Uçar: Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü bir değişimi getirecek

AMED - PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın bir güç olduğunu dile getiren DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, “Sayın Abdullah Öcalan özgürlüğüne kavuştuğunda, devlet aklının kendisiyle yüzleşmesini, değişimini, dönüşümünü getirecek” dedi. 
 
Küresel güçlerin müdahaleleriyle derinleşen Üçüncü Dünya Savaşı, 2023 yılının da tarifi oldu. Hem kapitalist modernite hem de yerel gücü olan ulus devletlerin aracılığıyla yaşanan krizlere bir çözüm arayışı yerine, 2023 savaş ve sömürü sistemine sahne oldu. Özellikle Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılar, Rusya-Ukrayna Savaşı ile başlayan 2023, Hamas saldırısıyla başlayan İsrail-Filistin Savaşı’nın yeniden patlak vermesiyle geride kaldı. NATO’nun genişleme çabası, özellikle Afrika ülkelerinde birden fazla kez yaşanan askeri darbeler, hem demokrasi yoksunluğu hem ulus devlet aklının ve kapitalist sistemin sorunları çözmek yerine, derinleştiren bir mekanizma olduğunu açığa çıkaran bir yıl olarak tarihe geçti. 
 
Ulus devlet aklının derinleştirdiği Üçüncü Dünya Savaşı’na karşın tarihsel bir kimliği olan toplumsal direniş de yıla damgasını vurdu. Dünyanın dört bir yanında halkar kendi varlığını korumayı ve sistemin kapattığı bütün kapılardan kendisine yol almayı başardı. Uluslararası güçlerin işbirliğinde Türkiye’nin imha ve inkar politikalarının hedefi olan Kürtler, dönem dönem demokratik siyaset eliyle, dönem dönem toplumsal güçlerin yürüttüğü mücadele alanıyla bütün bu krizlerin yaşatmış olduğu mağduriyetlere bir çözüm olduğunu açığa çıkaran bir toplumsal direnişi ortaya koydu. 2023 yılında, ulus devlet aklı ile toplumsal aklın kıyasıya karşı kaşıya gelişinin ve mücadelesinin olduğu bir dönemi geride bırakıldı.
 
Kurdistan’da derinleştirilen savaşa karşı demokratik siyasette ısrarıyla Kürt sorununa çözüm talep eden, bunun temelini oluşturan İmralı tecrit sistemine karşı PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü merkezine alan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar ile 2023 yılını, etkilerini, sonuçlarını konuştuk. 
 
Üçüncü Dünya Savaşı’nın gölgesinde geçen 2023 yılını Kürtler ve Kürt siyaseti açısından nasıl değerlendirirsiniz?
 
Kürtler açısından 2023’ü sadece bir yıl olarak tarif etmemek adına şunu söylemek isterim; Türkiye’de Kürt halkının yüzyıldır yaşamış olduğu inkâr ve asimilasyon politikalarının en çok derinleştiği dönemi yaşamış olduk. Özellikle 2015 yılından sonra devlet aklı yeni bir aks tanımı yaptı. Türkiye tarihinde Kemalizmin bu kadar baskın olduğu bir süreç, 2015 yılından sonra AKP eliyle bir Erdoğancılık ya da Erdoğanizm denen bir döneme geçiş yaptı. Bu dönemde en büyük savaş ve düşman politikasının yürütüldüğü kesimlerin başında Kürtler geliyor. Kürtlerin bulunduğu bütün alanlara dönük saldırılar var. Kürtlerin elinden alınan şeyler nelerdi? Yüzyıldır varlık mücadelesi veren Kürtlerin varlığı halen tartışılır bir durumda. Kürtlerin eğitim, anadil hakkı ellerinden alınmış durumda. Kürtlerin siyaset yapma hakkına ciddi müdahaleler var ve kriminalize ediliyor. Ekonomik adaletten yoksunluklar var ve geldiğimiz aşamada en derini Kürt halkının gömülme hakkının bile elinden alındığı bir zaman dilimiyle karşı karşıya olmamızdır. Tekçi aklın Erdoğan eliyle çok daha derinleştirilerek devam ettiği bir döneme tekabül etti. 
 
