Peköz: Öcalan'ın Kuzey ve Doğu Suriye'den taviz vermeyeceği açıktır

img
ANKARA - Siyaset Bilimci Dr. Mustafa Peköz, "Öcalan'ın hiçbir şekilde Kuzey ve Doğu Suriye'deki özerk yapıdan ve QSD’den taviz vermeyeceği çok açıktır. Bu durum Öcalan'ın kırmızıçizgisi olmaya devam edeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın" dedi. 
 
Suriye'de rejimin değişmesinin ardından iktidarı ele geçirerek, "geçici bir hükümet kuran" Heyet Tahrir el-Şam'ın (HTŞ), önce Alevilere ardından Dürzilere yönelik katliamları, Suriye'deki konumunu kırılgan bir hale getirdi. Uluslararası toplumda konumu belirsizliğini koruyan HTŞ'nin zayıflayan pozisyonu, HTŞ'nin Başkanı Ahmed El Şara yönetiminin dağınıklığı, Suriye'nin geleceğindeki varlığının sürdürüp sürdüremeyeceğiyle ilgili tartışmaların başında geliyor. Siyaset Bilimci Dr. Mustafa Peköz, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'nin adem-i merkeziyetçi ülke talebi ile Süveyda'da özerklik ilanı Suriye'nin geleceğine etkisini değerlendirdi. Merkeziyetçi modelin sürdürülemez hale geldiği bu süreçte, ortaya çıkan politik ve toplumsal kaosun yalnızca Suriye'nin iç dinamiklerini değil, aynı zamanda uluslararası ve bölgesel güçlerin stratejilerini de derinden etkileyeceğini söyleyen Peköz, Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı. 
 
Suriye'deki son gelişmeler, politik ve toplumsal dengelerin kırılganlığını ve bölgesel güç dinamiklerinin değişkenliğini işaretliyor. Donalt Trump'ın ikinci döneminde Suriye politikasında yaptırımları kaldırması ve yeni bir yaklaşıma mı işaret ediyor? Trump'la Washington'un Suriye politikası değişmeye başladı denebilir mi?
 
Öncelikli olarak altını çizmekte fayda olan şey, ABD'nin bölgesel stratejileri başkanlara göre şekillenmez. ABD'nin en az 15 yıllık belirlenen stratejileri, başkanların yaz-boz tahtasına dönüştürülemez. Örneğin, ABD'nin belirlediği Ortadoğu stratejisinin Biden'ın uyguladığı ile Trump'ın uyguladığı arasında niteliksel bir farklılık söz konusu olmaz. Bunun doğru anlaşılması gerekir. Başkanlar, belirlenen stratejide bir kısım küçük farklılıklar oluşturabilir. Bu kadar. Trump'ın, yakın arkadaşı olan Tom Barrack'ı hem Türkiye Büyükelçisi hem de özel Suriye temsilcisi olarak atamasıyla, Suriye'nin iç dinamiklerine doğrudan müdahale etme koşulları nispeten arttı. Barrack, yaptığı açıklamalarla ABD'nin Suriye politikasında değişikliklerin olduğu ve HTŞ yönetimini, özellikle El Şara'yı destekleme eğiliminin arttığına dair bazı kuşkuların oluşmasına neden oldu. Barrack'ın yaptığı açıklamaların, ABD'nin Ortadoğu ve Suriye politikalarıyla uyumlu olmadığı kamuoyunda sıklıkla tartışıldı. Hatta hem Trump'ı destekleyen ABD medyasında hem de İsrail medyasında Barrack'a karşı ciddi eleştiriler yapılmaya başlandı. Bu nedenle, ABD'nin Şam yönetimini ön plana çıkardığı, Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi'ni ikinci planda tutmaya başladığı, QSD güçlerine kendilerini tasfiye ederek Şam yönetimine dahil olmaları yönünde baskı yaptığı algısı oluşmaya başladı. Bütün bu gelişmeler karşısında ABD'nin Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalarla ABD'nin Suriye ve özellikle Kuzeydoğu Suriye'ye politikasından bir değişikliğin olmadığı vurgulandı. Ancak bütün bu gelişmeler Barrack'ın ABD'nin temel stratejisi ile çelişkili açıklamalar yaptığını, özellikle QSD'nin pozisyonu bakımından stratejik bir değişiklik düşündüğü kanaatinde değilim. QSD üzerinde nispi bir baskı kurma eğilimi taşıdığını, bununla özellikle Türkiye'yi psikolojik olarak rahatlatmak istediğini düşünüyorum. Ancak, küresel muhatapların tamamı tarafından yapılan açıklamalar ve değerlendirmeler bütünlüklü ele alındığında, meselenin arka planında düşündüğümüzden çok daha kapsamlı bir politikanın devreye konulduğunu görüyoruz.
 
