşlarının garanti altına alındığı bir çözüm olabilir mi? Rêber Apo bunu zorluyor. Şimdi bunun bir denemesi var. Bu konuda cesur adımlar atılıyor. Rêber Apo çok ciddi bir inisiyatif aldı. Kendi halkına, örgütüne ve yarattığı birikime de güveniyor. Kendi öz gücüne de güveniyor. Bu konuda Ortadoğu’daki gelişmelerin yol açtığı büyük tehdit ve tehlikeleri de görüyor. Böyle bir konjonktürde stratejik önderliğin oynaması gerektiği muazzam rolü oynuyor ve müdahale ediyor.
Müdahalesi nedir? Eğer gerçekten siz tarihsel olarak Kürtlerle bir ortaklığı düşünüyorsanız, zamanı şimdidir. Şimdi yapmazsanız, Kürtler tabii ki çok büyük trajediler yaşarlar ama sizde çok büyük kaybedersiniz. Kazananı olmaz bunun. Kürtler tümden yok olmaz ama çok büyük yaralar alınır. İşte Rojava‘ya dönük tehditler biliyorsunuz, Başûr’a dönük tehditler, hiçbir yerde Kürtlük garanti altında olmayacak. Çok iyi direndik, direniriz de… PKK’nin çok sağlam fedai damarı vardır. Ama şu da bir gerçeklik, Ortadoğu konjonktür ve gerçekliği, onun doğru okunması ve bu halkı en doğru yollarla, çok fazla darbelenmeden, çok fazla acılar yaşanmadan, bu acılar sonradan bir trajediye dönüşmeden, bu halkın kimliğinin, varlığının bir teminatı nasıl yaratılabilir, nereden garantiye alınabilir? Bu konjonktürde Kürtlerin önünde bulunan zorunlu bir kavşaktır. Büyük tehditler var. Bu hareket ve Önderlik ilk çıktığı andan itibaren tek derdi bu halkın yok olmaması, iki özgür olması. PKK bunun için kuruldu. PKK, Kürt özgürlüğünün, demokrasinin, özgürlüğün öncüsüdür, bunun aracıdır. Kurduğu ordular da böyledir, Önderliğin kendisi bile böyle tanımlıyor. ‘Ben bunun için varım’ diyor, ‘PKK bunun içindir’ diyor. Bunlar araçlardır, esas olan Kürt halkının bulunduğu coğrafyada özgür, demokratik, eşit haklarla yaşamasıdır. Bu araç bazı şeyleri tamamladı. Nedir; Kürt uyanışının gerçekleştirdi, Kürtlerin bilincini geliştirdi, Kürtlerin özgürlük talebini ölümüne bağlılığını ortaya çıkardı, bunu ortaya çıkardığı oranda da parça parça karşı tarafın Kürdü yok edeceği umudunu kırdı. Bu çok büyük bir devrim, düşünün ki Türk devletinin bu umudunun kırılması… Nedir ‘artık bu Kürtleri ben yok edemem, olmuyor, kardeşimdir, beraber bir şey yapalım’ diyorlar. Bu ortaya çıkınca, Rêber Apo bu stratejik rolü devreye koydu.
Mücadele araçları değişiyor, en önemli bulunması gerektiğini düşündüğü nokta burasıdır. Bir, Kürtlerin işi bitmiyor, mücadele bitmiyor ama mücadelenin aracı ve yöntemleri değişiyor. Bu belki çok daha meşakkatli, bu konuda şöyle bir şey de söylemeliyim, bugüne kadar Kürt halkı doğası gereği, normal, anlaşılır bir şekilde, şöyle bir ruhiyeti ve psikolojiye kavuştu; ‘Benim bir sahibim var, sıkıntıya girersem bana sahip çıkar, beni korur.’ Kim PKK. Şimdi PKK kendini feshedince, silahlar da bırakılacak diye konuşunca, herkes kendisini sahipsiz hissediyor. Bu bir yere kadar anlaşılır. Ama esas olarak bu bitmiyor, hiçbir PKK’li, PKK’lilikten vazgeçmiyor. PKK’nin yarattığı anlam için söylüyorum, kurumsal olarak vazgeçiyor elbette. Kendisini feshediyor. Ama PKK’li ne için vardır, özgür Kürdistan, insanca yaşamak, demokratik bir ortamda yaşamak. Bu mücadelesi devam ediyor. Dolayısıyla bu amaç devam ediyor. Bunun öncülüğünü şimdi DEM Parti yapar. HADEP olur, DEHAP olur… Sonuçta mücadele devam edecek. Bir de şöyle bir şey var: PKK mücadele yürütüyor, güçleri var, biz destekleriz, bize bir imkan doğar, özgürleşebiliriz. Şimdi bu düşünce de değişmek zorunda. Herkes bu işin öznesi olmak zorunda. Her Kürt soykırım rejimi tehdidi altındadır, kimlik sorunu yaşıyor, özgürlük sorunu yaşıyor, bunun yanında demokratikleşme sorunları yaşıyor, kültürel sorunlar yaşıyor. Kendisi aslında işin sahibi ve öznesidir.