 
Tüm baskılara rağmen bu yılda varlığını çoktan ispat etmiş, siyasetini çoktan kabul ettirmiş, bununla ilgili bütün hak ve taleplerinin arkasında durmuş çok güçlü bir Kürt direnişi gelişti.
 
2023 yılında önemli bir seçim geçirdik. Bu seçime giderken de Kürt halkının varlığı ve mücadelesi hakkında ciddi bir muhasebenin yapılmasına dönük çalışmaları yürüttük. Kritik bir seçim geçirdik ve bu seçime giderken, partinin kapatılması (HDP kapatma davası), hazine yardımına bloke konulması, binlerce seçilmişin gözaltına alınması, tutuklanması, daha doğrusu demokratik siyaset alanına dair elimizdeki bütün mekanizmaları neredeyse karşısına alan, bununla ilgili müdahalelerde bulunan bir iktidarla karşı karşıyaydık. Kürt halkının ve birlikte siyaset yürüttüğü bileşenlerin seçime girip girmemesinin bile tehlikeye düştüğü bir zaman dilimi yaşadık. Türkiye’de toplumsal, ekonomik, ekolojik, kadın sorunlarına dair en güçlü ve en alternatif siyaset hattını savunan bir partinin varlığı, bu ulus devlet aklı için elbette tehlikeydi. Yeni bir partiyle seçime girme durumunda kaldık. Seçim sonuçları açısından bugün yapacağımız analizlerin yeterli olmayacağını düşünüyorum, belki bir 10 yıl sonra daha detaylı konuşabileceğimiz başlıklar olabilir. Yine de tüm baskılara rağmen bu yılda varlığını çoktan ispat etmiş, siyasetini çoktan kabul ettirmiş, bununla ilgili bütün hak ve taleplerinin arkasında durmuş çok güçlü bir Kürt direnişi gelişti. Esasında 2023 yılına damgasını vuran bu oldu. 
 
Kürtlerin, Kürt siyasetinin temel gündemi PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması oldu. Ancak devlet aklı tecridi haber alınamama haline dönüştürdü. Ayrıca bir düğüm haline gelen Kürt sorununda demokratik çözüm yolunun da buradan geçtiğini savunuyorsunuz. Tecrit ve çözümsüzlük nelere yol açıyor? 
 
Tecrit uygulaması aslında bir rejim haline getirilmek isteniyor. Tecridin kendisi sadece Sayın Abdullah Öcalan’ın aile ve avukat görüşünden, iletişim hakkından yoksun olması değil. Sayın Abdullah Öcalan’ın varlığının kendisi aslında bu devlete yüzyıllık Kürt gerçekliğini hatırlatan en önemli şeylerden birisidir. Bundan kaynaklı bu dönemde Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün sağlanması için kampanya başlattık. Devlet aklının kendisi ya da devletin direksiyonunda oturan mevcut iktidar, Kürt halkının diline, varlığına, siyasetine dair karşılaştığı her şeyde, bir yüzleşmeyle karşı karşıya kalıyor. Açıkça söylemek gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken esasını oluşturan şeyler kongrelerdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulma kararının alındığı kongrelerin en önemlisi de Erzurum kongresidir. Bu kongre Kürtlerin desteği sayesinde gerçekleşmiş bir kongredir. O kongrelerden sonra Türkiye coğrafyasında bulunan halklarında temsilinin olduğu bir Meclis kurulmuştu. O dönemde oluşturulan 1921 Anayasa’sı çok kıymetlidir. 
 
