HABER MERKEZİ - HPG Komutanlarından Murat Karayılan, 15 Ağustos Atılımı’nın Kürtlere yönelik vahşete ve zulme karşı çıkmanın tek yolu olduğunu belirterek, atılımın hem toplumsal devrime yol açtığını hem kadın devrimini yarattığını vurguladı.
HPG Komutanlarından Murat Karayılan, Stêrk TV’de yayınlanan özel programın birinci bölümünde 41’inci yıldönümünde 15 Ağustos Atılımı’nın amaç ve sonuçlarına dair önemli değerlendirmelerde bulundu. Murat Karayılan, 15 Ağustos 1984 Atılımı’ndan önce Kürdistan, özellikle de Kuzey Kürdistan’ın çok kötü ve zayıf bir durumda olduğunu belirterek, “Tüm Kürdistan adeta bir açık hava zindanına dönüşmüştü” dedi. 1925 yılında Kürt halkına dönük Şark Islahat Planı çerçevesinde inkar ve imha siyaseti yürütüldüğünü hatırlatan Murat Karayılan, “Bu siyaset ilkin fiziki katliamlar ve daha sonra asimilasyon şeklinde sürdürüldü. Bu durum Kürt halkının varlığını tehlikeye attı. Ulusal değerler yasaklandı, toplumun unutması için her şey yapıldı. Diğer bir deyişle halkımız üzerinde Türkleştirme siyaseti yoğun bir biçimde uygulandı. Bu siyaset baskı ile örgütlendirildi” diye belirtti.
‘ŞARK ISLAHAT PLANI’NIN YENİDEN UYGULANMASI
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1970’li yıllardaki çıkışının bu temelde gerçekleştiğini vurgulayan Murat Karayılan, “Hakeza değişik siyasi gruplar açığa çıktı. Denilebilir ki Türkiye’de sol akım gelişirken, Kürdistan’da ise öze dönüş başlamıştı. İdeolojik ve örgütsel anlamda kurumlar oluştu, biraz çalışma yürütüldü. Yani bir arayış vardı ve hareketlenme oldu, fakat 12 Eylül 1980 Cuntası Kürdistan ve Türkiye’de zulüm uyguladı. Bilhassa Kürdistan’da Şark Islahat Planı’nın sonuç alması için bir kez daha her şey yeniden uygulandı” diye konuştu.
12 EYLÜL DARBESİ SONRASI KÜRTLERE DÖNÜK BASKILAR
Murat Karayılan, evlerde Kürtçe konuşmanın yasaklandığı dönemlerin yaşandığını ifade ederek, “İnsanlar evlerinde Kürtçe konuşamıyorlardı; çünkü bir ajanın pencereden onları dinlemesinden ve sonra ihbar etmesinden korkuyorlardı. Türkçe bilmiyorlardı ve Kürtçe konuşmak da yasaklanmıştı. Köy meydanlarında insanlara zulmediyorlardı. Hilvan gibi yerlerde kadınları ve erkekleri çırılçıplak soyarak meydanlarda topluyor, insanları tankların arkasına bağlayarak çekiyorlardı. Amed Zindanı’nda vahşet uygulanıyordu. Buna karşı Mazlum Doğan arkadaşın öncülüğünde tarihi bir direniş başladı ve 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’yla bu direniş yükseldi. Zindandaki bu katliama karşı şehadetler yaşandı ve bu temelde direniş yükseltildi. Bütün bunlara karşı bir şey yapmayıp yalnızca seyreden bir kişi, insanlığından çıkmış olur. Kendine insan diyen ve insanlık değerlerini savunduğunu söyleyen birinin buna karşı sessiz kalması mümkün değildi” dedi.
VAHŞETE VE ZULME KARŞI ÇIKMANIN TEK YOLU
Abdullah Öcalan’ın bu nedenle 15 Ağustos Atılımı’nı insanlığa sahip çıkma atılımı olarak değerlendirdiğini vurgulayan Murat Karayılan, “Biz böylece insanlığımıza sahip çıktık. Kendimize biz insanız diyebilmemizin başka yolu yoktu. Zulüm göğe ulaşmıştı; zindanlarda, köylerde ve her yerde halkımıza saldırılar oluyordu. Bunun karşısında nasıl sessiz kalınabilirdi? Tabii ki kalınamazdı. 15 Ağustos Hamlesi bu zulme ve vahşete karşı çıkmanın tek yoluydu. Bu açıdan 15 Ağustos Atılımı, bir insanlığa sahip çıkma hamlesidir. 15 Ağustos’tan önceki duruma ilişkin genel olarak bunları belirtebilirim” şeklinde konuştu.