Ekim ayından bu yana temel gündem bu. PKK’nin aldığı karar hem Türkiye kamuoyuna ve siyasetine hem de Meclis’teki dengelere nasıl bir etkide bulundu?
Aslında PKK’nin kongre sonuçlarının Türkiye’yi aşan sonuçları olacak, bu kesin. Sonuçta Ortadoğu’da ayakta kalmak zordur. Devletler bile ayakta kalmıyor. Ama PKK hareketi 1979’da Rêber Apo’nun Rojava’ya geçişini esas alırsak yarım asırdır yaşıyor, bu az değil. O coğrafyada üstelik Kürt sorunu çerçevesinde ayakta kalmak kolay değil. Bu hareket yol açtığı sonuçlar itibarı ile Ortadoğu’da ciddi bir aktör haline geldi, stratejik bir denge oldu. Ortadoğu’da bir köprü düşüneceksek, birçok ayağı varsa; bir ayağı PKK etrafından gelişen hem mücadele hem örgütlenme hem de toplumsal güç ve dinamizm oldu. Bu hareketin değişimi sarmal olarak Ortadoğu’daki tüm dengelere etkide bulunacak. Ama en ciddi şekilde Türkiye’ye etkileri olacak. Türkiye şimdiye kadar Kürtleri ‘terörize’ ederek uluslararası alanda, bölgede saldırı gerekçeleri yaptı. Türkiye bunu kendine bir ‘meşrutiyet kazanma’, kalkan yaptı. Türkiye’de 1923’te kurulan tekçi, kaskatı, tüm renkleri ret eden, farklılıklar ‘ben varım’ dediğinde çok şiddetli bir şekilde üstüne giden, her açıdan (dil, kimlik, inanç, cinsiyet ve benzeri) teklik projesiydi. Türk, Sünni ve erkek olacak. Bunun üzerine kurulu bir sistem. Eğer Kürt sorunu kardeşlik temelinde çözülecek ise, bu otomatikmen kurulan Cumhuriyetin demokratikleşme sürecine girmesi anlamına geliyor. Bu şu demek; paradigmanın değişmesi, parametrelerin değişmesi anlamına geliyor. Bazıları hala tartışıyor; ‘AKP bundan yararlanacak. CHP bilmem ne olacak.’ Mesele AKP, CHP değil.
Türkiye’de tümden bir siyasi yöntem, varlıkların kendilerini tanımlama alanları ile alakalı. Kürt sorunu bir anlamda işin merkezine oturdu. Türkiye devleti tarafından sorunun çözümünde en tıkaç nokta haline dönüştürüldü. Bu tıkaç açılırsa, birçok şeyin üstü açılmış olacak. Türkiye’de gerçek anlamda Demokratik Cumhuriyet denilen sürecin kapıları aralanacak. Bu birilerinin isteyip-istememesi ile alakalı değildi. Bu öznel şeyler ile alakalı değil, aynı zamanda objektif şeyler ile ilgili. Elbette sübjektif alan da önemlidir. Devlet aklının alacağı kararlar önemlidir. Bu kesim ‘Kürt sorununu demokratik siyaset ile ele almaya hazırız. Silahı bir tarafa itin, alan açıktır’ diyorlarsa, otomatikmen Türkiye’de çok ciddi bir değişim ifade edilecektir. Bu değişim Kürtler ile sınırlı kalan bir değişim olmayacaktır. Hayvan hakları, ekoloji, Laz, Çerkez, Arap, Tomak, Roman, Alevi, Hristiyan, Süryani, Êzîdi ve benzeri birçok yerde alan açılacak. Bu Türkiye’de demokratikleşmeye giden yolda kapı aralamaya zemin hazırlayacak. Gerisi bu güçlerin, varlıkların yüz yıllık Cumhuriyetten muazzam sıkıntı yaşayanların yan yana gelmesi ve örgütlenmesi… Bunların yan yana gelmesini engelleyen ve baskılayan mekanizmanın geri çekilmesi gerek. O zaman bu muazzam bir kuvvet doğuracaktır. Türkiye çok daha büyük bir değişim ve dönüşüm sürecine girecektik.
Abdullah Öcalan’ın çağrısının ardından 1 Mart’tan itibaren PKK ateşkes ilan etti ve tarihi kongresini gerçekleştirdi. Baktığımız zaman devlet şu ana kadar bir adım atmadı. Gelinen aşamada adım atma sırasının devlette olduğu çağrıları sık sık yapılıyor. Ancak PKK devletin adım atmasını beklemeden tarihi adımlar attı. Bu saatten sonra devlet/iktidar nasıl adımlar atmalı, atılan adımlara nasıl bir yanıt vermeli?