Barrack'ın tek bayrak, tek devlet, tek ordu yönündeki açıklamaları nasıl değerlendirilmeli? Bu açıklamalar üzerinden Şam yönetimine aktif destek verdiği sonucu çıkarılabilir mi? Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
 
Tek Suriye ilkesiyle üniter sisteme dayalı Suriye birbirinden farklıdır. İkisi arasında temelden fark var: Birincisi Kuzey ve Doğu Suriye'nin Özerk yapısının korunması ve adem-i merkeziyetçiliğin esas alınması, ikincisi QSD'nin Suriye ordusu içerisinden özel statülü bir güç olması.  
 
Dikkat ederseniz, Barrack Ankara'ya büyükelçi olarak atanıp göreve başladığında, Türkiye'de işleyebilecek en iyi sistemin "Osmanlı Modeli" olduğunu belirtmişti. Yani Osmanlı'da uygulanan eyalet sisteminin Türkiye'de hayata geçirilmesi gerektiğini ifade etmişti. Bu değerlendirmesi özellikle Türkiye'de ulusalcı kesimler tarafından çok ciddi olarak eleştirildi. Bunun esasen Lozan Antlaşması'nın tasfiye etmeye yönelik bir mesaj olduğu belirtildi. Türkiye için eyalet sistemini öneren birinin Suriye'de hatta bugünkü Irak için de üniter devlet yapısına uygun bir yapının hayata geçirilemeyeceğini herhalde biliyordur. Ayrıca QSD adına Mazlum Kobani'nin ve Kuzey ve Doğu Suriye Dışişleri Bakanı İlhan Amed'in yaptığı açıklamalar dikkate alındığında, tek Suriye ve tek ordu konusunda hem fikirdirler. Yani tek Suriye ilkesiyle üniter sisteme dayalı Suriye birbirinden farklıdır. İkisi arasında temelden fark var: Birincisi Kuzey ve Doğu Suriye'nin Özerk yapısının korunması ve adem-i merkeziyetçiliğin esas alınması, ikincisi QSD'nin Suriye ordusu içerisinden özel statülü bir güç olması.  Üçüncüsü ise tüm Suriyelileri kapsayan demokratik bir anayasanın hazırlanması ve uygulanması. Barrack esasen bu yaklaşıma karşı değil. Daha sonra yaptığı açıklamalarla yanlış anlaşılmaları düzeltmiş oldu.  Bence Barrack Kamışlı'dan çok Şam'a mesajlar verdiğini söyleyebiliriz.
 
Sizce Barrack, Şam'a veya El Şara HTŞ'ye ne mesaj vermiş olabilir?
 
Hatırlarsanız, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio birkaç ay önce ABD Senatosu'na bilgi verirken Suriye'de mevcut geçici hükümetin yıkılmasının aylar değil; haftalar alabileceğini belirtmişti. Bunu engellemeye çalıştıklarını, hatta bundan dolayı El Şara'ya destek vermeye başladıklarını ifade etmişti. ABD Dışişleri Bakanlığı, El Şara'nın tasfiyesinin Suriye'de çok daha kapsamlı bir askeri, politik ve toplumsal kaosa yol açacağını, bunun da bölgede ciddi yansımaları olacağını hesaplayarak engellemenin yollarını aradıklarını birçok kez vurguladı. Barrack'ın yaptığı açıklamalarla ABD'nin bu değerlendirmesi arasında bir bağ var. ABD'nin bu açıklamalarının QSD'nin tasfiyesini değil; tam tersine, yakın gelecekte Şam'daki etkinliğinin artması gerektiği yönünde olduğunu söyleyebiliriz.  Bu nedenle son bir aydır Barrack'ın Şam'a ve özellikle doğrudan El Şara'ya yönelik yaptığı uyarılar sıradan, basit açıklamalar olarak değerlendirilmemelidir. ABD'nin net bir şekilde söylediği şu: Şam'daki geçici yönetim iktidarını kalıcılaştırmak istiyorsan Suriye'deki farklı politik ve toplumsal güçlerle görüş ve muhatap al; onların taleplerine uygun bir anayasa hazırlanması için gerekli adımları at. Özellikle 12 yıldır oturmuş, deneyim sahibi, sağlıklı bir şekilde işleyen ve örnek model olarak ortaya çıkan Kuzey ve Doğu Suriye'deki Özerk Yönetimi'ni kabul ederek süreci birlikte yürütmeleri uyarısını yaptı.
 