‘15 AĞUSTOS ATILIMI HALKLARA UMUT OLDU’
Murat Karayılan, 15 Ağustos Atılımı’nın Kürdistan ve Türkiye’nin o dönemki koşullarında kimsenin beklemediği bir durum olduğunu dile getirdi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Zira Cunta baskı sistemi kurmuştu ve kimse konuşamıyordu. Hamle Eruh ve Şemzînan’da başladığı zaman, karanlığın içinde parlayan bir ışık ve aydınlık oluştu. Topluma ve tüm ezilen halklara umut oldu, moral yarattı. O dönemde Kenan Evren, ‘bu suçu işleyen hangi taşın arkasına ve deliğe saklanırsa saklansın, 72 saat içinde ordumuz onların kulağından tutarak mahkeme önüne çıkaracak’ demişti. Yani 72 saat mühlet verdi ve saldırı operasyonları başladı. Şüphesiz onlar eskinin klasik isyanları gibi düşündüklerinden dolayı öyle söylediler. Ancak operasyon yaptıklarında kimseyi bulamadılar, akabinde de bu çıkışın eskiler gibi olmadığını anladılar. Ancak operasyonlar sürdü; sonraki yıllarda da devam etti. Özellikle 1985 ve 1986 yıllarında köylerde uygulanan zulüm arttı. Bundan ötürü oluşan o umut, yerini ‘acaba başarılı olacak mı yoksa olmayacak mı?’ biçiminde bir tereddüde ve ikircikliğe bıraktı. Zira daha önce ne kadar Kürt isyanı varsa, hepsi kısa bir süre içinde yenilmişti. O dönemler Şeyh ve Mir’ler öncülüğünde binlerce silahlı kişiyle kalabalık şekilde başlamış isyanlar. Ama bizimki öyle değildi. 15 Ağustos başladığında içerideki arkadaşlarımızın toplam sayısı 70 idi. Kaldı ki, onların da tamamı eyleme katılmamıştı.
‘ÖNDER APO’NUN TARİHİ MÜDAHALESİ GERÇEKLEŞTİ’
Gerilla Kürdistan’da yeni bir yöntemdi fakat toplum bu yöntemi tanımıyordu. Zaten ilkin devlet de bilmiyordu. Bu nedenle tereddüt arttı. Tabi daha sonra Kürdistan olağanüstü hal bölgesi ve savaş sahası olarak ilan edildi. Daimi operasyonlar oluyordu. Toplum ne zaman ki kendi gözleriyle bunun eski isyanlar gibi olmadığını ve yenilmediğini gördü; ardından gerilla adeta kartopu gibi büyüdü. Toplum bu gerçeği kendi gözleriyle görünce yavaş yavaş inanç oluştu. Aslında biz de 15 Ağustos Hamlesi’ni tam olarak gerektiği gibi devam ettiremedik. Özellikle Egîd arkadaşın şehadetinden sonra gerekli şekilde devam ettirilmedi. Bir süre pasif savunma gelişti, bazı yanlış anlayışlar oluştu. Fakat o süreçte Üçüncü Kongre ile Önder Apo’nun tarihi müdahalesi gerçekleşti. Üçüncü Kongre halen de mücadele tarihimizdeki en temel kongrelerden biridir. Çünkü birçok şeyi değiştirdi ve büyük bir temel attı.
‘KORKU CESARETE DÖNÜŞTÜ, HALK AYAĞA KALKTI’
Üçüncü Kongre ile yapılan müdahale ardından, özellikle 1987, ’88, ‘89 yıllarındaki hamle, yine Hogırcılık gibi tahripkar ve çizgi dışı anlayışlar bulunmasına rağmen gerillanın devam eden ve gittikçe büyüyen varlığı halkta umut yarattı. Gerilla yürüttüğü mücadele ile özgürlük ve başarı gücü olabileceğini gösterdi. Bu kanaati toplumda adım adım oluşturdu. Bu öyle bir kerede olmadı. Kürt halkı daha önce çok sefer düşenleri görmüştü. Bu nedenle çok çabuk inanç ve kanaat sahibi olamıyordu. Fakat böyle sürüp, yinelenip büyüyünce, halk etrafında toplandı, sahip çıktı ve bu şekilde halktaki umutsuzluk umuda, inançsızlık inanca dönüştü. Korku cesarete döndü ve ölümün eşiğindeki o çaresiz toplum, çareyi görerek ayağa kalktı. Toplumda bu biçimde değişimler oldu. Biz buna Diriliş Devrimi diyoruz. 1990’lı yıllara bu biçimde ulaştık.