Kürt halkı önce bazı tereddütler yaşasa da Rêber Apo’nun çağrısına muazzam bir sahiplenme gösterdi. Kürt halkı Rêber Apo’nun duruşunu ve mesajını görünce destek verdi. Bunu Newroz, 8 Mart ve 4 Nisan’da gördük. Sonraki süreçte de bu destek devam etti. Kürdistan’ın birçok yerinde DEM Parti tarafından yapılan onlarca toplantıda muazzam bir destek aldı. Bir destek de PKK tarafından verildi. PKK, Rêber Apo’nun çağrısına sahip çıktı. ‘Madem ciddisiniz biz silah aşığı değiliz. Kanla bu işi çözeriz demiyoruz. Sorunun çözümünün demokratik ve siyasi alana çekmenin önünün açılmasını istiyoruz. Sürecin önünde silah engel ise biz bu adımı attık’ dedi. Silahların ortaya çıkış nedeni neydi? Bir sorun vardı. Olmayan bir şey için bu kadar mücadele ederek ayakta kalamazdı. Destek bulamazdı. PKK çıktığında Rêber Apo ile küçük bir grup halinde başlayıp milyonların bulmuşsa, bunun nedeni birilerinin Rêber Apo ve arkadaşlarının fiziğine çok hayran kaldığı için olmadı. Yaraları, sorunları var. Rêber Apo ve grubu bu acıya doğru dokunduğu ve bu acının tedavisine doğru, en gerçekçi yaklaştıkları için destek bulmuşlardır. ‘Şimdi bu sorun var ama silahlı mücadeleyi diğer yöntemler ile çözelim’ diyorsanız, karşı tarafın adım atmasını gerektiriyor. Daha doğrusu düzenleme yapmasını gerektiriyor. Bu şu demek; Kürtlerin ortaya çıkan demokratik siyasal iradesinin siyasete yansıması önündeki engellerin kalkması gerekir. Kimlik eksenli, Kürtlerin varlıklarından kaynaklı haklar -Kürtler, PKK ve Rêber Apo bundan vazgeçmez- karşısında bundan sonra şiddete başvurulmaması. Devletin yürüttüğü tartışmada da bu yok.
Rêber Apo’nun 27 Şubat çağrısından PKK’nin kongresine kadar, devletin ve AKP’nin yaptığı açıklamalarda şunu görüyoruz; ‘Ortadoğu’da bir kriz kargaşa var, birileri Kürtleri bize karşı kullanabilirler, biz kardeşiz gelin biz birbirimizi öldürmeyelim sizde bizim kardeşimizsiniz, gelin birlikte bu Cumhuriyeti birlikte kuralım. Asli unsursunuz’ diyorlar. Asli unsur şu değildir; Sen Türk olarak varsın. Türk olunsaydı, zaten bu savaş olmazdı. Ayrı bir kimlik var, inkar edilmiş, asimilasyon dayatılmış. Bundan kaynaklı Kürtler bunun mücadelesini sürdürecekler. Şimdi önemli olan Kürtlerin bu mücadelelerini sürdürme süreçlerinden açılan alanda demokratik, yasal güvenceler altında bunu yapabilecekler mi? Bu devlete sorumluluk yüklüyor. Önemli bir sınıra gelindi. PKK’nin silahlı mücadeleyi sonlandırma ve PKK’yi feshetme kararından sonra devlet eğer burada ciddi, süreci ilerletecek bazı yaklaşımlar göstermez ise, bu işin çok fazla geleceği olmaz. Rêber Apo’nun, PKK’nin, Kürt halkının tüm iyi niyetine rağmen olmaz. Konuşulan şu değil; 41 yıl savaştınız, 47 yıldır partisiniz, bu iş berabere kaldık, dağıtalım gitsin! Bu satranç oyunu değil ki.
Cumhuriyeti esas alırsak -kaldı ki daha eski bir sorun- yüz yıllık bir sorun var. Cumhuriyet kurulduğundan beri, PKK’nin özellikle kongre metninde belirlediği gibi; 1924 Anayasası’ndan itibaren inkar, ret ve asimilasyon ile karşı karşıya bırakılan bir halk var. Bundan dolayı mücadele yürümüş. Bu mücadelenin silahlı mücadeleye evrilmesinin nedeni; retçi, tekçi, kas katı baskıları dayatmanızdır. Kürtlük adın bir dernek bile kurulamaz. Kürdistan’da kurulan ilk dernek Devrimci Doğu Kültür Ocakları’dır (DDKO). Adı doğudur, Kürdistan’ı kullanamazsın, seni ezerler, mahfederler. Kürtleri isyan etmeye mecbur bırakmış. Kürtler iç sorunlarında barışçıl bir halktır. Birbirlerini zaman zaman öldürme nedenleri de yaşam ile alakalıdır. Durup dururken kimse kimseyi öldürmez. Kürtler en son isyan edecek halktır. Bunu; Şêx Seîd, Seyit Rıza’dan biliyoruz. Çevresi kuşatılmış ama hala Türkler ile anlaşabileceğine inanıyor. Seyit Rıza savaşmak istemiyor. Türklerin karakterini biliyor ama hep bir barış, dostluk arıyor. Osmanlıda Ruslara karşı savaşan bir insandır. Komutanlık yapmış, askerler yönetmiş Seyit Rıza. Türkler ve Kürtlerin böyle tarihsel bir geçmişi var.