Barrack, bu süreci başarılı bir şekilde yürütebiliyor mu sizce?
 
Bu hususta ciddi kaygıların olduğu söylenebilir. Washington'dan eleştiriler gelmeye başladı. Bu nedenle Barrack'ın Suriye Özel Temsilciliği görevinden alınması, kimseye sürpriz gelmemeli. Örneğin, Kalyoncu şirketinin milyar dolarlarla ifade edilen enerji ve inşaat alanında Suriye'ye yatırım yapmak istediği ve Barrack'ın bu yatırımın kabulü için El Şara'ya telkinlerde bulunduğu belirtiliyor. Barrack'ın aslında Şara üzerinden baskı yaptığı iddiaları tartışılmaya başlandı. Bu tür girişimlerin Barrack'ın görevden alınmasının bir gerekçesi haline gelebileceği ifade ediliyor.
 
Peki, HTŞ Yönetimi ve El Şara, Suriye'nin birliğini sağlayacak bir irade birliği gösterebilecek mi? 
 
 
Bu denklemin içerisinde HTŞ'nin belirleyebileceği ve uygulayabileceği bir Suriye politikasının olmayacağı çok açıktır. Bu nedenle El Şara, Suriye'nin iç dinamiklerini dikkate alarak birleştirici bir strateji oluşturmaktan tamamen yoksundur.
 
Burada birkaç faktörden bahsedebiliriz: Birincisi, HTŞ'nin çok yönlü profesyonel bir askeri gücü bulunmuyor. HTŞ'ye bağlı toplam asgari güç yaklaşık 50 bin civarındadır. Bunun yarısı başka ülkelerden gelmiş cihatçılardan oluşuyor. Bunların çok önemli bir kısmı disiplinli, eğitilmiş bir askeri yönetim anlayışından yoksun. El Şara'nın bunları bütünlüklü olarak kontrol etmediği, edemediği net olarak görülüyor. İkincisi, El Şara içte politik olarak oldukça güçsüzdür. Bölge ülkelerinin politik desteği ile ayakta kalmaya çalıştığını biliyoruz. Suudi Arabistan'ın ve Katar'ın Suriye'deki politik etki güçlerinin ciddi oranda artmaya başladığını söyleyebiliriz. Türkiye'nin de artan politik ve diplomatik bir baskısı var. İsrail'in askeri saldırıları devam ediyor. Bütün bu denklemin içerisinde HTŞ'nin belirleyebileceği ve uygulayabileceği bir Suriye politikasının olmayacağı çok açıktır. Bu nedenle El Şara, Suriye'nin iç dinamiklerini dikkate alarak birleştirici bir strateji oluşturmaktan tamamen yoksundur.
 
Alevilere ve Dürzilere yönelik katliamlarla bu yaptığınız değerlendirme arasında bir bağ kurmak mümkün mü? 
 
El Şara için söylersek, ülkenin başkentinde oturmasına ve ülkeyi temsil ettiğini iddia etmesine rağmen politik ve askeri olarak ülkeyi, yani Suriye'yi yönetemiyor. Ülkedeki toplumsal ve politik gruplarla iş birliği sağlayamıyor. Diplomatik ilişkileri kuramıyor. Denetiminde olan askeri güçleri de kontrol edemiyor. Hem Alevilere hem de Dürzilere yönelik katliamlar yaşandı ve yaşanıyor. Son günlerde Minbic bölgesinde QSD güçlerine yönelik saldırıların, HTŞ içindeki bazı gruplar tarafından yapıldığı açığa çıkması, Şam'daki geçici yönetimin ne kadar dağınık olduğunu gösteriyor. Yaşanan katliamlar ve saldırılar için doğrudan talimat vermese dahi katliamları yapanların tamamının HTŞ'nin askeri birlikleri olduğu bütün dünya tarafından görüldü. Doğal olarak bütün bu katliamlardan HTŞ yönetimi ve özellikle El Şara sorumludur. Ne bu katliamların sorumluluğunu alıyor ne de engelleyebiliyor.
 