Bugün ihtiyaç duyduğumuz Anayasa olmazsa bile, nüvelerini taşıyan en demokratik anayasalardan birisi ancak 1924’e geldiğimizde o demokratik özellikleri taşıyan anayasa lağvediliyor ve tam tersine bugünkü tekçiliğin inşasını kuran bir Anayasa ile karşı karşıya kalıyoruz. 1921 ile 1924 arasında 3 yıllık bir kayıp dönem var. Aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendi kayıp yılı var. Tabi ulus devlet paradigmasının kendisini zorunlu kıldığı şeylerdi. Esasen bir devlet bütünlüğü, sınır bütünlüğü birazda bunun üzerinden inşa edildi. Peki, biz bugün nasıl durumdayız. Ne yakızki kurucusu olduğumuz bir Cumhuriyet’ten dışlanan, yok sayılan bir kimliğe bürünmüş durumdayız. Bu yüzyıllık muhasebe içerisinde Kürtlerin bu kadar direnişçi, mücadeleci olması ve bu mücadelenin bugün itibariyle bir kazanıma bürünmesi çok kıymetlidir. İmralı’da sürdürülen tecridin kendisi aslında bir halkın yüzyıllık mücadelesinin, haklı taleplerinin de temsilidir. 2015 yılına geldiğimizde bir çözüm ve müzakere süreci yaşandı. O dönemde Kürt halkının haklı taleplerini kriminalize eden hava değişti. Türkiye’de yaşayan bütün halklar bugüne kadar kriminalize edilen, yok sayılan, ‘Bunlar Türk’tür’ denilen bir kimlikle yeniden buluşmuş oldular. 
 
Türkiye’de şöyle bir sorun var, halklar birbirini birbirinden tanımıyor. Devlet aklıyla tanıyor. Devlet aklı ne diyorsa onu görüyor. Bugün yaşadığımız tecrit bir anlamda yüzyıllık inkârın bir devamıysa ve hapsedilen şey Kürt sorununun çözümüyse, buna dair mücadele etmesi gereken de her birimizdir. Çünkü biz Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü talep ederken, sadece bir fiziki özgürlükten bahsetmiyoruz. Tecridin kırılması demek, esasen Kürt sorununun çözümünde demokrasiye dair bir kapının aralanması demektir. Bugün Türkiye’de sadece Kürtler değil, bütün halklar, emekçiler, kadınlar ciddi bir demokrasi talebiyle bir araya gelme koşullarını yarattılar. Çünkü bugüne kadar bütün mücadele alanlarını karşı karşıya getiren devlet aklı, özellikle 2015 yılından itibaren bunu başaramıyor. Biz Türkiye’nin demokratikleşmesinin Kürt sorununun çözümünden geçtiğini biliyoruz. Bunda ısrar ediyoruz, bunun mücadelesini yürütüyoruz. Kürt sorununun çözümünde de esas muhatap olan Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün de çok kıymetli olduğunu tekrar tekrar ifade ediyoruz.  
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü bugün Ortadoğu ve dünya genelinde kampanyalarla sürüyor. Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün bu kadar dillendirilmesi hem ülke ve hem de halklar açısından nasıl bir havayı beraberinde getirir? 
 
 
 Sayın Abdullah Öcalan özgürlüğüne kavuştuğunda, projeleri hayat bulduğunda, bütün bunlar ulus devletin, iktidarın, devlet aklının kendisiyle yüzleşmesini, değişimi, dönüşümü getirecek.
 