Rêber Apo ve PKK’nin ortaya çıkardığı Kürtlük düzeyi bir değil, yüz bin tane isyan yapabilir. Her Kürt artık bir isyancıdır. Bir isyan geldi bir noktaya dayandı, bundan sonra kendini tüketmektir. Artık bir noktaya geldi.
Bu sonuçta bir isyana dönüşmüş. İsyanların gerekçelerini çözemezsen, PKK’yi bitirsen de isyan devam eder. PKK kendini feshetmek ile bitmez. Bunu Türk devlet aklı anlamış diye düşünüyorum. Bu PKK ile alakalı bir şey değil. PKK bir neden değil, yaşanan bu sorunun bir sonucudur. Bu sorun bitmeze, 10 PKK kurarsın, ne olacak? Adı farklı olur. Rêber Apo ve PKK’nin ortaya çıkardığı Kürtlük düzeyi bir değil, yüz bin tane isyan yapabilir. Her Kürt artık bir isyancıdır. Bir isyan geldi bir noktaya dayandı, bundan sonra kendini tüketmektir. Artık bir noktaya geldi. Bu noktadan sonra trajediyi daha da büyütmeden bir çözüm bulmak gerek. Rêber Apo’nun ısrarla istediği şey budur. PKK de bu ısrara kongre kararı ile ortak oluyor. Sırf Rêber Apo istedi diye değil, PKK de buna inanıyor. Yıllardan bu yana PKK öncüleri bunu söylediler zaten. Dönüp geçmişte söylenenlere bakılabilinir. Önder Apo üzerinde en ağır tecridin olduğu zamanlarda bile PKK adına bağlayıcı söz söyleyenlerin bu konuda demeçleri var. ‘Siyaset alanı açılsın, Cumhuriyetin demokratikleşmesinin önü açılsın, Kürt sorunun barışçıl, demokratik yollar ile çözülmesinin önü açılsın’ demek silahlı mücadele devre dışı bırakılabilinir demektir. PKK ve PKK etrafından oluşan kitle hiçbir zaman silahı temel bir araç haline getirmedi. Rêber Apo’nun bu konudaki ideolojik, örgütsel öncülüğü buna izin vermiyor. Mecbur kalındığı için başvurulan bir mücadeleydi. Bu mecburiyet kalkarsa, Kürtlerin diğer yol ve yöntemler ile muazzam şeyler yapma gücü vardır.
Bu konuda her Kürt kendine güvenmelidir. Bu tüm Ortadoğu’yu değiştirebilir. Esas bizim bugüne kadar öz savunmamız örgütlülüğümüzdü. Örgütlü toplum, halkın desteği gücümüzdü. Elbette burada silahlı direnişin, gerillanın ciddi bir yeri var ama esas yenilmezliğimiz gerillanın ve hepimizin ayağımızı bastığımız topraktan geldi. O bize can verdi. Esas direniş odur. Wan’dan Colemêrg’e, Amed’ten Semsûr’a kadar her yerde muazzam kök salmış bir güç var. Kadın, gençlik var. Bunlar öz savunmadır. ‘Gerilla olmaz ise ezer’ dönemi bitti, o iş olmaz. Kürtler bin tane isyan çıkarabilecek noktadadır. Hem akıl hem tecrübe hem de birikim olarak belki daha iyisini yaparlar. Çok daha muazzamını yaparlar. PKK böyle bir miras bıraktı. Hala bu mirasın başında bekliyor, bir yere de gitmiş değil. Öyle bir durumda da var. Bugün milyonlarca PKK’li var. PKK’yi bir örgüt olarak düşünmeyin. Onun ötesindedir. Bir ruh, bilinç, yaşam, duruş, oturuş tarzı… Böyle milyonlarca insan var. Her dört parça Kürdistan’da, yurt dışında, her kıtada var. Yurtseverlik bilinci uyanmış her Kürt’te PKK’lilik var. Kolu kanadı kırılmış bir durum ortada yok. Yasal düzenlemeler ile ilgili kimi bilgiler konuşuluyor. Artık bunun gündeme gelmesi gerek. Bu ciddi bir sorun, hızla olmayacak, yarın yapılmayacak. Biz bunları biliyoruz. Ama parça parça buraya evirilen karşılıklı adımların atılması gerekiyor. İki tarafın atması gereken adımlar var, bir tarafın ciddi dayatmaları vardır, PKK’nin silah bırakması ve kendini feshetmesini istiyorlardı. Risk mi dersiniz, cesaret mi dersiniz, Rêber Apo’nun inisiyatif alma gücü ile bu oldu. Diğer tarafın liderliği böyle bir inisiyatif alabilecek mi? Oradan böyle bir ivedilik bekliyor. Devlet Bahçeli, Erdoğan ya da hepsi beraber mi? Hiç görmediğimiz güçler bu iradeyi gösterebilecekler mi? Hep birlikte göreceğiz. Yoksa eski edebiyatı mı tekrarlayacaklar? Eskinin tekrarlanmayacağı noktasında kimi emareler var. Emareler var diyorum ama önümüzdeki süreçte bu netleşecek.
Kongre kararlarının Suriye, İran ve Irak açısından ne tür sonuçları olur?