‘TOPLUMSAL DEVRİME YOL AÇTI, KADIN DEVRİMİNİ YARATTI’
1991, ’92, ‘93 yıllarında halk serhıldanlar halinde sokaklara döküldü. Artık sadece gerilla değil halk da özgürlük mücadelesine katılan bir güç oldu. Böylece büyüyerek toplumsal bir harekete dönüştü. 15 Ağustos Hamlesi ilk 9 yılda başarılı oldu ve zafer kazandı. Böyle sonuç alınca, bu durum toplumda birçok değişikliğe, düşünsel, siyasi ve toplumsal bir devrime yol açtı. Kadın devrimini yarattı. Yani toplumda bir yenilenme başladı. Köklü bir değişim açığa çıkardı. Bundan ötürü 15 Ağustos Hamlesi’nin yalnızca silahlı bir atılım olmadığını belirtiyoruz. İdeolojik, kültürel, toplumsal, siyasi yanlarıyla devreye girdi ve bütün bunlar toplumda büyük bir değişiklik yarattı. Bu temelde diriliş yaşandı ve Kürt toplumu artık direnişçi, mücadeleci bir topluma dönüştü. Bu durum açığa çıktığı zaman da, atılımın başarıya ulaştığı anlaşılmış oldu. Kürt sorunu siyasi yollardan çözüm için masaya taşındı. Bunun için de Önder Apo 1993 Newrozu’nda birinci ateşkesi ilan etti. O süreçte Önderlikte, bu sorunun artık siyasi çözüme kavuşması noktasında kanaat oluştu. Bunun için 1995 yılında bir kez daha ateşkes ilan etti, 1998’de yine ilan etti ve sonrasında bilindiği gibi Uluslararası Komplo gelişti. Yani sonuç alınmıştı ve artık siyasi olarak çözülmesi gerekiyordu. Ama olmadı ve akabinde silahlı mücadele kendini tekrara dönüştü, zira şimdi de yapılan tespit bu yönlüdür.”
‘ÖNDER APO 32 YILDIR ÇÖZÜM İÇİN ÇABA SERGİLİYOR’
HPG Komutanlarından Murat Karayılan, 15 Ağustos Atılımı’nın günümüze yansımalarını da değerlendirdi. Abdullah Öcalan’ın 1993 yılından sonra hem dışarıda bulunduğu süreçte hem de İmralı’da bulunduğu zaman diliminde her fırsatta siyasi çözüm için çaba gösterdiğini belirterek, “Aslında imkan oluşması için çok mücadele etti. Önder Apo gerçekten 32 yıldır siyasi ve demokratik çözüm için büyük bir sabır ve emekle çok ciddi çabalar sergiledi. Bunun için birçok deklarasyon yayınladı, çoğu kez yol haritası hazırladı, mektup yazdı, çağrıda bulundu. Yani çok büyük bir emek vererek çok fazla girişimde bulundu. Bugün bir düzey oluşmuşsa, altında Önder Apo’nun 32 yıllık emeği bulunmakta. Bunu görmemiz lazım. Peki neden bu kadar sürdü? Kuşkusuz bu soru herkes için önemli bir konudur. Herkesin kendine sorması gerekiyor. Herkes derken tabii bizler kadar Türk Devleti’ni de kast ediyorum. Önder Apo’nun değişim-dönüşüm yöntemine zamanında cevap olamadığımızı belirtebilirim. Gerektiği şekilde değişim-dönüşümü sağlayamadık. Yani bizim açımızdan bu konuda eksiklikler vardı. Bir bütün olarak tamamlama durumu yaşanmadı. Bu bizim için özeleştiri konusudur. Fakat 32 yıl sürmesinde bana göre esas sorumlu Türk Devleti’dir. Türk Devlet cenahında ilkin 1993’te Turgut Özal cumhurbaşkanı olarak ciddi şekilde gerçekten bu konu üzerinde düşündü. Kürt meselesinde siyasi bir çözümün gelişmesi için çaba gösterdi. Ancak başına ne geldiğini gördük? Bir anda düştü ve yaşamını yitirdi. Bu nedenle Önder Apo değerlendirmelerinde Turgut Özal’ı bir demokrasi şehidi gibi ele aldı. Sadece o değil, daha sonra Eşref Bitlis ve o ekip tamamen tasfiye edildi; ardından iktidara yeni bir ekip geçti. Bu durum 1993, ‘94, ‘95 yıllarında savaşın gelişmesine yol açtı” diye belirtti.