Sayın Abdullah Öcalan sadece Türkiye ve Ortadoğu, Kürt sorununun çözümünün yanı sıra kapitalist sistemin yaratmış olduğu tahribatları birebir tespit eden ve bunlarla ilgili çok ciddi çözüm önerileri sunan projelere sahip. Bunu da en iyi devlet aklı biliyor. Müzakere sürecinde birebir müzakereleri yürüten devlet aklının kendisi o dönemde hem Ortadoğu’da hem Türkiye’de nasıl bir hava değişiminin ortaya çıktığını çok iyi gördü. Dolayısıyla Sayın Abdullah Öcalan’ın bir güç olduğunu da biliyor. Çünkü hem sistem karşıtı mücadelenin kendisine hem de bugün bu kadar krizlerle boğuşan ulus devlete karşı alternatif bir sistem sunuyor. Ve bu sistem bugün Rojava’da hayat buldu. Bugün Rojava’ya dönük saldırıların kendisinin de bu akıldan, bu projeden bağımsız ele alamıyoruz. Rojava’da ne yaşanıyor. Farklı kimliklerde yaşayan insanlar herhangi bir kayyım aklıyla yönetilmek isteniyor. Kayyımı sadece belediyeler üzerinden tanımlamayalım. Bugün ülkede karşı karşıya olduğumuz resmi dilin, resmi tarihin kendisi bir kayyım. Sayın Abdullah Öcalan’ın projeleri esasen bu kayyımın kendisine de bir müdahaledir. 
 
AKP iktidarını Türkiye’ye atanmış kayyım olarak tarif etiğimizde, bu projenin kendisi ve ulus devlet rejimine karşı çözümler sunuyor olması, elbette bu tecridi derinleştiriyor ve sürdürülmesini zorunlu hale getiriyor. Sayın Abdullah Öcalan özgürlüğüne kavuştuğunda, projeleri hayat bulduğunda, bütün bunlar ulus devletin, iktidarın, devlet aklının kendisiyle yüzleşmesini, değişimi, dönüşümü getirecek. Devlet aklı buna hazır değil. Dolayısıyla toplum ne kadar güçlü olursa, biz bu süreçten sonuç alabilecek durumdayız. O yüzden de toplumu bu sürecin birer öznesi haline getirmeye çalışıyoruz. Esas hava değişikliğinin kendisi bahsettiğimiz yüzyıllık inkâr ve asimilasyonda çok ciddi delikler açacak bir tartışma yürütüyoruz. 
 
2023 yılında, önemli bir seçim süreci de yaşandı. Halkın eleştirileri üzerine yeniden yapılanma sürecine girdiniz. Bu süreçten nasıl dersler çıkardı, nasıl bir dönem başladı? 
 
2023 seçimleri aslında Türkiye’deki bütün siyasi partileri kendi içine döndüren bir sonuç açığa çıkardı ama bu konuda üzerine düşeni fazlasıyla yürüten sadece Yeşil Sol Parti, DEM Parti oldu. Seçimin bir bütün kendisine dönük halkın ciddi eleştirileri vardı. En çok açığa çıkan eleştirilerin başında halkın partiye ulaşma, iletişim kurma, karar alma süreçlerine dâhil olma noktasına dönük mekanizmaların zayıflaması, unutulmasıyla alakalıydı. Çünkü bu parti, bu gelenek, Ankara’da masa başında kurulmuş değil. Tam tersine halkın emeğiyle açığa çıkan bir parti. Yine 90’lı yıllarda Kürt halkı Türkiye’de bir siyasi irade olarak kendi kimliği, değerleriyle bir demokratik siyaset ördü. Dolayısıyla biz o eleştirilerin her birini halkın kendi partisini sahiplenme süreci olarak gördük. Partinin bürokratikleşmiş olmasına dönük eleştirileri vardı. Halkla kurulan temaslarda zayıflıklara dönük eleştiriler vardı. Bütün bunların hepsini bize söylemiş oldular. Biz de bu sürecin gereği olarak özeleştirimizi vermiş olduk. Tam da bu aşamada gittiğimiz yerel seçim süreçlerinde gördüğümüz şey şu: Halk bu süreci tamamlayacak. Genel seçimlerde bıraktığımız bütün eksiklikleri giderecek şekilde halkımız çok doğru bir müdahalede bulunmuş oldu. Kendi emeğine, partisine sahip çıkmış oldu. Bizim de bu anlamda halkla temasımızı, diyaloğumuzu, iletişimizi artıracak yeni mekanizmalar değil ama var olan mekanizmaları güçlendirmek, yüzümüzü daha çok halka dönmemiz gerektiği sonuçlarını beraberinde getirdi. Yerel seçimin kendisinden de bütün bunların sonuçlarını alabileceğimize inanıyorum. 
 