Böyle bir sorun Rêber Apo’nun açtığı çerçevede bir sonuca giderse, bir başarıya giderse, bunun tüm bölgeye etkileri olacak, özellikle Kürdistan’ın diğer parçalarına. Rojhilat’ta bir model olacak, bu kesin. Rojava için ısrar ediyoruz. Bu konuda bazı deneyimler ortaya çıktı. Suriye bölündü dört devlet çıktı, ne olacak! Dört yeni sorun. Bazıları fırsattır, devlet kuralım diyor. Kuralım, ne olacak? Her gün savaşta mı olacağız? Böyle olduğunu da gördük. Deneyimlemeye ne gerek var, İngilizler kurdu, yüz yıldır Ortadoğu bir cehenneme döndü. Halkların mezarına dönüştü, inançların, kültürlerin mezarına dönüştü. Bize de bunu dayatıyorlar. Rêber Apo bunun için çözüm var diyor. Çözümün merkezinde Kürt’tün özgürlüğü var, özgürlük nedir; kendi kendisini yönetecek. Kendi coğrafyasında kendisini yönetecek, kendi dili, ulusal varlığı, kimliği özgür olacak. Sınırlar sana ait olsun, bayrağı dursun. Ama bizim sembollerimiz de olacak elbette. Bunun yöntemleri farklılaşabilir. Zaten Başurê Kürdistan’da bir model var. Model kendi içinde bazı sorunları da taşıyor. Yarın ne olacağı, nereye gideceği belli değil. Henüz netleşmedi. Doğru, Başûr Kürdistan’da bir federe yönetimi var. O bölgeyi kontrol de ediyor, belli bir güç de var. Ama henüz garantisi yok. Kürtlerin Başûr’daki statüsünün de bir garantisi yok. Çünkü henüz bu savaş bitmedi.
Ortadoğu’nun ilk müdahalesinde Amerika bir paralel kurdu, 36’ncı paralel, belli güvenceler oluşturdu, Saddam’a müdahale ettikten sonra bir federe yapı oluşturdu. Ama bu savaş devam ediyor, 3. Dünya Savaşı’nın Ortadoğu ayağı devam ediyor. Belli 10-15 yıl daha sürecek, öyle kolay değil. Kürtlerin genel durumu bunun sonucunda belli olacak. Biz genelde Bakurê Kürdistan’da Türkiye devleti ile yürütülen bu sürecin başarısı, dört parça Kürdistan için yeni bir alan açabilir. Tüm Ortadoğu’nun, İsrail-Filistin sorunundan tutun tüm ülkelerin benzer sorunları var. Bu sorunların tümünü çözümüne de bir vizyon sunmuş olacak. Ama en önemlisi gerçekten bu konuda akıllı ve stratejik yaklaşımlar olursa, sadece Kürtler de değil, Kürtler ve Türkler, Türkiye ve Kürdistan beraber Ortadoğu’ya yeni bir vizyon da sunabilirler. Kimdir bu sürecin öncüleri, birisi nettir, Rêber Apo’dur, diğeri Erdoğan ve Bahçeli’dir. Belki üçü Nobel Barış Ödülü de alacaklar. Ama aynı zamanda terste geçerlidir. Ortadoğu’da herkes bıçağını bilemiş, neredeyse birbirini kesmeye çalışıyor. Suriye örneğini gördük, iki günde Şam’a gittiler, üçüncü gün Alevi kırımına başladılar. Böyle bir coğrafya. Filistin-İsrail davasında görüyoruz, Irak’ta hala devam ediyor, İran’da ne olacağını bilmiyoruz, Libya tam bir cehenneme döndü. Bu konuda Türkiye ve Kürdistan sorununun çözümü bağlamında Rêber Apo’nun açtığı alanda bir gelişme bir çözüm ortaya çıkarsa, bu aynı zamanda Ortadoğu’nun geneline de bir alternatif vizyon olarak sunulacaktır. Ya da Rojava‘nın sunduğu vizyon daha görünür olacak, daha güçlü olacak.
Uluslararası güçlerin, Avrupa Birliği veya ABD gibi aktörlerin rolü hakkında neler söylersiniz?