Bu değerlendirmenizden HTŞ'nin kendi içinde dağılabileceğin ve çatışma çıkacağı sonucu çıkar mı?
 
Bundan mutlak olarak emin olamayız, ama benim edindiğim izlenim, HTŞ içerisinde ciddi sorunların oluştuğudur. Örneğin, 2015 yılında CIA tarafından "El Kaide üyesi" olduğu gerekçesiyle hakkında uluslararası arama kararı çıkarılan ve El Kaide lideri Bin Ladin'e çok yakın biri olarak tanınan Ahmet Muvaffak Zeydan, Ahmet El Şara'nın cumhurbaşkanlığı danışmanı oldu. Bu durum HTŞ; ama özellikle El Şara ile El Kaide arasındaki ilişki bakımından bize bir fikir veriyor.
 
Suriye'de artan politik kaosa ortamında Dürziler özerklik ilan etti. Suriye'nin geleceği bakımdan nasıl bir politik sonuç ortaya çıkar? 
 
Şam'da bağlı askeri güçlerini doğrudan veya dolaylı olarak Süveyda'da Dürzileri yönelik yaptığı saldırıların İsrail'in askeri desteğiyle püskürtülmesi ve bölgenin tamamen Süveyda Askeri Meclisi'nin denetimle girmiş olması, Şam yönetimi için net bir askeri ve politik bir yenilgidir. Süveyda'da fiilen oluşturulan özerk yönetim, yakın gelecekte kurumsallaşacaktır. Hazırlıkların çok yönlü yapıldığını görüyoruz. Böylelikle Kuzey ve Doğu Suriye'den sonra Süveyda bölgesinin tamamı özerk bir yapıya kavuşması, Suriye'de kurulacak sisteme dair bize bir fikir veriyor. Yani merkezi otoriteye dayanan bir yönetim biçiminden çok adem-i merkeziyetçiliğe dayanan tek merkezli bir Suriye'nin oluşumu için önemli bir sürecin başladığını söyleyebiliriz.
 
İsrail'in izlediği politika için neler söylenebilir?
 
 
 İsrail'in Suriye politikası çok açık ve nettir. Şam'da radikal İslamcılara dayanan bir yönetim kesinlikle istemiyor. Bunu engellemekten de çok kararlıdır.
 
İsrail'in Suriye politikası çok açık ve nettir. Şam'da radikal İslamcılara dayanan bir yönetim kesinlikle istemiyor. Bunu engellemekten de çok kararlıdır. İslamcı grupların Süveyda'ya yaptığı saldırılar sırasında Şam'da Genelkurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı binalarını vurması, El Şara yönetimine çok açıktan bir uyarı olarak görüldü ve değerlendirildi. Hatta başkentin Halep'e taşınması tartışmaları dahi yapılmaya başlandı. İsrail önümüzdeki 15 yıla, yani 2040 yılına kadar Şam üzerinde özellikle hava hakimiyetini mutlak bir şekilde sağlamaya devam etmeye çalışacaktır. Dışarıdan gelmiş radikal İslamcıların tasfiye edilmesi, bunların Suriye yönetiminde güç olmalarının engellenmesi ve Suriye'den çıkartılması için gereken bütün askeri gücünü kullanacaktır.  
 
Türkiye'nin Suriye politikasına bir kısım değişikliklerin olduğu belirtiliyor. Bu konuda neler söylenebilir? 
 
Mevcut ülkeler içerisinde Suriye ile en çok ilgilenen, en çok yatırım yapan, Suriye iç savaşından bu yana radikal İslamcı örgütlerle en çok iç içe geçen, onlara askeri ve politik destek veren, Şam'ı kontrol eden HTŞ yönetimiyle her şekilde ilişki içinde olan gücün Ankara olduğu bütün güçler tarafından biliniyor. Türkiye, bütün stratejisini radikal İslamcıların Suriye'de güç olmasına göre planladı. Esad rejimi yıkıldı, HTŞ Şam'da güç oldu. Ankara Suriye'yi kontrol edeceğini düşündü; fakat hiçbiri gerçekleşmedi. Bir yandan Suudi Arabistan ve Katar'ın artan etkisi diğer yandan İsrail'in bölgesel hakimiyeti, buna karşılık birkaç ihale dışında Türkiye'nin ciddi alınabilecek bir sonuç elde edememesi, Ankara'nın belirlediği stratejinin başarısızlığının somut bir yansımasıdır. 
 