‘KÜRESEL GÜÇLER ÇÖZÜM GELİŞMESİNİ İSTEMEDİLER’
Sürecin devamında Abdullah Öcalan’ın 1998 yılında bir kez daha ateşkes ilan ettiğini hatırlatan Murat Karayılan, “O zaman da Türkiye’de kimi kesimler haber göndermişti ve çok resmi olmasa da arada bir irtibat vardı. Ama nasıl bir cevap verildi? Bu kez Türk Devleti değil, küresel hegemon güçler böyle bir dönemin gelişmesini istemediler. Önder Apo esasen Roma’ya çözüm için gitmişti ama onlar çözüm istemediler. Onlar Kürtlerin ve Türklerin birbirini vurmasını istediler. Böylece onlar da bundan yararlanarak siyasetlerini hakim kılacaklardı. Hakikat budur. Önce İtalya Başbakanı Massimo D’Alema olur dedi, çözüm için bir Kürt Konferansı yapılması amacıyla Almanya ve diğer ülkeleri gezdi. Ancak daha sonra tüm kapılar kapatıldı. Çünkü çözümün değil savaşın gelişmesini istiyorlardı ve Komplo’yu bu temelde gerçekleştirdiler. Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit bile durumun farkında değildi. ‘Amerika neden Öcalan’ı yakalayıp bize verdi, anlamış değilim’ dedi. Bu da onların fazla haberi olmadığını gösteriyor. Uluslararası Komplo küresel güçler tarafından yapıldı. Özcesi hem dış hem de iç müdahale söz konusuydu. Sorun, dışarıdan müdahalenin yapılması ve Türk devletinden de bir çözüm zihniyetinin gelişmemesiydi” şeklinde konuştu.
‘KÜRT SORUNUNDA GÜVENLİK AKLI DEĞİŞİRSE ÇÖZÜM OLABİLİR’
Ardından Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo sonucunda esir düştüğünü hatırlatan Murat Karayılan, şunları söyledi: “Türk Devleti çözümü geliştirmek isteyerek hegemon devletler Kürt liderini bize vererek ne amaçlıyorlar, üzerinde durmalı mıyız, bir çözüme gerek var mı diye sordu mu acaba? Belki sonrasında devletin gücü yetmemiş ve yapamamıştır. Zira o dönemde bazı adımlar attılar. Örneğin idam kaldırıldı. Kürtçe yasaktı, yasağı kaldırdılar. Böyle adımlar atıldı ama köklü bir çözüm gelişmedi. ‘Öcalan zaten bize teslim edildi, zindandadır. PKK Öcalan’sız savaşamaz, artık gücü kalmadı, çözüm geliştirmemize gerek yok. Zamana yayalım ve böylece PKK’yi tasfiye edelim’ diye düşündüler. Devletin zihniyeti çözümü geliştirmek değil tasfiye etmek üzerineydi. Hatta son yıllarda da AKP döneminde de çözüm için imkanlar vardı. Oslo’da da bizim heyetimiz ve Türk devletinin heyeti çözüm için ortak bir protokole ulaştı. Fakat bazı AKP’liler o dönemde Tamil yöntemini yürütmekten bahsettiler. Tıpkı Sri Lanka devletinin bir hamle yaparak kısa sürede Tamil gerillalarını tasfiye etmesi gibi onlar da bize karşı aynı yöntemleri uygulamak istediler; dolayısıyla bu yüzden o süreç başarılı olmadı ve yine savaş başladı. Kanaatimizce şimdiye kadar Türk devleti Kürt sorununa sürekli bir güvenlik aklı ile baktı ve hep güvenlik gücüyle çözeriz mantığıyla yaklaştı. Bu yüzden çözüm gelişmedi ve sorun bugüne kadar da böyle sürdü. Umuyoruz ki bugün bu akıl değişmiştir, paradigmasal bir değişim yaşanmıştır. Yaşanmışsa eğer çözüm olabilir. Olmazsa bir kez daha çözüm gelişmez. Geçen 32 yılı böyle anlatabilirim. Belki bizim de eksikliklerimiz oldu ancak esas sorumlu, sorunu siyasetle değil de güvenlik politikaları ve şiddetle çözmekte ısrarcı olan devlettir.”