PKK’nin Kongre açıklamasında buraya da dikkat çekmiş haklı olarak. Kürt sorunun oluşumunun temel aktörleri Avrupa’dadır. Özellikle Sykes-Picot Antlaşması, sonra Lozan’ın bunların denetiminde geliştiğini biliyoruz ve yüzyıldır Kürt soykırım rejiminin sürdürülmesinde de payları var. Hem oluşum itibarıyla hem sürdürülmesi itibariyle. Bizzat PKK öncülüklü mücadele deneyimi de bunun böyle olduğunu ispatladı ve gösterdi. Dolayısıyla haklı olarak PKK Kongre açıklamasında, ‘Bu sorunun oluşmasında payınız var, bari çözümüne engel olmayın’ şeklinde bir çağrı var. Gerçekten de Ortadoğu’nun bu kriz ve kaos ortamında, giderek tam bir boğazlaşmaya dönüştüğü bir yerde, Türk ve Kürtlerin geliştirmeye çalıştığı barış ve demokratik inisiyatif, irade desteklenmeye değerdir. Umarız bu sefer desteklerler. ‘Umarım’ bilerek kullandığım bir ifade. Çünkü halkların genel demokratik, özgürlükçü çıkarlarına denk düşen şeylerin sonuçları çok fazla merkeze konularak bunlar tarafından değerlendirilmiyor. Daha çok çıkarlar ekseninde yaklaşılıyor. Şimdi halihazırda hem Rêber Apo’nun 27 Şubat açıklaması, hemen hemen çok açıklama yaptı ‘destekliyoruz sunuyoruz’ dediler. Sonra Kongre aşaması da büyük bir yankı uyandırdı, birçok çevre, devlet olumlu bulduklarını, başarıya ulaşması için büyük bir fırsat doğduğunu söylüyorlar. Bizim de beklentimiz gerçekten yüz yıldır karar verilen ve yürütülen bu soykırımcı politikaları ve uygulamaları desteklemekten vazgeçilmesi. Tam tersine özgürlük ve demokrasi için başlatılan sürece katkı sunulmasıdır. Bunu beklemek hakkımızdır. Bu konuda tabii ki böyle bir rol oynarlarsa, pozitif katkılarının olacağını bilmek gerekiyor.
Sonuçta etkili güçlerdir, basite alınacak güçler değildir Avrupa ülkeleri, Amerika, bunlar önemli aktörler. Çin, Rusya… Belki coğrafyamızda Çin’in çok görünürlüğü yok ama önemli aktörler. Bu süreçte Kürt halklının da bizim de beklentimizin bu yönde olması anlaşılırdır. Yapabilirse çözüme katkı vermeleri, olmuyorlarsa da engel olmasınlar… Bu Kongre’nin sonuç bildirisinde de var. Avrupa bu konuda pozitif bir rol oynayabilir, çok zararlı olmaz. Avrupa’da bir sürü Kürt yaşıyor. Onlar da Türkiye’ye destek vermek için yıllardır ‘terörist’ olarak listelere alıyorlar, buna uygun muameleler yapıyorlar, yönetimler var. Hala birçok Kürt çocuğu cezaevlerinde. Bunlardan da vazgeçilmesinin tam da zamanıdır. Avrupa her 6 ayda bir ‘terör listesi’ni yeniliyor, ilk adım olarak bundan vazgeçebilirler, bunu geri çekebilirler. Zaten hakları da kalmadı, kendisini fes eden, silahlı mücadeleye son verdiğini açıklayan bir hareket var. Bunu sadece hareket söyledi, bunu yapsın anlamında söylemiyorum, gerçekten sürecin ilerlemesinde pozitif bir katkı olur. Türkiye’nin hem rahat adım atmasını sağlar hem Kürtlerin daha etkili bir şekilde sürecin barışçıl ve demokratik zeminde yürütülmesi ve geliştirilmesi için rollerini oynamasına imkan sunar. Umarız bu tür yaklaşımlar onlar tarafından da değerlendirilir ve bu sürecin hızlı bir şekilde yasal ve demokratik zemine, özgürlükçü zemine kaymasına katkı sunarlar.
Söyleşinin başında provokasyonlara dikkatler çektiniz. Şüphesiz her dönem olduğu gibi bu sürecin de tehlikeleri var. Bu süreçte savaştan rant elde eden kesimlerden de sıkça söz ediliyor. Kim bunlar, bu süreç ne tür tehlikeler barındırıyor?
Kuşkusuz ele alınan sorun, Kürt sorunudur, ciddi bir sorundur. Kürt sorunu ve 47 yıllık PKK direnişi, 41 yıllık savaş süreci, kendi etrafında bir sürü ilişki ağı da oluşturdu. Sadece diplomatik ve siyasi ilişkiler değil, birçok rant ilişkileri de oluşturdu. En basitinden alın, Kürdistan’da bir koruculuk sistemini geliştirdiler, hepsi kirli ilişkilere büründü. Uyuşturucudan tutun orman kırımına, ağaçları kesip satmaya kadar, insan kaçakçılığından tutun silah kaçaklığına kadar… Bunlar biliniyor. Muazzam bir rant alanı oluşturdu. Devlet ‘PKK’ye karşı yanımda dur diğer şeylere göz yumarım’ diyor. Bu da kendisiyle birlikte içeride bir şeyler yarattı. Devletin kendi içerisinde de değer yarattı. Savaş, en çok savaştığını iddia edenlerin devlet içerisinde ağırlığını ve ağalığını da oluşturuyor. Tansu Çiller ‘Vatan için kurşun atan da yiyen de bizim için şereflidir’ diyordu. Kimdi onlar, sözünü ettiği en karanlık tiplerdir. Bir sürü cinayete karışmış, Türkiye’de aranan Abdullah Çatlı’ydı ve onun karanlık ekibiydi. Bir sürü savaş üzerinden karanlık faili meçhul cinayetlerin mimarıdır. Dolayısıyla devletin içinde de bu savaştan dolayı muazzam bir güç odağı oluştu. Ordunun içerisinde, emniyetin içerisinde, istihbaratın içerisinde, bunun üzerinden uluslararası istihbaratlarla, farklı güçlerle ilişkiler oluştu, rant ilişkileri oluştu. Mehmet Ağar gidiyor milyon dolarlık otele çöküyor, neye dayanarak çöküyor. Devlet içindeki bu karanlık odağa güvenerek çöküyor. Bizim bildiğimiz bir kısmıdır. Çok daha geniş bir ilişki ağı oluşmuştur.