Bu gelişmeler mi Türkiye'nin stratejik değişimini işaretliyor, bunu mu demek istiyorsunuz?
 
El Şara'nın Şam'da kalıcı bir güç olmayacağına dair ortaya çıkan veriler, Ankara'nın stratejisinde aşamalı bir şekilde değişikliğe gitmek zorunda kalacağının ipuçları ortaya çıkmaya başladı. Yani Ankara, Suriye'de yeniden güçlü bir aktör olmak ve politik etki alanı genişletmek istiyorsa bugüne kadar izlediği ve beklenen sonucu alamayan stratejisini değiştirmesi gerekiyor. Bunun dışında da bir alternatifin olmadığını söyleyebiliriz.
 
Peki, Ankara yeni stratejisi nasıl şekillendirecek ya da şekillendirmelidir?
 
 
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'ni ve özellikle Kürtleri hesaba katmak zorunda olduğunu, Özerk Yönetim'le doğrudan bir ilişki kurmasının zorunlu hale geldiğini, Ankara'nın bu gerçeği yavaş yavaş görmeye başladığını söyleyebiliriz.
 
Ankara'nın yeni arayışının en önemli halkasını Demokratik Suriye Güçleri'yle kuracağı ilişkiye bağlı olduğu çok açık ve nettir. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'ni ve özellikle Kürtleri hesaba katmak zorunda olduğunu, Özerk Yönetim'le doğrudan bir ilişki kurmasının zorunlu hale geldiğini, Ankara'nın bu gerçeği yavaş yavaş görmeye başladığını söyleyebiliriz. Hiç şüphesiz ki bu değişimin çok kolay olmayacağı, geçmiş alışkanlıklarından kurutulmanın zaman alacağı hesaba katılsa da Ankara'nın QSD'ye yönelik kullandığı dilde değişime eğiliminde olduğunu görüyoruz. Geçmişte PKK/PYD/QSD herkes eşittir "terörist" argümanı neredeyse her dakika kullanılırdı. Ancak son bir aydır bu tür söylemlerin değişmeye başladığını, "terörist" kavramının çok az kullanıldığını, QSD'nin meşru bir güç olduğunun kabullenildiğini söyleyebiliriz. Dikkat ederseniz Mazlum Abdi’nin hem Yeni Yaşam gazetesine hem de ANHA Haber Ajansı'nda verdiği röportaja, "Türkiye ile QSD arasında doğrudan diplomatik ve politik ilişkinin kurulduğunu" açıkladı. Ankara'nın zaman zaman PYD'nin silah bırakması gerektiğine ilişkin açıklamalar yapmış olsa da bunlar çok fazla ısrarcı olmadığını görüyoruz.  Mazlum Abdi, Türkiye'nin QSD'ye yönelik askeri saldırılarının önemi ölçüde durdurduğuna dikkat çekti. Bütün bu gelişmeler, Ankara'nın Suriye politikasındaki değişimin ön adımları olarak değerlendirebiliriz. QSD'nin Suriye'de askeri ve politik dengeleri belirleyecek bir güç olması önümüzdeki süreçte çok daha fazla ön plana çıkma olasılığının artması, bunun tersine HTŞ'nin askeri ve politik etki alanının giderek zayıflayacağına dair veriler ortaya çıkmaya başladı. Ankara, bu Şam ile Qamışlı arasında yeni bir denge oluşturması gerektiğini görmeye başladı denebilir. Türkiye'nin bölgesel çıkarları ve özellikle Suriye'de politik etki alanlarını koruması veya arttırması için QSD ile politik-diplomatik ilişkiler kurmasının ve geliştirmesinin artık kaçınılmaz olduğunu devlet bürokrasinin de anladığını ve bu yönlü hazırlıklara başlandığını söyleyebiliriz. 
 
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın inisiyatifi ile başlatılan süreç, Suriye'deki gelişimleri ve Türkiye'nin politikasını değiştirmede etkili olduğu söylenebilir mi?
 