DBP de yeniden örgütlenme kararıyla seçimlerin ardından kongresini gerçekleştirdi. Partinizi bu karara götüren etkenler neler oldu?
 
2020 yılı ile birlikte DBP Kurdistan’da ve Kürt halkının yaşadığı bütün yerlerde daha güçlü örgütlenme kararı aldı ve çalışmalarını yürüttü. DBP’den bağımsız Türkiye’de en çok karşı karşıya olduğumuz sorunlardan birisi aslında örgütlenme sorunudur. Örgütlü olmayan halkın kendisi aslında haklı taleplerini bile savunmada yoksun bir hale geldi ki; 2015 yılından itibaren AKP’nin en çok üzerinde durduğu şeylerden biri ise halk örgütlenmesiydi. Halk örgütlenmesine dair attığımız bütün adımları, yaptığımız bütün çalışmaları kriminalize etmekten geri durmadı. Biz DEM Parti’nin en güçlü bileşenlerinden birisiyiz. Biz ne kadar güçlü olursak, DEM Parti’nin alacağı oyların kendisi de o kadar güçlü olur. O nedenle DBP’nin güçlü olması, diğer alanları da çok bağlayıcı yerde duruyor. Biz seçim sonuçlarını da aslında DBP’nin başarısından, örgütlülük durumundan bağımsız ele almadık. Dolayısıyla öncelikli işlerimizden birisi örgütlenme kararı oldu. 
 
Yol haritanızda neler var? Yeni dönemde nasıl bir DBP göreceğiz? 
 
Özel savaş politikaları Kurdistan’da özellikle kadın ve gençlik üzerinde çok yaygın yürütülüyor. Buna dönük bir farkındalık çalışması yürütmek durumundayız. Buna eğitim, bilgilendirme çalışmaları diyebiliriz. Bu çalışmayı önemsiyoruz ve güçlü şekilde yerel seçim çalışmalarına paralel olarak yürütmemiz gerekiyor. Diğer bir başlığımız ise AKP iktidarı, 2015 yılında beri bütün sokak etkinliklerini, özellikle kendisine muhalif kesimlere çok keyfi bir şekilde yasaklıyor. Anayasal, yasal anlamda güvence altına alınmış olan hakkımı kullanmaktan bile imtina eden zorlayıcı bir tutum içerisinde bir hukuksuzluk ve adaletsizlikle karşı karşıyayız. Diğer bir çalışmamız ise örgütleme çalışması yürüttüğümüz halkımızla birlikte demokratik eylemlikleri gerçekleştirebilmek. Ekonomik krizden ekolojik krize, bütün başlıklarda demokratik eylem hakkımızı güçlendirecek bir formata kavuşmamız gerekiyor. 
 
 
3’üncü Yol’un kendisini kadın mücadelesiyle kurduk, açtık, o yolda devam ediyoruz. Kadın mücadelesini hem Türkiye’deki kadınlarla buluşturan hem de kadınların kazanımlarını koruyan ve geliştiren bir hattı sürdürmeye devam edeceğiz.
 