'15 AĞUSTOS DİRİLİŞ BAYRAMI OLARAK KUTLANACAKTIR’
Murat Karayılan, 15 Ağustos Atılımı’nın askeri bir hamle olarak başladığını ancak silah ve askeri yönü sembolik olduğunu ifade ederek, “Bu hamle her şeyden önce toplumun kendine dönük bir sorgulama yaşamasıdır. Sömürgeci sisteme karşı bir başkaldırı olduğu kadar, Kürt toplumunun sessizliğine karşı da bir başkaldırıdır. Bu nedenle siyasi, ideolojik, kültürel ve toplumsal yönleri ön plandadır. Tabii ki bundan sonra da 15 Ağustos hep Diriliş Bayramı olarak kutlanacak. Evet biz silahlı mücadele stratejisini sonlandırdık ve yeni bir sürece girdik. Mücadelemizin stratejisi demokratik siyaset olacak. Fakat 15 Ağustos Hamlesi halkımızın varlığı açısından bir milat günüdür. O gün gerçekleşen ayağa kalkış ve yapılan tarihsel hamle, toplumumuzun yeniden kendi farkına varmasına, kendini toparlamasına, ulusal değerlerine sahip çıkarak kendini örgütlemesine ve devrim yapmasına yol açtı. Kendi içinde düşünsel devrim, toplumsal devrim ve bir kadın devrimi yapmasına sebep oldu. Bu anlamda bu durum bizim için her zaman geçerli bir şeydir. Silahlı mücadele olsa da olmasa da böyledir. Bunu kutlamak savaşı kutlamak değildir; köleliğe ve sömürgeciliğe karşı çıkmaya başlamayı kutlamaktır. Yani Kürtler köleliğine ve Kürdistan’daki sömürgeciliğe karşı çıktılar. Ve bu genel bir kalkıştı. Böylece bir Diriliş Devrimi yaratıldı. Her zaman da kutlayacağız. Hatta bundan sonra daha güçlü ve moralli bir şekilde kutlanmalı. Çünkü 15 Ağustos, halkımızın tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Sıradan bir gün değildir. Bundan ötürü her zaman coşkuyla kutlanacaktır” vurgusunda bulundu.
Murat Karayılan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu hamle Kuzey Kürdistan’da başladı ama dört parça Kürdistan’da ulusal ruhun ve birliğin geliştirilmesi noktasında etkili oldu. Bu durum belki aynı günde değil ama sonrasında gerçekleşti. Bildiğiniz gibi 1988 yılında Halepçe’de Saddam’ın Baas rejimi halkımıza karşı kimyasal kullandı. Akabinde peşmerge mecburen Güney Kürdistan’dan çekildi, halk da çekildi ve bir sessizlik oluştu. Yine Doğu Kürdistan’da da Qasimlo hareketi geri çekilme sürecine geçmişti. Yani 1989, ’90, ‘91 yıllarında genel bir sessizlik vardı ancak Kuzey’de 15 Ağustos Hamlesi ile bir yükseliş ve ayağa kalkma durumu yaşandı. Bu durum bütün Kürdistan’ı etkiledi ve Kürdistan’ın tamamı için bir ışık ve umut oldu, cesaret verdi. Böyle ulusal bir rol oynadı. Bu nedenle bizim için önemli bir gündür. Ancak basın organlarımız ve kimi arkadaşlarımız birçok önemli yıldönümüne Diriliş Bayramı diyorlar. Bu doğru değil; Diriliş Bayramı bir tanedir; o da 15 Ağustos’tur. 15 Ağustos Diriliş Devrimi’ni yarattı. Dolayısıyla halkımız 15 Ağustos gününü Diriliş Bayramı olarak görmeli ve coşkuyla kutlamaya devam etmelidir. Bu temelde bir kez daha bütün 15 Ağustos şehitlerini saygıyla anıyorum; kuşkusuz bu, onların sayesinde gerçekleşti.”
PKK İLE İLGİLİ İDDİALARA YANIT VERDİ: ÖZEL SAVAŞTIR!