27 Şubat 2025 günü genişletilmiş İmralı Heyeti'nin dünya kamuoyuna yaptığı açıklama ile başlayan sürecin en önemli halkalarından bir tanesinin Suriye'deki gelişmelerin olduğunu biliyoruz. Devletin Öcalan ile görüşme kararı almasında Suriye merkezli Ortadoğu'daki gelişmelerin yaratacağı sarsıcı etkilerin Türkiye'ye olası yansımalarının çok önemli bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Öcalan, Suriye'deki gelişmeleri çok iyi okuduğunu ve Suriye'deki değişimin hem bölgede hem de Türkiye'de ciddi düzeyde etkili olacağını çok iyi analiz ettiği verilerle ortaya çıktı. Bu nedenle devletle Öcalan'ın arasında görüşülen önemli ana konulardan birinin Suriye olduğu çok açık. Bahçeli'nin Öcalan'a sık sık teşekkür etmesi, "teröristlikten" kurucu öndere çıkartması, Öcalan'ın belirlediği politikayla ve sunduğu önerilerle doğrudan ilişkilidir. Hatırlatmaktan yarar var: 2015 yılı Çözüm Süreci'nin devlet tarafından bitirilmesinin, Dolmabahçe masasının devrilmesinin en önemli nedeni Suriye'deki gelişmeler oluşturuyordu. 2015 yılında Erdoğan'ın başbakandı. O dönemdeki çözüm heyeti üzerinden Öcalan'a çok net bir mesaj göndermişti: "Suriye, devletin kırmızıçizgisidir. Öcalan oraya müdahale etmesin." Öcalan'da Sırrı Süreyya Önder üzerinden Erdoğan'a şu mesajı göndermişti: "Suriye'de benim kırmızıçizgimdir. Arkadaşlar silahlı gücünü en 30 bine çıkarsınlar." Bu karşılıklı restleşmeden sonra Çözüm Süreci bitirildi. Hem Öcalan hem de devlet, yani her iki taraf için geleceği kazanman stratejisinin Kuzey ve Doğu Suriye'de güç olmaktan geçtiğini biliyordu. Bugün de yürütülen çözüm sürecinin merkezinde yine Suriye bulunmaktadır. Ancak bu kez Kürt tarafı yaklaşık 100 bin kişilik profesyonel bir askeri gücüyle, 12 yıllık yönetim tecrübesi ile Suriye'deki bütün dengeleri değiştirebilecek niteliktedir. Türkiye'nin devlet medyası tarafından ısrarla QSD/PYD'nin de PKK'nin silah bırakma sürece tabi olduğuna dair yapılan açıklamalar bir tesadüf olmadığı bilinmelidir. Hatta Öcalan'ın da böyle söylediğine dair gerçekle ilgisi olmayan psikolojik savaş teknikleri kullanılmaya devam edilse de Öcalan'ın hiçbir şekilde Kuzey Doğu Suriye'deki özerk yapıdan ve QSD'nin askeri gücünün arttırılmasından taviz vermeyeceği çok açıktır. Bu durum Öcalan'ın kırmızıçizgisi olmaya devam edeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. 
 
Son dönemlerde QSD'nin Suriye'deki politik etki alanının zayıflığına dair bir kısım değerlendirmeler yapılıyor. Böyle bir durum söz konusu mu?
 
Belki kamuoyuna yansımadı; ama son üç haftadır Uluslararası Koalisyon Gücü, Kuzey ve Doğu Suriye'ye  çok sayıda ağır silah sevk etmeye başladı. Bunların önemli bir kesiminin QSD tarafından kullanılacağı da bilinmektedir. Önümüzdeki süreçte IŞİD'e karşı çok kapsamlı bir operasyonun başlayacağına dair çok sayıda veri bulunuyor. Bütün bu gelişmelere paralel olarak Uluslararası Koalisyon Gücüy'le QSD arasında kurulan askeri ittifakının Şam'da politik bir güce dönüştürülmesi gerektiğine dair açıklamalar devam ediyor. Bu nedenle uluslararası küresel güçler bakımından QSD önemli askeri ve politik bir güç olmaya devam ediyor. Önümüzdeki süreçte QSD, uluslararası güçlerin desteğinde başlatacağı çok kapsamlı operasyonun Şam'da tamamlanması kimseye sürpriz gelmemeli. Ankara'nın da bu gerçeği gördüğünü ve zorunlu olarak politika değişikliğine gideceği söylenebilir.
 
MA / Selman Güzelyüz