En önemli başlıklarımızdan bir tanesi de kadın mücadelesi... Çünkü AKP, Kürt düşmanlığına paralel olarak kadın düşmanlığını da çok ciddi hem mekanizmalarıyla hem söylemleriyle yürütmeye devam ediyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, nafaka hakkına göz dikilmesi ve yeni düzenlemeler yapmasına karşı çok ciddi bir mücadele hattı örmemiz gerekiyor. Kurdistan’da Kürt Kadın Hareketi’nin kendisi de Türkiye Kadın Hareketi’nin kendisi de çok önemli bir şeye işaret ediyor. Bugün üzerine konuştuğumuz 3’üncü Yol’un kendisi, farklılıklarına bakmaksızın kurduğunuz ana yol neyse, demokratik hak neyse, onda yan yana gelmeyi başarabilmiş olmak kadın mücadelesinin bir başarısıdır. Dolayısıyla biz 3’üncü Yol’un kendisini kadın mücadelesiyle kurduk, açtık, o yolda devam ediyoruz. Kadın mücadelesini hem Türkiye’deki kadınlarla buluşturan hem de kadınların kazanımlarını koruyan ve geliştiren bir hattı sürdürmeye devam edeceğiz. Eşbaşkanlık sisteminin, eşit temsiliyetin kendisi hedefte. Bütün bunlara dönükte kendi kazanımlarımızı nasıl güçlendirebileceğimize dair ciddi tartışmalar yürüteceğiz. Hem siyasi parti hem de yerel yönetimlerde fermuar sisteminin, eşit temsiliyetin, eşbaşkanlığın kendisi siyaseti toplumsallaştıran çok önemli hatlardan birisiydi. Bunu da hem savunmak hem daha da güçlendirmek için bir yol haritamız olacak. 
 
Bir yılı geride bıraktık, yeni bir yıla adım atılıyor. 2024’te Kürtleri, Kürt siyasetini, halkları neler bekliyor, neler söylersiniz? 
 
Çoklu krizlerin hepsini Türkiye’de, Kurdistan’da tek tek yaşıyoruz. Ekonomik, ekolojik krizin kendisini, kadın mücadelesine dönük saldırısını görüyoruz. Güç kaybeden iktidarın bütün bu krizleri derinleştirmek üzere bir politika yürüteceğini gösteriyor. 2024 yılına giderken hem örgütlenme çalışması hem de mücadele alanları açısından bu toplumsal karşı duruşun hem daha büyük bir şekilde ortaklaşması hem de daha güçlenmesi gerektiği kaçınılmaz olarak önümüzde duruyor. Öncelikli olarak bunu yapmak gerekiyor. İkincisi Kürt sorununun çözümsüzlüğü açısından ne kaybedecek zamanımız ne de kaybedecek değerimiz var. Bu anlamda tecride yönelik yürüttüğümüz kampanyanın kendisi çok kıymetli. Bu kampanyayı sadece Kürt halkının yürüttüğü bir kampanya olarak düşünmedik ya da öyle yürütmek istemiyoruz. Türkiye’deki aydınların, yazarların, o dönem sorumluluk almış akil insanların ve ‘Evet Türkiye’de Kürt sorunu vardır’ diyebilen herkesin içinde olabileceği bir kampanya çalışması yürütmek istiyoruz. 
 
Tecridin, Kürt sorununun çözümünde ve demokratik olmayan bir Türkiye’de ne kadar ağır yer kapladığını biliyoruz. Yerel seçimler deyince özellikle Kurdistan’da söyleyeceğimiz büyük bir başlık kayyımın kendisi. Kayyım bir AKP başarısı değil, tam tersine AKP’nin Kurdistan’da kaybettiğinin, başarısızlığının göstergesidir. Bunun kendisi bile yerel seçimlerde bütün çalışma arkadaşlarımızı bir seferberlik ruhuyla bu çalışmaya katılmasını ve gerçekten demokratik, yerel, halkçı belediyeciliği yapmak isteyen bütün yol arkadaşlarımızı da bu süreçte aday adayı olarak ya da emek vererek bu süreci sahiplenmesini gerektiriyor. Dolayısıyla geride bıraktığımız yüzyıllık cumhuriyetin ikinci yüzyılında, yaşadıklarımızı yaşamamak için bütün arkadaşlarımızı bu sürecin aktif öznesi olmaya davet ediyorum. Gerçekten başarabileceğimiz bir zaman dilimindeyiz.
 
MA / Berivan Altan - Müjdat Can