Murat Karayılan, PKK ile ilgili spekülasyonlara da yanıt verdi. PKK’nin zayıfladığı iddialarının özel savaş kapsamında olduğunu dile getiren Murat Karayılan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Onlar her şeyi kendilerine göre ele alıyorlar. Ancak hakikat öyle değildir. Dünyanın en önde gelen savaş teorisyenlerinden Clausewitz, ‘savaş ticaret gibidir, kar ve zarara bakılarak planlanmalı ve yürütülmeli’ der. Türkiye her ne kadar bu hakikati itiraf etmese de, NATO Gladiosu’nun Kuzey Kürdistan’da savaş dengesinin değişmesini istediğini biliyoruz. Bunun için de Türk devletine SİHA yapma fırsatı sundular. Yani kendisinin yapabilmesi amacıyla imkan sundular. Hassas parçaları nereden temin edilir, formülasyonu nasıldır, vb. olanakları sundular. 2016, ’17, ‘18 yıllarında teknolojinin yenilendiğini, bu temelde istihbaratın güçlendirildiğini, buna karşın bazı çabalara rağmen güçlerimizin ise, klasik gerillanın etkisinden kurtulamadığını gördük. Böyle devam eder ve Kuzey’de savaşa yüklenirsek büyük kayıplar yaşayacağımızı ve zarar edeceğimizi anladık. Çünkü tecrübemiz var. O dönemde yani 2018 yılında yeni bir yaklaşım geliştirdik. Bu neydi? Birincisi, gerilla yeniden yapılandırılacak, uzman ve profesyonel savaşçı gerilla yaratılacak. Bunu zamanında ve hemen gerçekleştiremedik fakat girişimler başladı. İkincisi de Kuzey’e fazla güç göndermeme yaklaşımı gelişti. Çünkü fazla gönderilmesi halinde kayıplarımız da aynı oranda fazla olurdu. Bu taktik yaklaşımımızı Süleyman Soylu gibi bazı Türk devlet yetkilileri kendileri açısından başarı ve sonuç alma zemini olarak ele aldılar. Gerçeklik öyle değil. Biz bu noktada fazla zarar etmedik. Kayıplarımız oldu ama ağır kayıplar yaşardık. Bu taktik yöntemi yürüterek beli düzeyde gücümüzü korumuş olduk. Az bir kuvvetle yürüttük. Bu taktik yaklaşımımızın böyle derin bir yönü var. Ancak onlar özel savaş yürütmek için bunu bir vesile olarak kullandılar, ‘bitirdik, çok az sayıda kaldılar’ vb. dediler. Oysa bu durum gerçekleri yansıtmıyordu.
‘HPG HEM TAKTİK HEM TEKNİK AÇIDAN DERİNLEŞME YAŞADI’
Tabi bizler açısından, profesyonel ve çağdaş bir bakış açısına dayanan yeni yol ve yöntemlerle gerillayı yetiştirmeden Kuzey’e fazla güç göndermememiz gerektiği görülmüştü. Mesela bu duruma istinaden bazı eylemler yapıldı ve bunları açıklamalarda paylaştık fakat bu durum fazla dikkate alınmadı. Örneğin, 2022 yılında Mersin’de, 2023 yılında Ankara’da İçişleri Bakanlığı önünde ve yine 2024 yılında Ankara TUSAŞ’ta -ki buralar kimsenin girip ulaşamayacağı yerlerdir- yapılan eylemler aslında bu minvalde birer mesajdı. Bu mesajın anlamı, ‘biz her yerde ve her şekilde eylem yapabiliriz. Böyle profesyonel bir şekilde bu tarz sofistike eylemler yapan bir güç, bu savaşı her yerde yürütebilir. Ancak biz bunu kapsamlı şekilde yürütmüyoruz’ anlamını taşıyordu. Ancak buna rağmen, ‘biz güçlüyüz; Kuzey’de zaten onları etkisizleştirdik ve kalmadılar’ diyorlar. Oysa ki hareketin son dönemde yaptığı hazırlıklar vardı. Denilebilir ki bir açıdan Önder Apo’nun bu çıkışı ve çağrısı çok kritik bir süreçte gerçekleşti. HPG birkaç yıldır hazırlanıyor. Belli düzeyde taktik tarz yakaladı, savaş doktrinini yeniledi. Bu doktrin temelinde Kuzey dahil her yerde sonuç alınabileceği noktasında inanç ve güven gelişti. Son yıllarda gerçekleşen eğitim ve yoğunlaşma ile hem taktik açıdan hem de tekniki açıdan derinleşme yaşandı.