Tabii ki Türkiye’nin demokratikleşmesi demek, birilerinin bu kadar oraya buraya çöktüğü bir Türkiye olmaktan çıkacak. Amiyane tabirle askerin, polisin borusu bu kadar ötmeyecek. Bunlar çünkü bir ayrıcalık yaşıyorlar. Bunun psikolojik, sosyolojik, ekonomik, yetkisel, şiddet erkini elinde bulunduran ve daraltarak elinde kullanana kadar bir sürü boyutu var. Aynı zamanda bir sürü farklı farklı ağlar da oluşmuş. Bunu ben söylemiyorum, biz söylemiyoruz, Türk basınında çıkıyor. ‘Kolombiya’dan kalkıp nereye giden kaç ton kokain var’ diyorlar. Devletin kendi ellerinde olanların isimleri geçiyor. Bunu biz söylemiyoruz. Bunların bunu yapması sadece bir mafya ilişkisi değildir. Kürt özgürlük mücadelesine karşı yürüttükleri savaşın onlara sunduğu imkanlarla yapıyorlar. Kirlenmeye yol açıyor. Dolayısıyla bir devlet içerisinde Enverci, inkarcı kafa bitmiş değildir. Bunların da örgütlülüğü var, bazıları bunu açık bir şekilde ifade ediyor. Mitinge çağırıyor mesela İYİ Parti… Birisi şimdi cezaevindedir ama ateş püskürüyor. Bunlar sadece bir birey olmaktan ibaret değil, bir eğilimin temsilcisidir. Bu eğilim sadece sokakta üniversite gençlerini etkileyen değil, devletin içinde de var. Kendileri devletin elemanı… Siyasetçi, profesör falan değiller, özel harp elemanlarıdır. Bu konuda için sıkı tutulması gerekir. Bölge çok karışık, herkes Kürt sorununun çözümü veya çözümsüzlüğünü ne üzerinden ele alıyor, kendisine ne getirir ne götürür. Ortadoğu denklemi içerisinde kendi stratejik hesapları bağlamında, Kürt sorununun varlığı mı çözümü? Böyle bakıyorlar. Ama kendi ilişkileri üzerinden, kendi hesapları üzerinden bakacaklar. Bu tür dönemler çok karambol dönemler ve tehlikeli dönemlerdir. Peki bunun panzehiri nedir, pratik dikkat tamam ama bu yetmez. Bu süreçler bisiklet gibidir, pedal durmamalı, durursa devrilirsin.
İlk defa Türkiye böyle olumlu bir iklim yakalamış. Muhalefetin büyük çoğunluğu, hükümetin iki ortağı neredeyse yüzde 80 siyasi alan bu işin içinde, destek veriyor. Bu ciddi bir konsensüs.
Bu süreç Rêber Apo’nun başlattığı, Bahçeli’nin ‘tamamdır’ dediği, Erdoğan’ın destek verdiği, Özgür Özer’in ‘olsun’ dediği, bu konuda olumlu bir hava var, onu da söyleyelim. İlk defa Türkiye böyle olumlu bir iklim yakalamış. Muhalefetin büyük çoğunluğu, hükümetin iki ortağı neredeyse yüzde 80 siyasi alan bu işin içinde, destek veriyor. Bu ciddi bir konsensüs. Kürt özgürlük hareketi tümden bileşenleri ile bunu sahiplendiler. Tehlike ve riskler de büyüktür, bunun tek çözümü hızlı bir şekilde adımlar atılmalıdır. Toplumda ikna ve güven duygusu ne kadar hızlı gelişirse, provokasyonların etkili olma şansı o kadar azalır. Ama düşünün ki iki tarafın da güvensizliği, adımların geç atılması, atılmaması, geciktirilmesi, bu güvensizlik duygusunu ayakta tutacaktır. Bu güven duygusunun çok diri canlı olduğu yerlerde, en ufak bir vuruş bir sürü krize, tehlikelere yol açacaktır. Ama toplum karşılıklı bazı adımların atıldığını, gerçekten iki taraftan da çözüm idaresinin olduğunu gördüklerinde bazen çok iyi bir yumruk atılsa dahi süreci bozamazlar. Ama şimdiki konjonktürde küçük bir tıp bile ortalığı allak bullak edebilir. Bu risk var. Dolayısıyla en büyük tedbir, iki taraflı güven arttırıcı adımlar atılmasıdır, sözle değil, söz zaten söyleniyor ya da söylenmeye duruluyor. Pratik güven artırıcı adımlar, hızla hareket etmek.