‘SÜREÇ YAŞANMASAYDI, 2025 ÇOK FARKLI GEÇERDİ’
Şimdi onlar Kuzey Kürdistan’da savaşın dengesini İHA ve SİHA’lar yoluyla kendi lehlerine çevirdiklerini söylüyorlar. Bu doğrudur. Biz buna karşı savunmasızdık. Ancak zamanla savunmamızı oluşturduk. Artık hava savunma sistemini elde etme ve oluşturma imkanına kavuştuk. Ve bunu yeni yılda daha fazla geliştirme imkanına kavuştuk. Bu nedenle yeni dönemde daha fazla denge oluşturmamız, hava savunma sistemini gerçekleştirmemiz, yeni taktik yöntemler geliştirmemiz noktasında Kürdistan Özgürlük Gerillası-HPG belli bir düzeye ulaştı. Bu süreç yaşanmasaydı, 2025 yılı normal bir şekilde değil farklı bir şekilde geçerdi. Fakat henüz yılın başında, 27 Şubat’ta Önder Apo’nun tarihi çağrısı oldu ve her şey ona göre ayarlanarak dizayn edildi. Gerilla içerisinde bu potansiyel, tecrübe, derinlik ve yoğunlaşma vardır. Hem taktik hem de tekniki açıdan yeni bir derinleşme yaratarak yeni hamleler yürütme durumu mevcuttur. Gerillanın böyle bir hazırlığı vardı ancak bizler ve gerilla Önder Apo’ya inanıyoruz. Önder Apo, ‘durun’ deyince, gerilla da ona göre bunları gerçekleştirmedi ve durdurdu. Hakikat böyledir. Biz daha önce de zaman zaman bunlardan bahsettik fakat sanki tehdit ediyormuşuz gibi anlaşıldı. Ama gerçeklik budur. O kadar keşif uçağı düşürüldü. En son Nisan ayında devletin çok güvendiği Akıncı düşürüldü. Tam 9645 metre irtifada düşürüldü. Bu ne anlama geliyor? Artık o silahların da gerillayı zor duruma düşüremeyeceği, onlara karşı da çare bulunduğu anlamına geliyor. Kısacası artık Önder Apo’nun açtığı yolda Kürt gençleri, Kürt aklı hem siyaset, strateji ve taktik hem de tekniki anlamda bir düzey sahibidir. Bunun görülmesi gerekir. Tabii ki bunlar sıradan konular değil, stratejik hususlardır.”
‘DAİŞ MEXMÛR’A SALDIRDIĞINDA IRAK DEVLETİ YOKTU’
Murat Karayılan, Irak devletinin Mexmûr’a yönelik baskı ve ablukasına dair de değerlendirmelerde bulundu. DAİŞ’in 6 Ağustos 2014 yılında Mexmûr’a yönelik saldırısının 11 yıldönümü olduğuna dikkat çeken Murat Karayılan, “O süreçte Irak devleti yoktu ortada, herkes kaçtı ama Mexmûr halkı orada kaldı. O zaman oradan kaçıp gidenler şimdi gelmiş, baskı ve türlü yöntemlerle haksız biçimde oraya hakim olmaya çalışıyorlar. Bütün toplumlarda, davasına bağlı, mücadelesi ve davası için fedakarlık yapan, hiçbir saldırıya karşı boyun eğmeyen ve direnen kişiler, şerefli ve değerli kimselerdir. Mexmûr Kampı’ndaki halkımız da öyledir. Yıllardır davasına bağlı ve kimseye boyun eğmeyen şerefli ve onurlu insanlardır. Bu insanlarımız, daha en başından Türk devletinin baskılarına boyun eğmemek, çeteciliği kabul etmemek, başkalarının askeri olmamak ve silahını kaldırmamak için evlerini barklarını bırakarak mülteci oldular. Böyle bir tarihe sahip insanlara bu şekilde yaklaşılır mı? Irak devleti bütün sorunlarını çözmüş de şimdi bir tek Mexmûr mu sorun olarak kalmış? Yaptıkları bir ayıptır. Irak devletinin birçok sorunu olduğunu biliyoruz. Çevre devletler bir şekilde onları kontrole almaya çalışıyor ve onların içinde hareket ediyorlar. Onlar da hiç utanmadan bu kadar askerle giderek Mexmûr’un etrafını tutuyorlar. Biz, mevzilerimizi Irak ordusuna teslim ederek oradan çekildik. Gerçekten de böyle yaklaşacaklarını beklemiyorduk. Onlar da o dönemde, ‘tamam, bu halkı biz koruyacağız, bizim misafirimizdir’ dediler. Şimdi soruyoruz; ‘siz misafirlerinize böyle mi yaklaşıyorsunuz?’ Ne yapıyorlar? Kuşatmışlar; ambargo uyguluyorlar; hasta olanları izinsiz tedaviye göndermiyorlar; ihtiyaçlarını karşılamalarına izin vermiyorlar. Bütün bunların üzerine şimdi de gelmiş, ‘Kamp’ın etrafına tel çekeceğiz’ diyorlar. Yani tam bir esir kampı yapmak istiyorlar. Siz direnişçi ve onurlu Mexmûr halkını mı esir alacaksınız? Ayıp değil mi? Onlara mı gücünüz yetiyor, gözünüz onları mı kesiyor?” diye sordu.
‘KAMPA BU YAKLAŞIM DEVAM EDERSE MÜDAHALE EDERİZ’
Murat Karayılan, abluka ve baskıların sonlandırılması çağrısı yaparak, şunları söyledi: “Bilinmeli ki, Kamp halkına karşı bu yaklaşım devam ettirilirse, mecburen oraya tekrardan müdahale edeceğiz ve oraya yeniden gerilla göndereceğiz. Bizler, Irak devleti üzerinde baskı kurulmasın ve her şey yasal olsun diye askeri güçler olarak oradan çekildik ve mevzilerimizi onlara bıraktık. Onlar ise şimdi aynı mevzilerden kuşatmayı sıkılaştırıyor ve halkımız üzerinde baskı kuruyorlar. Irak devleti ve hükümetinin şunu bilmesi gerekir; Mexmûr Kampı’nda yaşayan insanlara kötülük yapmak, bizim değerlerimize kötülük yapmak demektir ve bunu asla kabul edemeyiz. Bu, düşmanca bir yaklaşımdır. Apocu hareket olarak bunu kabul etmiyoruz ve buna karşı sessiz kalmayacağız. Bu uygulamalar insanca uygulamalar değildir. Ne hukukta yeri var ne de insani bir yaklaşımdır. Bu kamp 30 yıldır orada. Şimdiye kadar nasıl yaşadıysa bundan sonra da öyle yaşayacak. Gelip içine el atmak ve müdahale etmek isteyen sizsiniz. O halk orada direndi, bu direnişle Hewlêr’i ve çevresini korudu. Yenilmeyen bir cephe kurdu ve bir tarih yarattı. Fakat etrafını sarıp bir esir kampına çevirmek istiyorlar. Irak devletinin bu uygulamalardan vazgeçmesi gerekir, bunlar ahlaki ve insani uygulamalar değil.
IRAK CUMHURBAŞKANI’NA ÇAĞRI: ZULME SESSİZ KALMAMALI
Devlet sistemi içinde yer alan Kürtler var. Yine devlet içinde bulunan ve Kürtleri sevdiğini, direnişçilerin yanında olduklarını söyleyen kimseler var. Ben onlara sesleniyorum. En başta Irak Cumhurbaşkanı Sayın Dr. Latif Reşit’e çağrı yapıyorum: Bu konuya el atması gerekiyor. Bir cumhurbaşkanıdır. Cumhurbaşkanı olduğu ülkede Kürtlere, bilhassa bir tarihi olan direnişçi Kürtlere bu kadar zulüm uygulanıyor. Buna karşı sessiz kalmamalı. Üzerinde duracağını umut ediyoruz. Mexmûr üzerindeki kuşatma son bulmalı. Dışarıdan da içeriden de Kamp’a müdahale edilmek isteniyor. Bu olmamalı. Hakeza halkımızın, özellikle de Avrupa’daki yurtsever halkımızın ve de herkesin Kamp halkına sahip çıkması gerekiyor. Irak devletinin yaptığı bu uygulamalara karşı çıkmalılar. Hiçbir yurtsever, demokrasi ve özgürlük taraftarı kişi bu baskılara karşı sessiz kalmamalı. Çağrımız herkesedir. Kimse oradaki halkımıza böyle hakaret edemez, onların emek ve direnişle oluşan onurları üzerinde baskı kuramaz ve lekeleyemez. Kimsenin buna hakkı yok.
Bizler oradaki halkımızın kimseye karşı boyun eğmeyeceğini ve orayı bir direniş alanına çevireceğini biliyoruz. Iraklı yetkililere hangi devlet ne demiş bilmiyoruz ancak Mexmûr halkının onlara hiçbir zararları olmadığına göre neden böyle yapıyorlar? Demek ki bazılarının talimatlarını yerine getiriyorlar. Bu durum onlar için başlı başına ayıp bir şeydir. Ve bunun bir an önce son bulması gerekiyor. Beklentimiz bu yönlüdür. Bu temelde bir kez daha Mexmûr’daki halkımızı tek tek saygı ve sevgi ile selamlıyorum. Onların mücadelesinin ve bir bütün tüm halkımızın mücadelesinin birbirini tamamlayacağına inanıyorum. Kimsenin onlara geri adım attıramayacağını biliyor, Mexmûr halkının kazanacağına olan inancımla kendilerine başarılar diliyorum.”