Eğer böyle olursa, dediğim gibi her halükarda olur, çünkü biz zaten yakın zamanda Sırrı Süreyya Önder etrafında yürütülen tartışmayı gördük, arabasına yapılan suikast, şehadetinin bile arkasında bile haklı kuşkular var. Bu nedenle bakıldığı zaman süreci risklidir. Bazı güçler, bölgesel güçler doğası gereği süreçten rahatsız olacaklardır. Kürt faktörü, Kürt dengesi, Kürtler Ortadoğu’nun en diri toplumu. Ortadoğu’da bir hegemonya savaşı var, bir paylaşım savaşı var. Herkes Kürtlerin yanına almak istiyor. En diri kuvvettir, bu bilinsin. Türklerle tarihsel bir ittifak yapmış Kürtlük, Türkiye’ye çok şey kazandırır. Herkes bunu okuyacak durumdadır. Bölgesel bazı aktörler bunu okuyacak durumdadır. Bunu istemezler. Bu açık, istemek yetmiyor, bunların bir şey yapma gücü de var. Süreci zehirleme güçleri de var. En azından enfekte edebilecek güçleri var. Bunların tümünü bilerek, doğru yaklaşılmaz, hızlı yaklaşılmaz hem Kürt toplumunda hem Türk toplumunda çözüm oluyor diye güven duygusu ve güven arttırıcı pratik uygulamalar hızla gelişmezse, en ufak bir şey bile gereğinden fazla etki gücü sahip olur. Sağlam yere basarak ama sürekli hareket eden olursa, küçük taş atsan dahi engelleyemezsin. Ama zayıf kalmış, yalpalayan bir şeye dokunsan dahi devrilir. Bu zayıflıktan hızlı bir şekilde çıkmak gerekir. En büyük güvence budur, her iki taraf açısından.
Kürtleri nasıl bir dönem bekliyor?
Yeni bir mücadele dönemi bekliyor, eğer bu süreç ilerlerse herkes çok ciddi bir hareketli, dinamik, örgütlenme zamanı, örgütlenmeyi direkt politikalarına ciddi etkilerle yansıtma dönemidir. Kürt mücadelesi yeni bir döneme giriyor, araçlar ve yöntemleri değişiyor ancak mücadele bitmiyor. Tüm Kürtler belki de ittifakları, katmanları çok geniş olacak, yelpaze çok daha genişleyecek ama her Kürtün özgüvenli, bu süreçte Rêber Apo’nun başlatmış olduğu, özgürlük hareketinin de ilanla birlikte destek koyduğu, irade koyduğu bu sürecin yeni bir mücadele yol ve yöntemini zorlar ve açarsa, her Kürdün, her şehrin, her kasabanın, her ilçenin, her köyün, her ferdin, 7’den 70’e yeni bir sürece girebileceğini söyleyebiliriz. Bu süreçte Kürt özgürlüğü ve kazanımları büyütülerek garantiye alınmak isteniyorsa, bu mücadeleyle olacak. Kimse bu yanılgıya düşmesin: Devlet bana verecek! Bunu beklemekte PKK’nin, PKK’nin yarattığı kültürün işi değildir. Şimdi de öyle bir talep yok, PKK bir şey yapmadan bir şey istemiyor. Tam tersine bir mücadele yürüttü, ‘Madem silahlı mücadeleyle olmuyor’ diyorsun, ‘ben açıyorum’. Dolayısıyla bu yeni bir mücadele süreci olacak. Kimsenin kapısında özgürlük dinlenmez, ancak örgütlü mücadeleyle olur. Şimdiye kadar örgütlü mücadele bunun alanını açtı, imkanlar açtı, devrim içinde devrimler gerçekleştirdi. Bu da mücadeleyle olacak. Ama mücadele çok daha renkli, çok daha bileşenli, belki çok daha farklı araç ve yöntemlerle yürüyecek.
Tüm Kürt halkının, dört parça Kürdistan’daki halk için söylüyorum, şimdiden Rêber Apo’nun bu hamlesi bazı şeyleri de güvenceye aldı. Onu da görmek gerekiyor. Rojava Devrimi açısından bazı kazanımlar ortaya çıkıyor, Başûr açısından bazı kazanımları ortaya çıkıyor. Giderek Kürt Ulusal Birliği açısından bazı alanlar açılıyor. Kürdistan ve Türkiye ilişkilerde yeni bir süreç açılıyor. Bunlar hepsi önümüzdeki dönemde göreceğimiz şeylerdir. Herkesin buna hazır olması gerekiyor. Yeni mücadele sürecine katılım, gençlik, kadın, herkes bu süreçte iş bitti, herkes evine süreci olmayacak. Bu temelde herkesin yaklaşacağına inanıyorum, bunu görecek ve yapacak. Böyle bir geleneğimiz var. Böyle bir istek de var, böyle bir alışkanlık ve kültür de var. Özellikle Bakur Kürdistan’daki halkımızın bu konuda hızlı bir şekilde toparlanıp, muazzam bir örgütlü güce dönüşeceğine inanıyorum.
MA / Özgür Paksoy